İran’ın Ateş Sesi Mamak Khadem

Etkinlikler
Hazırlayan: Zümrüt Sönmez İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 8-10 Mart 2010 tarihleri arasında düzenlenen program kapsamında Doğulu göçmen kadın yazarların konuşmacı olarak katıldığı panel ve o...
EMOJİLE

Hazırlayan: Zümrüt Sönmez

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 8-10 Mart 2010 tarihleri arasında düzenlenen program kapsamında Doğulu göçmen kadın yazarların konuşmacı olarak katıldığı panel ve okur-yazar buluşmaları yapıldı. Aslında biraz aceleye getirilen, bu nedenle de yeterince duyurulmayan programın en dikkat çeken yanı dünyaca ünlü İranlı sanatçı Mamak Khadem‘i ağırlıyor oluşuydu. Hep öyledir ya. Aslında küçücük bir kadındır, şarkı söylemeye başladığı anda nasıl devleştiğini görünce hayretiniz bir kat daha artar. Konser başladı, sahnenin bir köşesinden yalınayak sessizce süzülüverdi içeriye. Notalarıyla birlikte uçuyor gibiydi. CRR’de iki saatlik konserinin ardından kısa bir sohbet fırsatı bulduk. İşte o sohbetten notlar ve Mamak Khadem

“Ateş Sesli Diva”

Geleneksel İran müziğini klasik Batı ve dünya müziğiyle buluşturan etnik caz ve füzyon sanatçısı Mamak Khadem 1970’li yılların başında İran Ulusal Radyo Televizyonu Çocuk Korosu ile müzik yaşamına başladı. 15 yaşında eğitimi için ABD’ye giden sanatçı 80’li yıllarda çalışmalarına burada devam etti. Biz onu aslında İranlı etnik müzik grubu “Axiom Of Choice”in vokali olarak tanıyoruz. Kısa bir süre önce “Jostojoo” adlı bir solo albüm çıkaran Khadem, İran dışında Hint, Türk, Ermeni ve Yunan müziğinden etkilendi ve bu müziklerin enstrümanlarını kullandı. Hayranlarının ‘Ateş Sesli Diva’ diye tanımladıkları Khadem; Türkiye’den Ömer Faruk Tekbilek’in  “Alif” adlı albümüne de katkı yapmıştı.

ABD‘de yaşamasına rağmen İran’la bağlarını koparmayan, şarkılarını da Farsça seslendiren Khadem, İran’ın yerel usta sanatçılarıyla da çalışmalarını sürdürmüş. Amerika’da ses eğitimi veren, akademi ve üniversitelerde bu yönde çalışma alanlarına sahip olan Khadem‘in birçok film ve dizi müziğinde de imzası bulunuyor. Persona Non Grata, Dracula 2000, Buffy The Vampire Slayer bunlardan bazıları.

Misafir kadın sanatçıların ortak özelliği göçmen olmalarıydı. İran, Suriye, Irak, Filistin ve Lübnan gibi kederli ülkelerinden Batı‘ya göç etmişti her biri. Dış ve iç savaşların, karışıklıkların, devrimlerin, darbelerin, özellikle de basın-yayın ve sanat alanındaki çalışmalara yönelik baskıların sebep olduğu göçlerin kadınlarıydı onlar.

Batı’ya gittikçe artan “Doğulu”luklarıyla dışarıda yabancı, kendi ülkelerinde ise yadırganır olmuşlardı. Yaşam öyküleri onları hem Doğulu hem Batılı kılmış, her iki tarafa da kendilerini ifade etmenin yolunu sanatla bulmuşlardı. Bir göçmen müzisyen olan Mamak Khadem sohbetimiz sırasında kendi tecrübesini şöyle anlattı:

“İran’dan çok küçük yaşta ABD’ye göç ettim. Çünkü benim ailem çok eğitimli bir aileydi. Hepsi iyi üniversitelerden mezundu. Benim de iyi bir eğitim almamı istediler. Dolayısıyla önceleri sadece üniversite okumak için ABD’ye gitmiştim. Bir kaç sene kalmayı planlıyordum. Ama gittikten bir yıl sonra devrim oldu. Üstüne bir de savaş patlak verince geri dönemedim. ABD’de matematik dalında lisans yaptıktan sonra mastır yaptım. Derken üniversitede iş buldum. Ve orada kaldım. Zaten o sıralar İran‘a dönmek çok zordu. Ayrıca orada tutkum olan müziği yapamayacağımı düşündüm.”

Müzik en yakın arkadaşım oldu

İran’a dönmek ne kadar zorsa ABD‘de kalmak da o kadar zordu Khadem için. Dil bilmiyordu, yalnızdı. O yıllarda Amerika’da fazla İranlı da yoktu. Bir dil bulması gerekiyordu. Derdini anlatmaya yetecek bir dil… Önce sayıların ve şekillerin diliyle konuşmayı denedi: “Üniversitede bölüm olarak özellikle matematiği seçtim. Çünkü matematik anlayabildiğim bir dildi.” diyor ve ardından müziğin tüm dillerin üzerinde bir dil olarak nasıl imdadına yetiştiğini şöyle anlatıyordu: “Matematiğin yanında müzik benim önce en yakın arkadaşım sonra da dilim oldu. Onunla kendimi iyi hissediyordum. Böylece müziğe asıldım. Sanatçılar içlerinde bir hüzün taşıdıkları için sanata yönelirler, bende de öyle gelişti. Yabancı bir yerde kendimi ifade etmenin bir yoluydu müzik. Blues ya da caz yapmayı seçmedim. İran müziğini seçtim. “Ben oradan geliyorum, kökenim bu” demek istedim. Ama tamamen İran müziği de yapmıyorum. Tıpkı benim içimde olduğu gibi müziğimde de Doğu’nun çeşitli yörelerinin melodileri kadar Batı’nın da ezgileri var.” “Doğu’nun kadını olmak çok güzel bir şey. Çünkü Doğu çok zengin bir kültür. İran’dan küçük yaşta ayrılmış olsam da oranın parçalarını hâlâ içimde taşıyorum” diyen sanatçı kendisini “Doğu’nun da Batı’nın da kültüründen iyi olduğuna inandığım özellikleri aldım. Ben ikisinin birleşimi olduğumu düşünüyorum. İki kültürü birleştirerek kendi kimliğimi oluşturdum.” diye tanımlıyor ve ekliyor: “Bence artık dünyada Doğu-Batı ayrımı yapılmıyor. Doğru-yanlış, iyi-kötü kavramları üzerinden tercihler yapılıyor. Ben her zaman Türkiye’nin de iyi bir Doğu-Batı sentezi olduğunu düşünüyorum.”

Türkiye’ye daha önce de birkaç kez gelmiş Mamak Khadem. 1997’de ilk kez geldiğinde ertesi gün büyük Marmara depremi olmuş. Bu seferki gelişinde de Elazığ depreminin olduğunu hatırlatıp, şakayla karışık “Artık depremlerin benim yüzümden olduğunu düşünmeye başladım” diyen sanatçının Türkiye’de konser verme hayali ancak şimdi gerçeğe dönüşmüş.