Doğu, Geçmişin ve Geleceğin Ülkesidir

Etkinlikler
Harun Karaburç’un haberi Tam adı Jean-Baptiste Eugène Napoléon Flandin olan Fransız ressam gördüklerini olduğu gibi aktarmasıyla çağdaşlarından ayrılıyor Eugéne Flandin, 158...
EMOJİLE

Harun Karaburç’un haberi

Tam adı Jean-Baptiste Eugène Napoléon Flandin olan Fransız ressam gördüklerini olduğu gibi aktarmasıyla çağdaşlarından ayrılıyor

Eugéne Flandin, 158 yıl önce yayımlanan L’orient’ adlı eserinde gezip görme ve tanıma fırsatı bulduğu Suriye, Filistin, Mezopotamya, Mısır, İstanbul, Boğaziçi ve Çanakkale gibi bölgeleri anlatır. Kısaca "doğu"yu. Bugün sözkonusu eser, tarihçi-yazar Orhan Koloğlu’nun çevirisiyle yeniden hayat buldu. Kitabın yıllar sonra yapılan çevirisinde sanatçının İstanbul, Boğaziçi, Çanakkale ve İzmir odaklı yazıları ve gravürlerine yer veriliyor. Profil Yayınları arasından çıkan kitapta Flandin İstanbul’un eşsiz mimarisinin, 1800’lü yılların portresini çiziyor, gravürler eşliğinde. "Doğu, geçmişin ve geleceğin ülkesidir: zira bizimkinden daha ileri ve örnek oluşturan bir uygarlıkla ve ondan muhafaza ettikleriyle geçmişe; hala bütün olabilecekleriyle ve dünyanın geri kalanının kendisine ait olduğunu sanan haris Avrupa politikasına bütün hayal ettirdikleriyle geleceğe bağlıdır" diyen Flandin aslında seyahatname yazarı değil, oriyantalist bir sanatçıdır. Fakat Orhan Koloğlu, Flandin’in doğulu yaşamın bütün özelliklerini olduğu gibi yansıtan oriyantalistlerden olduğunu belirtiyor ve onun "Neden bir Türk veya Müslüman gibi düşünmüyor?" anlayışından uzak değerlendirilmesi gerektiğini de hemen ekliyor.

L’orient’i bu kadar yıl sonra Türkçeleştirme fikri sizden mi geldi?

Haçlı Seferlerinden beri Avrupa’da İslam ve Türk dünyası konusunda yazılmış eserlerin büyük bir kısmını okumuş notlar çıkarmış bir meraklıyım. Özellikle Osmanlı döneminde Batı’daki eserler öyle artmıştır ki bazılarında kendilerinden öncekileri tekrarlama tutkusu fark edilir. Flandin’in kitabını bana bir dostum verip özelliği olup olmadığını belirtmemi istemişti. Dikkatle inceleyince 19. yüzyıl ortasının genel Avrupalı bakışından farklı olduğunu gördüm, en azından diğerlerinde rastlanmayan olumlu yanlarının – ki bunlar büyük kısmını oluşturuyordu – özellikle yansıtılması gerektiğine inandım.

Eugéne Flandin ressam olmasına karşın elimizde böyle bir eseri var. Onu, sanatı, dili ve bakış açısı bakımından diğerlerinden farklı kılan nedir?

Osmanlı’dan Çin’e kadarki bölge toplumlarıyla ilgilenenlere Batılılar Oriyantalist damgasını vururlar. Ancak bunların iki çeşidi vardır. Konuya tarih, siyaset ve sosyal bilimler açısından yaklaşanlar çoğunluğu oluşturur. Sanatçılar ve ressamlar daha azdır. Birinciler, Osmanlı için kökleşmiş "Hasta Adam" anlayışı çerçevesinde genelde her şeyini aşağılamak ve son nefesini nasıl vereceğini belirlemek tutkusu içindedirler. Bunlardan pek azı ve de sanatçılar ise her şeyi dışlanacak nitelik taşımayan "Doğulu" yaşamının özelliklerini aynen aktarmakta kararlı davranırlar. Böylece Avrupa düşüncesinde ve de polemiklerde gündem konusu, hatta moda haline getirilmelerinde etkili olmuşlardır. E. Flandin de bunlardan biriydi. Ancak onu neden bir Türk ve Müslüman gibi düşünmüyor mantığı içinde ele almamalıdır.

Flandin objektif olmaya çalışmış mı, objektif olabilmiş mi?

Bu eser, Doğu ve İslam toplumları üzerinde derinine inceleme yapmamış, sadece gözlemlerini aktarmakla yetinen birinin ürünüdür. Bahsettiğimiz birinci sınıfa dâhil olmadığı için bir zorlamaya ihtiyaç duymadan objektif olmuştur. Bu onun kendi anlayışına uygun şekilde eleştiriler yapmasına tabii ki engel olamazdı.

Yazarın İstanbul’un ismi konusunda karmaşa yaşamasını neye bağlayabiliriz?

İstanbul ismi üstünde karmaşa duyması doğaldır. Kendisine şehirde mihmandarlık edenler arasında Fransızca bilen gayri-Müslimlerin de bulunması kaçınılmazdı. Bunlar ‘Konstantinopolis’ demiş olabilecekleri gibi, Türk kesimin de ‘Kostantiniyye’ diye yazdığı ve söylediği de bilinir. Hatta kitapta ‘İslambul’ deyimini de kullandığı görülüyor.

Oriyantalistler ince minareye hayrandı

Kitapta İstanbul’a en güzel eseri Türklerin kazandırdığına dair bir yorumda bulunuyor Flandin. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bizans zamanında Ayasofya ve benzeri bazı kubbeli yapılar vardı. Oysa Türk mimarisi, muhteşem camilerin kubbelerine ek olarak son derece zarif minareler ekleyince, İstanbul’un hem Marmara’dan gelen gemilerdekiler, hem de Pera bölgesinden bakan Avrupalılar üzerinde muhteşem bir etki doğurduğu inkâr edilemez. Yukarda bahsettiğimiz tarihçi/bilimci Oriyantalistler bundan hiç de memnun olmazken Flandin’in bir ressam hatta bir mimar gibi bunun güzelliğini fark ettiği anlaşılıyor. Osmanlı dışı İslam toplumlarında minarelerin kısa ve geniş yapılı olmasına karşılık bizimkilerin o ince ve yüksek hali Türk sanatının başarısı olarak tarihe geçmiştir.

Yeni Şafak