Yeni bir dergi: Kürt Tarihi

Kitap
Kürt Tarihi dergisinin yayın yönetmeni Devlet Söyleminde Kürtler başta olmak üzere Kürt sorunu konusunda pek çok kitap ve makale yazmış olan Mesut Yeğen. Yeğen derginin editörden başlıklı yola çıkış y...
EMOJİLE

Kürt Tarihi dergisinin yayın yönetmeni Devlet Söyleminde Kürtler başta olmak üzere Kürt sorunu konusunda pek çok kitap ve makale yazmış olan Mesut Yeğen. Yeğen derginin editörden başlıklı yola çıkış yazısında derginin izleyeceği yayın siyasetini açıkça ortaya koyuyor

Dergileri takip etmek için uğradığım mekânlardan Ağaç Kitabevinde gördüğüm Kürt Tarihi dergisinin kapak konseptine bakınca aklıma nedense ilk önce NTV Tarih dergisi gelmişti.  Kapaktaki Cafer Ağa ise pek tandık bir figür değildi. Kapağa taşınan yazılar da çok ilgimi çekmemişti. Aradan bir ay geçti. Derginin kapağına tekrar baktım. İki aylık olduğunu öğrenince merakımı gidermek için aldım. Derginin yayın yönetmenine,  içindekilere, yayın kuruluna, Abdülhamit Kırmızı ile yapılan söyleşiye ve editörden yazısını okuyunca  dergi hakkındaki bazı önyargılarım kırıldı.  İyi de oldu. Bu yazı onun neticesinde ortaya çıktı.
 

Genel olarak dergininin içeriğine değinmeden önce şu noktaları dikkate almak gerekir sanırım. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi tarih üzerine tartışmaların, kitapların ve televizyon programlarının yoğun olduğu bir dönem. Kimi zaman hafıza kimi zaman karşı tarih kimi zaman da daha başka saiklerin yön verdiği bu arayış zamanlarında  tarih dergileri yayın dünyasının ayrılmaz parçalarından biri haline geldi. Kuşkusuz tarih dergiciliğinin Türkiye’deki mazisi epey eski. Fakat son zamanların farklı kılan hususlar arasında  hem  tarihe bakış  biçimlerinin görece çoğulluğu hem de yayın formatı  çeşitliliği ilk elde zikredilmesi gereken iki önemli durum. Hem popüler hem de akademik nitelikli tarih dergiciliği okur cemaatlerinin ilgisini çekiyor.
 

MİLLİ HAMASETİN VE ELİTİZMİN DIŞINA  ÇIKMA NİYETİ
Kürt Tarihi dergisinin yayın yönetmeni Devlet Söyleminde Kürtler başta olmak üzere Kürt sorunu konusunda pek çok kitap ve makale yazmış olan Mesut Yeğen. Yeğen, derginin "Editörden" başlıklı yola çıkış yazısında şunlara vurgu yapıyor: "Kürtçe Türkiye’de en çok konuşulan ikinci dil, Kürt meselesi de Cumhuriyetin en önemli meselesi. Lâkin Kürtlere, Kürdistan’a ve Kürt meselesine dair Türkçe bilgi ne çok geniş, ne çok derin. İnkâr, asimilasyon ve tenkilden oluşan Cumhuriyet siyasetinin bu durumun esas sebebi olduğu muhakkak. Cumhuriyetin asimilasyon siyasetine eşlik eden baskıcı uygulamalar ve yasakçı mevzuat, Kürt dili, edebiyatı, kültürü ve tarihine dair Türkçe bilginin neredeyse yok seviyesinde kalmasına sebep oldu.
 

Kürt meselesinin son yıllardaki seyri mezkur hâli ağır ağır değiştiriyor. Kürt meselesine, Kürt tarihine, Kürdistan’a dair Türkçe bilgi her geçen gün genişliyor. Zor koşullara, türlü imkânsızlıklara karşın, az sayıda çevre, dergi ve yayınevi Kürtlere ve Kürdistan’a dair bilgiyi çoğaltmaya, derinleştirmeye çalışıyor.
 

Kürt Tarihi dergisi Kürtlere ve Kürdistan’a dair bilgiyi çoğaltma ve derinleştirme serüvenine popüler bir tarih dergisi olarak katılmayı hedefliyor. Kürtlere ve Kürdistan’a dair Türkçe bilgiyi yaygınlaştırabilecek yeni bir mecra oluşturmak istiyoruz.
 

Kürt Tarihi, Kürt tarihinin uzak ya da yakın dönemlerine, önemli ya da sıradan olaylarına dair, milliyetçi hamasetten olduğu kadar akademik elitizmden de uzak, kısa ve kolay okunur yazılara yer verecek. Siyasi tarih kadar sosyal ve kültürel tarihi de dert edinecek çalışmalara ev sahipliği edecek Kürt Tarihi. Kürtler ve Kürdistan’la uzaktan yakından ilgili her vaka, figür, süreçle ilgili yazı dergide yer bulabilecek. İki aylık periyodlarla yayımlanacak dergi ağırlıkla Türkçe yazılardan oluşacak, ancak Kürtçe yazılara da yer vermek istiyoruz."
 

Derginin sunuş yazısında üzerinde durulan "milliyetçi hamaset" ten uzak durma konusu sanırım derginin en önemli farkı olacak. Tabii,  derginin "milliyetçi hamaset" olarak görmediği bazı yazılar ve vurgular başka gözle bakanlarca "milliyetçi hamaset" olarak da görülebilir.  Derginin bölümleri arasında Kürt tarihinde iki ay, haberler, söyleşi, makaleler ve kitaplık zikredilebilir. Görsel malzemenin yoğun olarak kullanıldığı derginin bölüm olarak andığım çoğu kısmının müstakil adının olmadığını da belirtmeliyim. Bu kısımların belli bir ada kavuşması dergideki yazıların ardı ardına yığılmışlıktan kurtulmasını sağlayacaktır.
 

Kürt tarihinde iki ay bölümünde yer alan "Şeyh Said İdam Edildi" başlıklı kısmın dili derginin yayın politikasını anlamak bakımından önemli: "Şeyh Said zengin bir şeyh ailesine mensuptu. Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye devletinin, toplumu Türk kimliği altında homojenleştirme ve sekülerleştirme politikaları Kürtler arasında tepkiyle karşılandı. Bu tepkiye Şeyh Said’in de mensup olduğu Azadi örgütü tercüman oldu ve Şeyh Said İsyanı olarak adlandırılacak olan Kürt ayaklanması 1925 Şubat’ında başladı.(…)Şeyh Said, bir fetva ile hilafeti kaldıranlara karşı cihad çağrısı yaparak kendisini İslam’ın ve halifenin temsilcisi ilan etti. Ayaklanmacılar başlarda pek çok Kürt şehrinde idareyi ele geçirmeyi başardılar ve ardından Diyarbakır’ı kuşattılar. Diyarbakır’ı ele geçiremeyen Şeyh Said  ve ayaklanmacılar bölgeye sevk edilen merkezi ordunun karşısında tutunamadı. 14 Nisan 1925’te Şeyh Said ve arkadaşları ele geçirildi. Diyarbakır’da kurulan İstiklal mahkemesinde yargılanan Şeyh Said ve 46 arkadaşı idam cezasına çarptırıldı. Ceza 29 Haziran 1925’te infaz edildi."
 

NEWROZ VE NEVRUZ ÜZERİNDEN HEGEMONYA SİYASETİ
Delal Aydın Elhüseyni "Newroz Nasıl Kürtlerin Oldu?" başlıklı yazısında Newroz mitinin hangi süreçlerden geçerek bugünkü anlamını kazandığını, başka bir deyimle Newroz’un nasıl Kürtlere ait kılındığının izini sürüyor.
 

Kawa efsanesinin farklı zamanlarda Türkiye’deki Kürt hareketleri tarafından ulus inşası için bir araç olarak kullanılmasının ilk örneğini Kürdistan Teali Cemiyeti üyelerince 1918-1919 yılları arasında yayımlanan Jin dergisi sergilemiştir. İttihat Terakki ile aynı politik programı takip eden Jin dergisi geleneksel Kürt toplumundan Avrupai anlamda modern bir ulus yaratmak istediği için özel günlere ihtiyaç duyuyordu. Özel günler oluşturma siyaseti doğrultusunda Kawa efsanesi, Kürtleri diğer uluslardan ayıran bir anlatı olarak gündeme geldi. Fakat Demavend bölgesinde "İyd-i Kürd" olarak kutlanan bu günün kutlanma tarihi 31 Ağustos olarak belirlenmişti. Newroz ise bundan farklı olarak bir yılbaşı günü olarak anılmaktaydı. Kürt Teali Cemiyetinin programının uygulanamaması Kawa efsanesi ve Newroz üzerinden yapılmak istenen inşa çabasını sekteye uğrattı. Yıllar sonra Ağrı İsyanının komutanı olan İhsan Nuri Paşa İran’da yayımladığı Kürtlerin Kökeni adlı kitabında Kawa efsanesi üzerinden özel gün oluşturmaya çalıştı. İran’da kutlanan Newroz’un sadece Kürtlerin bayramı olamayacağını düşünen İhsan Nuri’nin kitabı Türkçe’ye ancak 1977 yılında çevrilebildiğinden mit oluşturma konusunda farklı bir ses oluşturamadı.   Bu yıllarda  ortaya çıkan sosyalist Kürt örgütleri Kawa efsanesi ile Newroz’u birleştirek özel gün oluşturma siyasetini çoktan uygulamaya koymuşlardı bile. Adını Kawa’dan alan Kawa dergisi Demirci Kawa’yı "Kürdistan’ın Spartaküs’ü" olarak tanımlarken Rızgarî dergisi Newroz’u barbarlığa ve zulme karşı isyanın yol göstericisi olarak öne çıkarıyordu.
Devrimci hareketler tarafından sahiplenilen Newroz 12 Eylül sonrasında Kürt hareketlerinin yanında sosyalist çevrelerce de kutlanıyordu. Fakat bu yıllardaki kutlamalara genel olarak halk katılmadığı için henüz bu bayram kutlamaları kitleselleşmemişti. Etkinlikler daha çok Kürt örgütlerinin düzenledikleri gecelerde yapılan eylemlerle sınırlıydı. Devrimcilerin Newroz’u kitleselleştirebilmeleri ancak Diyarbakır cezaevinde kendisini asarak intihar eden Mazlum Doğan’la gerçekleşti. 21 Martta intihar eden Mazlum Doğan PKK tarafından  "Çağdaş Kawa" olarak anıldı ve yeni bir geleneğin icat edilmesini sağladı. 1990’lı yıllardan sonra Kürt hareketleri tarafından yapılan Newroz kutlamaları hareketi kitleselleştirdi.
Öte yandan devletin bu bayramı Nevruz olarak kutlamaya başlaması ve bu bayramın aslında Türk bayramı olduğunu ilan etmesi yaşanan çatışmaya yeni bir ideolojik boyut kazandırdı. Newroz’un Kürt hareketi tarafından yeniden inşası karşısında devletin yaklaşımı bir taraftan zor kullanmak diğer taraftansa Nevruz’un Türk bayramı olduğunu ispata dönük sahte bir tarih inşasını beraberinde getirdi. Abdulhaluk Çay’ın Türk Ergenekon Bayramı Nevruz kitabının her basımında kalınlaşması devletin Newroz’u soğurma siyasetinin önemli bir göstergesidir.  1991 yılında resmi bayram olarak ilan edilen Nevruz’u ideolojik olarak donatmak için büyük bir karşı atak ortaya koyan devlet spordan siyasete, çocuk kitaplarından milli piyango çekilişlerine kadar pek çok alanda Nevruz siyasetini görünür kıldı. Öyle ki, Diyanet İşleri Başkanlığı "ulusal birlik ve beraberlik" temalı hutbeleriyle devletin ideolojik aygıtı olma misyonunu yerine getirmekten kaçınmadı.  Aradan geçen yıllar içinde protokol olarak kutlanmaya devam edilse de Newroz’un coşkusu resmi devlet kutlamalarından ziyade Kürt hareketinin kutlamalarında ortaya çıkmaktadır. Artık insanlar ister istemez Newroz’u Kürtlerin bayramı olarak görüyorlar.  Elhüseyni yazısı boyunca Newroz’u karşı hegemonya yaratmanın önemli bir aracı olarak görürken Nevruz’u zulmü sürdürme çabasının bir parçası olarak görüyor.
 

Metin Yüksel, Kürtçenin hayatta kalma mücadelesini yayıncılık ve dergiler üzerinden özetliyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan siyasi harita Kürtçenin Ortadoğu ve Kafkasya’daki tarihsel macerasının Şam,  Erivan, Ankara hattındaki seyrinin daha çok hayatta kalma ve diriliş olarak okunabileceğini belirten Yüksel, Kürtçenin Türkiye’de yasaklanmış olmasının hayatta kalma mücadelesine işaret ettiğinin altını çiziyor. 1930lu yıllarda Kürtçe konuşmanın yasaklanması ve Kürtçe konuşanlara verilen para cezası konusunda verdiği bilgiler oldukça önemli. Kürtçe konuşanlara verilen para cezasının 50 lira oluşunun anlamını kavramak için bu yıllarda İstanbul’da 10 liraya ev kiralanabildiğini ve 1938’de "Siyasal Bilgiler Okulu"nda asistan maaşının 35 lira olduğunu hatırlamak gerekecektir. Musa Anter çocukluğunun Mardin’inde Kürtçe konuşanlara kelime başına 1 lira ceza verildiğini anlatması ise bir başka trajik örnek.  Şam ve Erşvan’da ise Batılı bir eğitim alan Bedirxan Kardeşler ile Rus ve Ermeni Kürdologlardan ders alan Kürt aydınlar Kürtçenin yazı dilinin gelişimi noktasında önemli katkı sunmuşlardır.  Yüksel bu yıllarda sadece Kürtçenin değil Arapça konuşmanın yanı sıra, Latin harfleri ile hazırlanan Çerkes alfabesinin de  yasaklandığını belirtiyor.
Emine Rezzan Karaman ise parçalı bir sosyo-politik ortamda ortak bir Kürt kimliği yaratmak için dernekler kurup, dergi ve gazeteler çıkaran Kürt entelektüellerinin Kürtlüğü inşa çabalarına değinerek milliyetçilik hareketlerinin ortak ve farklı yönlerini kavramak bakımından önemli veriler sunuyor.
 

TARİH YAZIMINDA YAŞANAN KIRILMALAR
Mest Yeğen’in sorularını cevaplayan Abdülhamit Kırmızı, Türkiye’deki tarih yazımının Kürtlerle ilgili olarak kurduğu ötekileştirici dil konusunda önemli noktalara temas ediyor. Elbette sadece Kürtler konusuna değinmiyor Kırmızı. Ulus devlet odaklı tarihçiliğin devletle ilişkilerinden akademi dışı alternatif tarih yazımlarına kadar pek çok meseleye değiniyor.  Fakat ben bu değerlendirmede Kürtler etrafında söylediklerine dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’deki ulus devlet odaklı tarihçiliğin 1960’lı yıllardan itibaren bozulmaya başladığını belirten Kırmızı 1961 yılında Irak’ta Barzani hareketinin etki alanının genişlemesinin Türkiye’yi kaygılandırdığını ve bu kaygının sonucunda bazı kitapların yayınlandığına dikkat çekiyor. Sözgelimi Cemal Gürsel’in önsözü ile yayımlanan Şerif Fırat’ın Varto Tarihi o zaman çıkıyor. Türk Kültürü dergisi bu yıl yayımlanmaya başlıyor. Minorski ve Nikitin gibi oryantalistlerin yaptığı Kürt tarihi çalışmaları dışında İsmail Beşikçi gibi isimlerin de farklı noktalara değinmeye başlamaları aynı yıllara rastlıyor. İlginç bir biçimde Türk ulus devletinin ilerlemesini savunan Bernard Lewis’in The Emergence of Modern Turkey’i de 1961 yılında yayımlanıyor.
Osmanlı tarihçiliği alanında yapılan yeni araştırmalarda ihmal edilmiş alanların, mekanların ve taşraların çalışıldığını biliyoruz. Fakat buna karşın Osmanlı tarihçiliğinde halen Kürt meselesinin ve Kürdistan’ın yeterince ele alınmayışı konusuna şöyle açıklama getiriyor Kırmızı: "Mesele sadece Kürtlerle ilgili değil. Birincisi, Cumhuriyet sadece gayrimüslimleri ve Kürtleri değil Türkleri de formatladı. İkinci sorun Osmanlı tarihçilerinin hep merkezin gözüyle tarih yazmış olmalarıydı." Tarihin her zaman bugünden bakılarak yazıldığının altını çizen Kırmızı Arap dünyasının Osmanlı tarihçiliği alanına dahil olmasını Nahda ve Arap-İsrail savaşıyla açıklıyor. Yine aynı şekilde 1989’da Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından Bosna’da ve Kosova’da krizler baş gösterince Balkan tarihçiliğini patlama yaptığını belirtiyor. Tarihin nihai tahlilde geçmişteki birçok hikâyenin içinden tarihçinin çekip çıkardığı, kendi dünya görüşü çerçevesinde inşa ettiği bir alan olmasından dolayı sadece belgelerin herhangi bir anlam ifade edemeyeceği üzerinde de duran Kırmızı genelde suskun olan belgelerin bazı durumlarda bizzat tarihçiler tarafından nasıl suskun kılındığını anlatırken şu örnek üzerinde duruyor: " Musa Çadırcı önemli bir idare tarihçisidir, yazdıklarını önemli bulurum. Bir makalesinde 1847’de Kürdistan Eyaleti’nin kurulmasından bahsetmek zorunda, ama bu ismi kullanmamak için bin dereden su getiriyor, "yeni bir eyalet kuruluyor" vs. dedikten sonra eyaletin ismi daha sonra Diyarbakır Vilayeti oluyor, diyor. Yani bizzat Osmanlı devletinin  kendi eyaletine verdiği  ismi saklamaya çalışıyor, kullanmamak için inanılmaz bir çaba harcıyor. Devlet 1847-1867 arasında Kürdistan eyaletini resmi isim  olarak, yani coğrafi bir isimlendirme dışında, resmi bir yönetim birimi olarak kullanmış."
Kırmızı’nın söyleşisi hem genel tarihyazımı/ Cumhuriyet tarihçiliği hem de Kürdistan tarihi konulu çalışmaları anlamak bakımından bağlamın ve dönüşümlerin ne kadar belirleyici olduğunu göstermesinden dolayı dikkatle okunması gereken bir söyleşi. Seksenlere kadar Cumhuriyet tarihçiliğinin suskun kaldığı Kürt meselesi konusunu anlamak için Cemal Süreya’yı da hatırlatması iyi olmuş: "Belki de biraz geç rastladım sana/ Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza"
Kürt halkının görsel tarihinden kesitler sunan Mehmet Bayrak’ın metinli "Kızılbaş-Kürt Kartpostalları" yazısı dünü bugüne taşıyan görsel belleğin  ne kadar önemli olduğunu bir kere daha kanıtlıyor. Görsel ürünler konusunda oldukça güçlü bir arşivi olan Bayrak bunlardan bir kısmını 2002 yılında Gravürlerle Kürdler ve 2008 yılında Osmanlı’da Kürd Kadını adıyla yayımlamış. Onun yıllardır gerek farklı albümlerden gerekse Osmanlı döneminde yayımlanmış eserlerden derlediği 10 klasörlük malzemesinden oluşacak olan Fotoğraflarla Osmanlı Kürtleri konulu bir albüm "Kürdi hayatın" görsel izleri bakımından hayırlı bir hizmet olacaktır.

Bayrak, böyle bir çalışmanın ancak kurumların katkısıyla yayımlanabileceğini ifade ediyor. Belki günün birinde, bu projeyi gerekli gereksiz pek çok albüm yayımlayan kurumlardan biri üstlenir.

Asım Öz

Dünya Bülteni