Tahıl tanelerini iki taş arasında ezerek un elde etmeye başlayan insanlar, bu işlemi geliştirerek ilk değirmenleri ortaya çıkarmışlar. “Anadolu’nun Değirmenleri” kitabı Anadolu insanına yüzlerce yıl hizmet eden su ve yel değirmenlerini anlatıyor.
“Daha değirmene yaklaşmadan, uzaklardan bir su sesiyle birlikte inceden bir un kokusu gelir… Değirmenin dört yanında birer ulu çınar büyüklüğünde incirler, çok uzun tellikavaklar, kavaklara sarılmış asmalar, taa dağın yamacına kadar giden narlar… Aylardan haziransa al al dalgalanan nar çiçekleri… Arkın kıyılarında yabannaneleri, un kokusuna karışmış binbir koku. Değirmenin pervanesinden, köpüğe kesmiş, kaynayarak dökülen su. Suyun kıyısında bitmiş binbir kokuda çiçekler… Un kokusuna karışmış suyun kokusu. Son sarıasmalar incirlerde üst üste… Sapsarı her yan. Işılayan ekinler. Ova…”
Yaşar Kemal’in “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” adlı romanından alıntı bu satırlar. Aynı zamanda, “Anadolu’nun Değirmenleri” kitabından ufak bir kesit. Yem Yayınları’ndan yeni çıkan “Anadolu’nun Değirmenleri”nde, değirmenler daha çok mimari açıdan ele alınsalar da, sosyal ve ekonomik hayata katkı sağlamaları yönünden de detaylı bir şekilde incelenmişler.
Bugün bile en temel besin maddemiz olan ekmeği yapabilmek için ihtiyaç duyulan unu öğüten değirmenlerin ilk örnekleri Cilalı Taş Devri’ne (M.Ö. 9000-5600) kadar uzanıyor. Buğday, arpa, mısır, çavdar gibi tahıl tanelerini iki taş arasında ezerek un elde etmeye başlayan insanlar, bu işlemi geliştirerek el değirmenlerini ortaya çıkarmış. Değirmen taşlarını, başlangıçta aile bireyleri daha sonra köleler veya at, eşek, katır, deve gibi hayvanlar çeviriyormuş. Daha sonraları su ve rüzgâr gücüyle döndürülmeye başlanmış.
Su değirmenlerinin ekmeği daha lezzetli
Her ne kadar değirmenler zamanla gelişme gösterse de suyla çalışanlar hep en kıymetli olmuş. Zira su değirmenlerinin taşları ağır döner ve öğütülen buğday tanelerinden elde edilen unun ekmeği daha lezzetli ve kepeği ayrılmadığı için daha besleyici olurmuş. Bu yüzden halk arasında, elektrikle çalışan değirmenlerde öğütülmüş un yandığından ekmeğinin lezzetli olmadığı, yufkasının da iyi yazılmadığı kanısı yaygın.
Su gücüyle çalışan değirmenlerin, teknolojiye karşı koyamadığı için pek çoğu yıkılmış, bazıları da yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Üzülerek söylemeliyiz ki günümüzde hiçbiri çalışmıyor. Yel değirmenleri bu anlamda biraz daha şanslı ama elektrikle çalışan şehir değirmenlerinin her ikisinin de yok oluşunu hızlandırdığı kuşkusuz.
Yel değirmenlerinin tarihi de İslamiyet öncesi İran’a dayanıyor. Ünlü tarihçi Taberî’nin dünya tarihine ilişkin büyük kitabında, ikinci halife Hz. Ömer’in İranlı bir ustadan rüzgâr değirmeni inşa etmesini istediği yazıyor. Böylelikle yel değirmenleri kısa sürede İslam âleminin batısına, daha sonra kuzeyine ve nihayet Anadolu’ya yayılıyor. Avrupalılar ise bu değirmenleri ilk kez Haçlı Seferleri sırasında görmüş. Fransa ve İngiltere’de yel değirmenlerinin kullanıma açılması, ancak 12. yüzyılda gerçekleşebilmiş.
Ne yazık ki yüzlerce yıldır teknelerin ve yel değirmenlerinin yelkenlerini şişiren rüzgârlar, günümüzde elektrik üreten rüzgâr santralleri için esiyor.
Değirmenlerle ilgili bu tarihi bilgileri ve değirmencilerin hikâyelerini bulabileceğiniz “Anadolu’nun Değirmenleri” kitabı, mimari açıdan önemli bir kaynak. Atilla Bir, M. Şinasi Acar, Mustafa Kaçar’ın kaleminden çıkan kitapta değirmenlerin su kaldırma düzenleri, su değirmenlerinin matematiği, yel değirmenlerinin mimari yapısı gibi pek çok konu ele alınmış. Kitap, Anadolu’nun bu tarihi buluşuna bir saygı borcu adeta…
Kemaliye’deki eski bir su değirmeninin restore edilmiş hali.
Hüseyin Başağa su değirmeni ve türbesi. Hüseyin Başağa değirmeni Isparta merkezde bulunuyor.
Hüseyin Başağa su değirmeni ve türbesi. Hüseyin Başağa değirmeni Isparta merkezde bulunuyor.
Esra Keskin Demir
Zaman