Önsözden…
Türkiye tarihi günlerden geçiyor. Uzun bir dönemden beridir çok yoğun güç mücadelelerine tanıklık ettik, halen de özellikle dış politika alanında bu güç mücadeleleri tüm yoğunluğuyla devam ediyor. Bir yandan Antalya’da yapılan G-20 toplantısında, ABD başkanı Obama ile yapılan görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın model ortaklık tan bahsetmesi diğer yandan Türkiye’nin hava sahasını ihlal eden Rus uçağının düşürülmesi sonrasındaki tartışmalar devam ediyor. İkinci olayın sıcaklığı devam ederken söylenecek çoğu şeyin havada kalacağı malum. Fakat gelecek günlerin daha yıkıcı ve korkunç senaryolarla dolu olabileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün bu sıcak gelişmeler yanında kasım ayında yapılan genel seçimlerin neticelerini ve geleceğe etkilerini, dahası devlet aygıtlarının yeniden yapılandırılması gibi asli meseleleri de konuşmak gerekmektedir.
7 Haziran 2015 seçimleri sonrası Türkiye önceki on üç yılın aksine oldukça farklı bir tabloyla karşılaşmıştı. Nitekim AK Parti uzun süre sonra Meclis’te çoğunluğu kaybetmiş ve koalisyon ihtimali doğmuştu. Seçim sonrası koalisyon oluşturma sürecinde Erdoğan üzerinden AK Parti’ye yıkılan maliyetin muhalefete geri dönmesi, seçim sonuçlarını etkilemiş görünmektedir. MHP’nin kuvvetli bir hayırla olabilecek imkânları geri çevirmesi, CHP’nin olumlu görünen tavırlarının AK Parti’yi suçlayıcı bir dile dönüşmesi, HDP’nin zaten iktidarı kaldıracak bir olgunluk ve sorumluluk içinde görülmemesi, Türkiye’nin iç ve dış sorunlarını yüklenebilecek yegâne Parti olarak AK Parti’yi öne çıkarmıştır. Nihayetinde bunu seçime kadar oluşturulan geçici kabineye partilerin bakan verme tavırlarında da izlemek olanaklıdır. AK Partisiz hiçbir seçeneğin mümkün olmadığı, toplumsal bir realite olarak ortaya çıkmıştır. İki seçim arasındaki oran farkı, milletin azımsanmayacak bir kesiminin, AK Parti’nin kazanmasının istikrar ve ekonomik kenetlenme için kaçınılmaz olduğu sonucuna varmasıdır. Her ne olursa olsun seçim başarısı bölgedeki siyasî denklemi değiştirecektir. Doğal olarak Parti’nin tutumu farklı sorunları ele alırken daha güçlü olacaktır.
Ayrıca haziran seçimleri sonrası Kürt açılımı sürecinin ve PKK ile olan çatışmasızlık ortamının sona ermesi, akabinde son üç aylık dönemde doğuda çatışmaların yeniden başlaması asayiş sorunları ortaya çıkarmıştır. Tüm bu gelişmelerden, birkaç yıldır belirgin bir biçimde uyarı veren ekonomi ciddi anlamda etkilenmiştir. Zira Türk lirası yabancı para birimleri karşısında ciddi biçimde değer kaybetmiş, borsa gerilemiş, yatırımlar azalmış, ülkeden hatırı sayılır miktarda sıcak para çıkışı olmuş ve piyasalardaki istikrar ve güven ortamı iyiden iyiye bozulmuştur. Yine IŞİD ve DHKP-C başta olmak üzere diğer terörist oluşumların da sürece dâhil olmasıyla ülkedeki kamu güvenliği sorunu daha da artmış, buna karşın devlet de operasyonları bu örgütleri de kapsayacak biçimde genişletmiştir. Özellikle Ankara’da tren garı yakınlarında meydana gelen ve faili hâlen belirlenemeyen bombalı saldırılarda yüzden fazla kişi hayatını kaybetmiş, saldırı sonrası özellikle terörist oluşumlara olan operasyonlar ivme kazanmıştır. Türkiye tüm bu belirsizlik ortamında 1 Kasım 2015 günü genel seçimler için sandık başına gitti. Beklentilerin aksine bir önceki seçimden çok farklı bir sonuç ortaya çıktı ve AK Parti kısa bir aradan sonra büyük bir başarı elde ederek yeniden açık ara farkla tek başına iktidar olma hakkı elde etti.
Ne var ki, halk egemenliği anlayışının geçerli olduğu dünyanın başka bir yerinde bu kadar demokratik seçimlere girip kazanan bir iktidar bu denli gayri-meşru görülmemiştir. AK Parti’yi gayri-meşru gösterme çabaları son seçimle birlikte ortadan umalım ki kalksın. Bu açıdan seçimlere odaklı kadife darbe sürecinin bir araya getirdiği AK Parti karşıtı blok yol ayrımına girmiştir; ya pasifleşerek bu kitleyle eşitlendiklerini kabul edecekler ya da daha da radikalleşerek kendi tükenişlerini hızlandıracaklardır.
Türkiye’deki siyasî partilerin tarihlerine bakıldığı zaman dikkatimizi çeken ilk olgu, partilerin belirli zaman aralıklarında yaşadıkları yükseliş ve çöküş dönemleridir. Bu dönemler analiz edildiği takdirde karşımıza şu sonuç çıkmaktadır; siyasî partileri var eden yalnızca onların vaatleri değil aynı zamanda ülke içi ve dışında gelişen olaylarla birlikte, ülkedeki habitusların aldıkları tavırlardır. Bu tavırların, siyasî partilerin yükselişindeki desteği ve öngörüsü çöküş zamanlarında siyasî partileri terk etmiş ve siyasî partiler artık kargaşa ortamı için çözüm sunabilecek reçeteleri ortaya koymakta ciddi başarısızlıklar yaşamıştır.
AK Parti iktidarının tarihi, Türkiye’nin moderniteden postmoderniteye geçişinin de tarihidir aynı zamanda. Bir ara AK Parti’nin çokça kullandığı Eski Türkiye Yeni Türkiye dikotomisi Eski Türkiye’nin aslında moderniteyi Yeni Türkiye’nin ise postmoderniteyi temsil ettiğine dair çok da farkında olunmayan gizli bir anlam taşımaktadır. Beri yandan bugün iktidar partisinin önüne konan tüm engeller, 2000’li yıllarda benimsediği kimlikten,muhafazakâr demokrat kimliğinden uzaklaşmış olmasından kaynaklanmaktadır. Gezi olaylarının da içinde yer aldığı bir dizi gelişme bununla yakından alakalıdır. Bugün yeniden muhafazakâr demokrat kimliği AK Parti’ye zorla kabul ettirmek ve bu elbiseyi giymesini sağlamak; daha sonra da AK Parti üzerinden tüm Müslümanların dönüşümü sağlanmak istenmektedir. AK Parti yönetici kadrolarının bu noktaya çok iyi dikkat etmesi gerekmektedir.
Bu yüzden -seçimlerden ders çıkarması gerekenler yalnızca muhalefet partileri değildir. Bunlardan birisi de iktidar partisi olan AK Parti’dir, seçim sonuçlarını iyi değerlendirmelidir. Siyasetin dayandığı erk emanettir, emanet veren toplum, gereği yerine getirilmediğinde geri alabilir. Bir de iktidar hep adil, kapsayıcı ve geneli kucaklayıcı olmalıdır. Mütevazilik ve ağırbaşlılık inancımıza göre bir başarıdan sonra daha bir öncelik taşır. Mekke fethinden sonra Allah, Peygamber’e gururdan uzak olabilmesi için kendi gufranına sığınmasını emretmiş, ağırbaşlı olmasını tavsiye etmiştir.
Kabul edilmelidir ki, AK Parti’nin en zayıf olduğu alanların başında ideolojik aygıtlardaki performansı gelmektedir. Kendi pratiklerini teorikleştiremeyen bir kitlenin entelektüel problemler yaşadığı açıktır. İdeolojik aygıtlardaki zaafların yeni dönemde kapatılması gerekiyor. Bu sorun basitçe baskı aygıtlarıyla müdahaleyle çözülemez. Rıza imal edilmesi gereken bir şeydir. Cazibe merkezi oluşturacak söylemleri üreterek ortak olanı, genel olanı, evrenseli kurmalıdır. Siyasal alanın aksine ise buradaki sorun karizmatik karakterlerin yokluğudur. Söylem kurucu rolü oynayacak entelektüel karizmaların eksikliği göze çarpıyor. Siyasî ustaları entelektüel ustalar takip edemiyor. Sadece kendi kitlesine yaslanmamalı, anlamlı sözlerle evrensele açılmalıdır. Zira herhangi bir toplum sürekli olarak karizmatik figürlerin zamanındaki gibi radikal süreçlerde var olamaz. Siyasal iktidar mücadelesi her an yaşanırsa orada toplumun imkânsızlığından söz ederiz ancak. En büyük sorun ise karizmatik otoriteden sonra düzenin işletilmesidir. Önümüzdeki dört sene büyük beklentilerin test edildiği bir zaman dilimi olacaktır.