Balfour Deklarasyonu’nun yüzüncü yılında Ortadoğu’nun içine girdiği süreçte kendisini müslüman olarak kabul eden, Allah’a ve ahiret gününe iman eden herkesin, özellikle, müslüman Türk, Kürt, Arap ve Fars kardeşlerimizin takınacakları ortak tavır, adalet ekseninde bir barış ortamının sağlanması için duruş ortaya koymak, nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır. Uzun yıllar kader birliği yaptığımız, kanlarımızın karışıp bu toprakların tümünü suladığı, kız alıp kız verdiğimiz, etle kemik olduğumuz bir halkın çocuklarına karşı takınılacak tavır, sevgi, saygı ve kardeşlik olmalıdır.
Türkiye acilen, muhafazakâr demokrasiyle milliyetçi söylemin oluşturduğu ittifakın etkisiyle son yıllarda dozu gittikçe artan milliyetçi perspektifi terk etmelidir. Bu perspektif birleştirici değil parçalayıcıdır. Türkiye’nin görevi, paramparça edilmek istenen İslâm coğrafyasına önderlik etmek olmalıdır; böyle bir sorumluluğu vardır. Türkiye, İslâm ülkeleri ile arasında olan sorunları, bu sorumluluk çerçevesinde ele alarak çözmek zorundadır.
İttihatçıların, Şerif Hüseyin ve oğullarının, 100 yıl önce göremeyip düştükleri tuzağa ve Molla Mustafa Barzani’nin düştüğü tuzağa, bugün Müslüman hassasiyeti olan hiç kimse düşmemelidir. Ortadoğu, 100 yıl önceki gibi, yeniden bölünmek, daha küçük parçalara ayrılarak daha kolay yutulmak istenmektedir. Yeni düşmanlıklar ihdas edilerek çatışmalar ve savaş ortamı oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Acil gündemlerin en kışkırtıcı yanı, insanı serinkanlı düşünmekten, sağlıklı kararlara varmaktan uzak tutma kabiliyetidir. Böyle durumlarda insan tek başına kalmamalı, mutlaka istişare hukukunu gözeterek “hayırlı işleri genişçe yaymak” yani “birr” ödevini yerine getirmelidir. Aksi halde acil gündemin dümen suyunda aşırı duygusal davranma tehlikesi mevcuttur. Bu tehlike bireylerin kendi zihin ve kalplerini zincirlemelerine benzemez. Bütün toplumun zihnini ve kalbini zincirleyebilir.
Türkiye’nin, mevcut iktidar üzerinden hareketle düşmanları tarafından köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı bu süreçte, toplumun daha kenetlenmesi, mezhep, meşrep ve sivil organizasyonların, ötekileştirici, dışlayıcı, tahkir edici dili bırakıp ciddi bir itidal diline sarılmalarının vaktidir. Elbette bu tutumun yukarıdan aşağıya doğru yansıtılması en doğrusu olacaktır. Herkesin takdir edeceği üzere bu bağlamda, öncelikle siyasilerin çok daha hassasiyet göstermeleri gerekiyor.
Bazı Başlıklar:
Tahkir Edici Üslupla Sorunlar Çözülemez/Burhanettin CAN
Gündem Telaşını İtidale Çekmek/M. Önal MENGÜŞOĞLU
Balfour Deklarasyonu: Bir Ulusa Verilen Vaat/Martin KRAMER
Gerilen Türkiye-ABD İlişkileri ve Gelecek/M. Samet TOMAKİN
Din Yorgunu Olmak veya Dini “Yormak”/Ahmet DAĞ