Edebiyata heves duyan gencecik okurlar sağolsunlar içten bir merakla soruyorlar bazen: “Yazar olmak nasıl bir şey?” İşte bu yazı onlar ve sadece onlar için… Türkiye’de yazar olmak:
*Saatler, haftalar, aylar, seneler boyu aşkla, muhabbetle, özenle, sabırla, sebatla, tutkuyla didinmek, iğneyle kuyu kazar gibi satır satır, sayfa sayfa çalışmakçalışmak-çalışmak demektir. Bu işin yüzde 15’i kabiliyet ise yüzde 85’i emektir.
*Edebiyatı, romanları, buradan ta ötelere uzanan hayaller kurmayı, kelimelerle kalpten kalbe köprüler örmeyi sevmek ve kendini bir başkasının yerine koyabilmek, empati kurabilmek, hayata bambaşka açılardan bakabilmek, yüreğini ve zihnini geniş tutabilmek demektir.
*Hayallerin ve hikâyelerin naif dünyasında ikame etmeyi şu hırçın ve kavgacı “gerçek” âleme yeğlemek, hatta zaman zaman roman karakterlerini etten kemikten müteşekkil kimi insanlardan daha samimi, daha hakiki bulmak demektir.
* Harfleri ve kelimeleri çok ama çok sevmek, bir tek cümle için bazen bir saat düşünmek, ciddiyetle araştırma yapmak, ayrıntılara meftun olmak demektir.
*Her kitabın çıkışından önce hem çocuksu bir heyecan ve sevinç, hem de adeta eski bir dostuna veda edercesine burukluk ve hüzün duymak demektir.
*Roman kitabevlerine dağıtıldıktan sonra bir müddet söyleşiler verip, imza günleri düzenleyip sonra gene sessiz sedasız kendi kabuğuna çekilmek, yazıya dönmek, evrensel ve kadim olan hikâye anlatma sanatına canıgönülden inanmak, hep inanmak demektir.
*Bu esnada hiç tanımadığın, bir kez olsun tanışmadığın ve belli ki seni zerre kadar tanımayan kimi insanların ileri geri sözlerine maruz kalmak; gene de kimsenin aleyhine konuşmamaya özen göstermek, polemiklerden uzak durmak, sana avuç avuç çamur atana bir katre dahi çamur at-ma-mak, karşılık vermemek demektir.
*Seneler boyunca edebiyattan geçimini sağlayamadığın için başka işler yapmak, iki kat çalışmak durumunda kalmak, yazıya ancak akşamları ya da geceleri zaman ayırabilmek, on dört sene sonra kitaplarından para kazanmaya başladığında bu sefer de sırf bu yüzden eleştirilmek demektir.
*Eleştiriyi “bir şahıs hakkında tamamen olumsuz ve yıkıcı laf üretmek” zanneden bazı insanların imalarına, zanlarına, dedikodularına ve iftiralarına hedef olmak; bilhassa elit kesimin tepeden bakan, kimseyi beğenmeyen küçümseyici tavırlarına maruz kalmak, kitaptan çok kâtibin, yazıdan ziyade yazarın konuşulduğuna tanık olmak, her seferinde derin bir soluk alıp “Bu da geçer ya Hu” diyebilmek demektir.
*Seni ve ruh halini en iyi başka edebiyatçılar anlar, verdiğin emeği ne de olsa en iyi onlar kavrar zannederken ne gariptir ki gene aynı çevrelerden habire iğneli, habire ağılı laflar işitmek, gene de duymazdan gelmek demektir.
*“Kendisiyle söyleşi yapanlara iPad veriyor” yahut “Kitabını imzalarken yanında promosyon kırtasiye dağıtıyor” veya “Sarışın ve kadın olduğu için Batı’da ilgi görüyor, bu yüzden kitapları basılıyor” gibi yakıştırmaları internet sitelerinde, gazetelerde okumak, gözlerine inanamamak demektir.
*“Kitap kapağında takım elbise giymiş erkek resmi var, bak bu kitabın kapağında da erkek resmi var, demek ki kapak çalıntı” lafını duymak demektir.
*“Romanında Londra’da yaşayan göçmen aile var, bak öteki romanda da Londra’da yaşayan göçmenler var, hatta onlar da camdan bakıyorlar, demek ki 450 sayfalık bu roman aşırmadır” iddiasına rastlamak demektir.
*Söylenen ve yazılan bunca asılsız söze çoğu zaman gülüp geçmek, üzerinde bile durmamak, ama bazen de gülemeyip, kendi başına hüngür hüngür ağlamak demektir. Zaman zaman her şeyi bırakıp denizci olmak istemek, bunalmak-yorulmak-hırpalanmak demektir.
*Derken yolda sizi gören bir okurun yanınıza gelip, gözleri dolu dolu, yüzünde candan bir tebessümle size sarılıp, “Ben sizi o kadar seviyorum ki, hayatımda ne kadar büyük bir yeriniz olduğunu ah bir bilseniz” sözünü duymak, boğazında bir düğümle kalakalmak demektir.
*Beni nişan ve evlilik törenlerine, doğum günlerine davet eden, benden sevgililerine evlenme teklif ederken yanlarında bulundurmak üzere kitap imzalamamı isteyen, yatalak annesine okumak için kitabımı aldığını anlatan okurların mesaj ve mektuplarını okumak; düğün davetiyelerine AŞK’tan pasajlar koyanlara rastlamak yahut hapishaneden yazıp romanlar aracılığıyla hayata yepyeni bir nazarla baktıklarını söyleyenleri görmek; aynı aile içinde üç kuşağın aynı romanı okuduğuna ve sevdiğine tanık olmak; imza günüme gelen ve kuyrukta sabırla bekleyen 87 yaşındaki İstanbul hanımefendisi Leyla Hanım’ı, Diyarbakırlı garson Yılmaz’ı, Köln doğumlu ve bugüne kadar sadece Almanca okuduğu halde artık benim romanlarımla Türkçe edebiyat okuduğunu anlatan Murat’ı dinlemek; yüzlerce, binlerce okurun gözlerindeki muhabbeti, yüreklerindeki saygıyı ve aslında onların sadece ve sadece kitapla ilgilendiklerini, romanı sevdiklerini görmek; okurlarınla kurduğun bağdan taptaze bir enerji, ilham ve feyz almak; insana inanmak, edebiyata meftun olmak, harflere sevdalanmak demektir…