Sıra dışı bir konu sıra dışı bir roman: Azade

Kitap
“Azade: 10 Numaradaki Sır” bir polisiye roman. Azade başörtülü bir gazeteci ve olaylar Türkiye’de geçiyor dersek yeterince ipucu vermiş oluruz sanırım. +15 başlığı altında Genç Yetiş...
EMOJİLE

“Azade: 10 Numaradaki Sır” bir polisiye roman. Azade başörtülü bir gazeteci ve olaylar Türkiye’de geçiyor dersek yeterince ipucu vermiş oluruz sanırım. +15 başlığı altında Genç Yetişkin romanları yayımlayan Timaş logosuyla kitapçı raflarında arzı endam eden bu romanın yazarı, Erzurum Aziziye Koleji’nde çalışan edebiyat öğretmeni Özlem Gürhan. Gürhan’la Azade hakkında konuştuk.

Kitabınızı okudum. Hem de bir solukta. Sürükleyici ve etkileyici bir roman. Agatha Christie’yi hatırlattı. Polisiye roman okumayı sevdiğiniz bir tarz mıdır? Sizi bu romanı yazmaya teşvik eden neydi?

Okurlarımdan bazıları Azade’yi sürükleyici ve etkileyici olarak nitelemişler. Kitapla ilgili ilk gelen tepkiler hep bu yönde. Ben de kitaba gösterilen ilgi için ve bu yorumlar için tüm okuyuculara teşekkür ediyorum. Aslında on, on iki yıl önce Agatha Christie okuduğum doğrudur. Ancak kendi kitabımı oluştururken kimseyi hatırlatmak ya da çağrıştırmak gibi bir amacım olmadı. Bunu zaten kesinlikle istemem. Ben bana has bir yol tutmak istemiştim. Valery’nin bir sözü vardır: ” Aslanı yediği şeyler aslan yapar” bu açıdan bakarsak elbette okuduklarımız bizi biz yapmıştır. Polisiye çok severek okuduğum bir tarzdır. Ancak okuma kültürü ailemden aldığım bir alt yapıyla oluştuğu için sadece polisiye değil, değişik tarzda birçok kitap okumayı severim. Hikâye ve roman bende her zaman özel bir yere sahiptir. Hele de gerçek hayatı bize daha da özel bir kurguyla taşıyan eserleri okumaktan çok keyif alırım.

Polisiye tarz özellikle yazmayı amaçladığım bir alan mıydı?

Azade’nin bir cümlesi var: Hayat insanın umduğunu değil, bulduğunu yaşamasıdır” der. Biraz öyle oldu aslında. Çalıştığım ve birçoğunu tamamladığım dokuz roman – hikâye dosyasının arasından polisiye olanın yayınlanmasını, bu kitabın okur kitlesine bağlıyorum. Hayatımda en çok arzuladığım, hayalini kurduğum şey, gençler için, bizi bize anlatan fakat bunu sıkmadan, popüler kültürün unsurlarını ideallerimiz lehine kullanan kitaplar yazmak. Özellikle popüler kültürü kıyasıya eleştirenlerin bu eleştirileriyle, bazı yönlerden haklı bile olsalar, bir yere varamadıklarını düşünüyordum. Bu nedenle kafamda hep tasarılar vardı. Azade’yi bu altyapı oluşturdu, demek yanlış olmaz. Bir de, bir türde yazılan kitaplardan çok okursanız, bir süre sonra okuduğunuz kötü kitaplar ben daha iyisini kurgular ve yazarım hissini oluşturuyor. Ben bu düşünceyle tufak tefek denemeler yapmıştım.

Özel bir okulda çalışıyorum ve öğrencilerimle etüt çalışmalarımız oluyor üç sene önce etütlerde ciddi şekilde yazı yazmaya ve bunları boşluklarda çocuklarımla paylaşmaya başladım. Öğrencilerim birçok bölümü beğendiklerini, sevdiklerini, dilini akıcı bulduklarını dile getirdi. Bu ilk okuyucuların olumsuz gördükleri yerleri törpülemeye çalıştım. Yeniden yeniden yazdığım yerler oldu. Azade böyle şekillendi.

Osmanlı’da bilimsel kitapların, herkes okusun diye roman formuna denk gelen sade mesnevilerle ve sade nesirlerle yazıldığını okumuştum. Batıda bunun yansımalarını görüyorum. Bir yazar, başlangıçta kuş gözlemcisi mesela, ama gözlemlerinden milyonlar tarafından okunacak bir kitap çıkarabiliyor. Eco o ünlü “Gülün Adı” adlı kitabında bir cinayeti mi anlatır sadece? Ben öyle düşünmüyorum. O kitap orta çağı anlatan birçok didaktik belgenin yapamadığını roman formatında, hem de zevkle okutur ve öğretir. Ortaçağı mimarisinden, karışık inançlarına, batı ve doğu karşılaştırmalarına ve kitap değerlerine kadar her şeyiyle anlatır. Ve bir roman olarak okunma zevkinden sizi asla mahrum bırakmaz. Biz daha çok malzemeye sahip bir ülke olarak daha iyilerini neden yazamayalım ve okutmayalım?

Türkiye’de yazılan polisiyelerden farklı bir kitap. Karakterleriyle özellikle. Karakterleri kurgularken buna özellikle mi dikkat ettiniz?

Yazdığımız şeyler, diğerlerinden farklı yanlarıyla sıyrılmayacaksa kaybolup gidecektir. Geleceğe kalamaz. Karakterleri kurgularken bir tezim vardı. Kadınlar, bizdeki birçok filmde ve kitapta güçsüz tipler olarak anlatılıyordu. Tam koşmaları gerekirken, ayakları burkulan, topukları kırılan, hız kesen tipler… Peki, yıllarca okuduğumuz, gece gündüz kar kış soğuk demeden, cepheye mermi taşıyan, kılıç silah kuşanıp gerektiğinde kundaktaki bebeğini evde bırakıp evdeki satırla düşmanın üzerine atılan o kadınlar neredeydi? Hz Ömer’e sen bizim bildiğimizden farklı bir şey mi biliyorsun? Diye devrin devlet başkanına hatasını gösteren o cesur kadınlar hiç yaşamamış mıydı? Marangozluk yaparak fakirlere yardım eden peygamber eşleri yok muydu?

Ben kadınlarımızın güçlü olduğunu öyle kolay kolay yıkılıp pes etmediklerini düşünüyorum. En ufak bir zorlukta yıkılıp giden, mücadeleden vazgeçen kadınlar yukarıda saydıklarımızın mirasçıları olamaz. Azade bu fikirlerle oluştu. Karanlıklardan korkmuyor, cepheye gece gündüz kağnıyla mermi taşıyan kadınlar gibi. Bu iş yapılamaz demiyor, kendi devrinde marangozluk yapan mümin anneleri gibi. Doğruyu yapıyor ve yaşıyorsanız etrafınızdakilerin ne düşündüğü çok da önemli değildir fikrini yaşıyor Azade.

Kitaptaki olay örgüsü hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı algısı uyandırıyor okurda. Hedef kitlenizin yaşını göz önünde bulundurursak bu da mı bilinçli bir tercihti?

Kesinlikle! Hiçbir ölüm sıradan değildir. Ve normal karşılanmamalıdır. Dünya dayanma dünyasıdır, darılma dünyası değil. Hiçbir insan sebepleri ne kadar güçlü olursa olsun, ölümü düşünmemeli ve yaşamamalıdır. Günümüzde bazı şeylerin kolayca telaffuz edilmesi – özellikle de gençler tarafından – beni çok rahatsız ediyor. Hayatımız bin bir güçlükle dolu olabilir, bu güçlükler bize verilmiş hediyelerdir. Kum tanesini inciye dönüştürebilen istiridyeler gibi olmalıyız. Zorlukları evirip çevirip inci yapmalıyız.

Azade başörtülü bir gazeteci… Bize Azade’den söz eder misiniz? Kurgularken bu karakteri neler düşünüyordunuz?

Bunun cevabı kitabın kendisi aslında! Azade bir şeye isyan ediyor: Bu ülkede kimse ne okuduğunla, ne kadar okuduğunla, işini ne kadar önemseyip, ne kadar iyi yaptığınla ilgilenmiyor, diye. Bazıları Azade’yi hiç olamayacak bir karakter olarak algıladılar. Oysa imkânsızlık insanların kafasında bence… Kadın ya da erkek olmalarında değil. Kur’an’ın bakış açısıyla tarağın dişleri gibi eşit insanların zihninde engeller olamaz. İstedikleri, sevdikleri her işi canı gönülden ve başarıyla yaparlar. Azade, sevdiği işi en iyi şekilde yapmaya çalışan biri, o kadar.

Ben bu karakterle birilerini ötekileştirme amacı gütmedim. Düşündüğüm tek şey şuydu: İnsanı insan yapan, giysileri kıyafetleri değil, düşünceleri, yaşayışı ve hayatı yorumlayışıdır. Ben de bu fikri verebilmeye çalıştım. Toplumunuza ne kattığınız, insanlarınıza ne verdiğinizdir sizi öldükten bile sonra zihinlere kazıyacak olan, giydikleriniz ya da giymedikleriniz değil.

Romanın sonu çok ilginç, öyle bir kötü karakter kurgulama fikri nasıl oluştu zihninizde?

Öğrenciyken yazdığım bir yazıyı okuttuğum bir arkadaşım, kendi yazısına benim fikrimi işleyip benden önce hocaya göstermişti ve çok övgü almıştı. Orada yüreğimi sızlatan arkadaşımın aldığı övgü veya elde ettiği başarı değildi. Bu apaçık bir hırsızlıktı ve hırsızlığın her türlüsü kötüydü. Belki en kötüsü hırsızlık gibi algılanmadan bir takım şeylerin izinsiz kullanılmasıydı. Daha sonraları intihal davalarının sanat dünyasını ne kadar sarstığını fark ettim. Bir kitap için, bir hikâye için zamanını, emeğini her şeyden önemlisi fikirlerini veren insanlar eserlerinin tamamını ya da bir bölümünü çaldırınca ne hissederler? Bu fikir, kitabın kötü karakterini biçimlendirdi diyebilirim. 

Öğrencilerle bir aradasınız sürekli. Onların neleri okuduğunu, nelerden hoşlandığını yakinen takip edebiliyorsunuzdur. Alacakaranlık serileri, fantastik romanlar furyası var. Neler söylersiniz bu konuda? 

Ben hiçbir kitabı okumadan eleştirmemeye çalışıyorum. Hatta bu sözünü ettiğiniz moda kitaplar ile ilgili konuştuğumuzda öğrencilerim: “Okumadan eleştirmememiz gerektiğini siz öğretmiştiniz.” demişlerdi. Ben bu tarz kitapları okuduktan sonra çocuklarıma şunları söyledim: “Sizi peşinden koşturan burada anlatılan olaylar, hâlbuki bu okumanın bir aşamasıdır. Bir kitap okuyup kapağını kapattığınızda ‘Ben bu kitaptan ne aldım? Ne kazandım?’ sorusunun cevabı sadece iyi vakit geçirdim olmamalı!” altını çizeceğin bir satır bile yoksa; burayı ezberlesem yeridir diye düşünmüyorsanız kitap sadece okuma eyleminin aracı olmuştur.

Tabii ben her şeye rağmen, kitap okuyan gençleri değerli görüyorum. Kendisini çeldiren her şeyden vazgeçip kitabı seçmiştir çünkü. Boş konuşmalardan, kendisini asla sorgulatmayan film ve dizilerden, etrafından koparan teknoloji furyasından ve daha birçok şeyden vazgeçerek kitap okumayı seçtiği için değerlidir. Doğru kaynakları okutmak istiyorsak, moda akımlara kapılmadan kalıcı olana gönülleri bağlamak istiyorsak bunu yapmak yazarlara ve insan yetiştirenlere düşer, diye düşünüyorum. Olumsuz eleştiriler sadece eleştirdiğimiz şeylerin popülaritesini artırır, o kadar. Onlar kendilerini niçin ve nasıl okutabiliyor sorusunun cevabını bulmalı ve doğru yöntemlerle bunları kendimize uyarlayabilmeliyiz.