Nigar Hacızade’in haberi
Yayın hayatına 1906’da, Avrasya’nın en kozmopolit şehirlerinden Tiflis’te başlayan haftalık Molla Nasreddin (Nasrettin Hoca) dergisi, Fas’tan Hindistan’a uzanan bir coğrafyada okunuyor, tartışılıyor, bazen sansürleniyor, elden ele geziyor ve bir neslin entelektüel gelişimini körüklüyordu. Sekiz sayfalık siyasi hiciv dergisi, Tiflis’ten sonra kısa bir süreliğine Tebriz’e, oradan ise Bakü’ye taşınarak 1931’e kadar yayın hayatını sürdürdü ve geriye sadece Azerbaycan ve Kafkasya’nın değil, Türkiye’nin, İran’ın, Orta Asya’nın kültürel-entelektüel hafızasına kazınmış bir miras bıraktı. Derginin ikonik karikatürlerini kitaplaştıran Slavs and Tatars kolektifi ve bu kitabı sayfalarına taşıyan New Yorker sayesinde, ‘Nasrettin Hoca’ Google aramalarında tekrar üst sıralarda. “Neredeyse dünyayı değiştiren dergi” başlıklı yazıda New Yorker yazarı şöyle diyor: “Evime gelip de kitabı eline alan herkes içinde kayboluyor. Güzel olduğu kadar bana inanılmayacak kadar yabancı ilüstrasyonlarla dolu”. Yayınlandığı zaman okuma yazma bilmeyenlere de hitap edebilmek için karikatüre ağırlık veren dergideki insan tasvirleri bizlere yabancı değil: sarıklı cüppeli mollalar, fesli kravatlı Osmanlılar, gözünde monokl Avrupalı erkekler ve koyun derisinden siyah başlıklarıyla Kafkasyalılar. İlham kaynağı bu bölgenin tümüne mal olmuş Nasrettin Hoca, yöntem de siyasi hiciv.
Karanlık dönem
Ancak derginin bir zamanlar nüfuz etmiş olduğu coğrafyada bugün yaşayanlar ile geçmiş arasında yine de bir kopukluk var. Türkiye’deki milli eğitim retoriğinde cumhuriyet öncesi Osmanlısı ekseriyetle karanlık bir dönem olarak tasvir edilir. Buna göre, Türk toplumu, ancak “tüm gericiliklerin müessibi olan, zar zor bir meclis açılıp o da hemen kapatılan” bu dönemin ardından cumhuriyetle kadın hakları, eğitim reformu, Batılılaşma, emperyalizm gibi sorunlarla ilgilenmeye başlayabiliyor. Dolayısıyla bugünkü toplumsal hafızamızda 20. yüzyılın başında İmparatorluk’ta yaşanan siyasi ve toplumsal hareketlere, reform tartışmalarının içeriğine, bu konulardaki dergilere pek yer yok.
Azerbaycan’da ise iki kolonyel dönem arasında çok kısa ve “yoğun” bir bağımsızlık yaşandığından (1918-1920), bu döneme ait toplumsal hafıza canlı tutulmuş. Molla Nasreddin dergisinin Azerbaycan’daki güçlü mirası, geçen yüzyılın başındaki sıcak konularla bugünküleri kıyaslama ve maalesef aynı olduklarını görme olanağı sağlıyor. Derginin işlediği tüm konular -Batılılaşma/modernleşme, İslam, kadın hakları, eğitim reformu, değişen dünya düzeni, basın özgürlüğü ve dil- bugün de o günkü kadar tüm bu coğrafyada gündemin parçası.
Derginin siyasi çizgisiyle ilgili en dikkat çeken şeylerden biri bir yandan gericilerin, bir yandan da emperyalist Batının ikiyüzlülüğü reddedilirken, aynı anda ne Müslüman karakterden ne de Batılılaşma talebinden ödün verilmemesi. Belki de derginin 20. yüzyılın başında, tüm dünya ile beraber Müslümanlar da değişir ve kimlikler yeniden tanımlanırken, bu derece kabul görmesinin arkasında yatan bu denge.
Yeni isim: ‘Allahsız’
1920’deki Bolşevik işgalinden ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin sonra ermesinden sonra editörlerin üzerinde parti çizgisine sadık kalma baskısı Moskova’nın, derginin adının “Allahsız” (ateist) olarak değiştirilmesini istemesi gibi emarelerle artar ve derginin kalitesi giderek düşer. 1931’de kapılarını kapatan derginin etkisi ise uzun yıllar devam edecektir. İslam-Batı çatışması söyleminin ayyuka çıktığı bugünkü noktadan görülen o ki, güya birbirine karşıtlık içeren ve iki ayrı uçta duran bu dünyalara dair insanların da, fikirlerin de aynı zeminde bir arada durduğu bir dönem, hem de 25 yıla birkaç asrın sığdırıldığı bir dönem yaşanmış. 1910’lu yılların çok-dilli, çok-merkezli, zeki ve komik Molla Nasreddin’i, demokratlığın, Müslümanlığın, çağdaşlaşmanın, milli aidiyetin, çoğulculuğun ve hoşgörünün yanyana durabildiğinin, ayrışık olmadıklarının gurur verici, umut verici bir kanıtı.
Alfabe krizi
Alfabe konusunda başına gelenler epik bir film olabilecek Azerbaycan’da, asırlardır Arap alfabesiyle yazılmakta olan Azerice’nin daha rahat okunabilmesi için Latin alfabesine geçilmesi gerektiğini savunan entelektüeller 1929’da Lenin’in kararıyla istediklerine kavuşuyorlar. Ancak Azerice’nin çilesi burada bitmiyor. 1929’dan sonra Arapça kitapların büyük kısmı toplanıp yok edilirken, Stalin, Kiril alfabesine geçme kararı alıyor. Bu da yetmiyor, Kiril alfabesinden Rusça sesler çıkarılarak Azeri dilini destekleyecek yeni harfler ekleniyor. 1993’teki bağımsızlıktan sonra ise tekrar Latin alfabesine geçiliyor. Özetle, bugün dergilerin orijinalleri elimize geçerse, 1900’lerin başında okuma-yazması olmadığı için resimlerle yetinen insanlardan bir farkımız olmayacak. Slavs and Tatars’ın deyimiyle “alfabedeki her değişiklik Azerileri kendi ülkelerinde göçmen pozisyonuna sokuyor”.
‘Molla Nasreddin’in geri dönüşü
Slavs and Tatars, Doğu Avrupa, Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’yı kapsayan bölgeye dair disiplinlerarası ve multi-medya çalışmaları yapan, bu bölgedeki alışverişlere mizah ve “polemikle” yaklaşan bir sanat kolektifi. Son işleri ‘Molla Nasreddin: The magazine that would’ve, could’ve, should’ve’ (Molla Nasreddin dergisi: yapardı, yapabilirdi, yapmalıydı) kitabının hikayesi Bakü’deki Kız Kalesi yakınlarında ikinci el bir kitapçıda dergiye rastlamalarıyla başlamış. Bu rastlantıyı “ilk görüşte aşk” olarak nitelendiriyorlar. Editörlüğü Christopher Keller tarafından yapılmış Molla Nasraddin kitabını www.slavandtatars.com adresinde bulabilirsiniz.
Radikal Hayat