Türk sinemasının usta oyuncularından Uğur Yücel, Muhsin Bey, Eşkıya, Hayatımın Kadınısın, Ejder Kapanı gibi birçok filmde rol aldı, televizyon dizilerinde oynadı. Oyunculuğunun yanı sıra seyirciyle senarist ve yönetmen olarak da buluştu.
Sinemada hem kamera önünde hem kamera arkasında yer alan Yücel, bu yılın başında çıkan ‘Yağmur Kesiği’ öykü kitabıyla da okuyucuyla bir araya geldi. İstanbul’da bir balıkçı kasabasında geçen hikâye, Türk, Yahudi, Ermeni, Rum gibi her biri farklı dinden ve kültürden karakterleri konu alıyor. Öykü kitabı Yücel’in yıllardır yazdıklarından süzülenler. Yazmaya senaryolardan aşina olduğunu belirten Yücel, “Her ne kadar uzun ara olsa da neticede yazarlık her ikisi de. Ama meslek haneme Yazar olarak eklenti yaptırmam. Böyle bir yazı biçimi benim için hobi.” diyor. Öykü kitabındaki kardeşlik hayatını günümüz Türkiye’siyle karşılaştıran Yücel, yalnız dinlerin değil milletlerin beraberliğine de ihtiyaç duyulduğunu söylüyor.
Farklı öyküler de var. İsim olarak neden ‘Yağmur Kesiği’?
Kesik lafı yakışıyordu ondan. Bir külhanlık, bitirimlik var Boğaziçi’ nden gelen. Yani dilde bazen belirginleşip öne çıkıyor. Kitabı bir öyküyle anlamlandırmak niyetiyle değil. Genel olarak yağmur altında bir sustalı kesiği hissiyatı esrarengiz gibi geldi.
Kitap ‘bütün yazılanlar çekilecek filmlere fragman’ cümlesiyle bitiyor. Öykülerinizi senaryolaştırıp çekmek gibi bir hayliniz var mı?
Evet! Yazarken sinema düşündürüyor bana öyküler. Bir de bunlar fragman derken bazı hikayelerdeki karakter ve atmosferlerin gelecek kitapta ya da filmlerde gözükeceğini de söyleyerek bitirmek istedim.
Daha önce bir röportajınızda “Hikayelerim var. Ama saklıyorum bir kenarda duruyor.” demişsiniz. Ancak şimdi bir öykü kitabıyla okuyucunun karşısındasınız? Fikirlerinizin değişme sebebini öğrenebilir miyiz?
Öyküler, senaryolar, düşünceler var ve bir köşede duruyor. Nedensiz bir hücre hapsi vermişim onlara. Sahneye çıkıp tiyatro yapmam için, oyunculuk yapmam için teklifler alıyorum. Yapmıyorum. Sebepleri çok anlamlı değil. Geçip gidiyor hayat. Artık çuvalı ters çevirme zamanı geldi sanki. Öyle hissettim. Öyle de olacak.
Kitap kapağınız çok sade ve bu sadelik dikkat çekici. Bu sizin tercihiniz miydi?
Yayıneviyle birlikte karar verdik. Bir çok fikir vardı en sadesini seçtik. Zarfa değil mazrufa bakılsın misali.
Oyuncu, yönetmen olarak tanıdık sizi. Şimdi de yazar olarak karşımızdasınız. Bu duyguyu tarif eder misiniz?
Ben de yeniyim bu hisse karşılık. Öte yandan çok senaryo yazdım. Her ne kadar uzun ara olsa da neticede yazarlık her ikisi de. Ama meslek haneme yazar olarak eklenti yaptırmam. Böyle bir yazı biçimi benim için hobi.
Kitabı okurken gönlünde bütün dünyayı barındırdığınızı fark ediyoruz. Peki Uğur Yücel nasıl bir yazar, sinemacı, oyuncu?
Ben seyrek de olsa mecburiyetten söyleşi yapıyorum. Kendimden söz etmekten çok sıkılıyorum. Artık Uğur Amca diyor çocuklar. Bilinmedik hiçbir yanım kalmadı. Benim için kendimden bahsetmenin hiç bir sürprizi yok. Gittikçe daha çocuklaşıyor daha delişmen oluyor insan işte o kadar.
Yazmaya ne zaman nasıl karar verdiniz?
Okumaya da erken başladım. Kitapkurdu değilimdir ama okuma hevesim kendiliğinden geldi ve kaldı. Bir gün Orta 1. Sınıfta Orhan Kemal’ in El Kızı romanını sömestrde okuyup özetini çıkartma ödevi vermişti hocamız. Başta babam herkes çok şaşırmıştı sonuca… Ben üşenmeyip olayın akışına kaptırmış ve ineklemişim tatilde koca kitabı. Bir özet dökülmüşüz. Sanki yeni roman… O zaman yazmanın kolay yapacağım birşey olduğunu düşünmüştüm. Ama kendim ne yazacaktım! 13 yaşında onu da yaptım. Çok sakladım ve kayboldu gitti ama güzeldi. Fakat hayat işte, yazarlıktan başka herşey yaptım.
Bütün yazdıklarınız bu kitapta mı?
Hayır. Bunlar yayımlanabilecek olanlar.
Kitapların devamı gelecek mi?
Bu okur-yazar ilişkisi benim için sahiden çok yeni ve sanırım seyirci- oyuncu ilişkisinden çok daha anlamlı. Seyirci seni sahnede uzak bir mesafeden ya da televizyonda, dvd de, her türlü pozisyondan izler, sinema perdesi iyice hayale dönüştürür oyuncuyu… Ama okuyucunun iki elinin içindesiniz. Ya kuş gibi okşayarak okuyacak ya da her an elini tırmalayacak bir kediyi sever gibi. Mutfakta, yatakta, otobüste ve işyerinde okuyor. Yani ruhunuz taşınıyor oradan oraya aslında. Bunu hissettirdiler okuyanlar bana. O zaman kendimi de iyi bir okuyucu olarak kabul edersem ve kitapla kurduğum ilişkiye bakarsam evet yeni kitaplar gelecek. Bu yeni bir duygu benim için.
Kimileri okuyor, nelerden besleniyorsunuz?
Rus, Amerikan edebiyatından sayacaklarım fazla. Önceliği Anton Cehov’ a ve Dostoyevski’ ye vereyim. Sinema ve müzikten ağır besin alıyorum. Son zamanlarda bıkmadan Bach dinliyorum. Bach kendini bir tamamlayıcı olarak görmüş. Bir görevli olarak.
Öykülerin yaşanmışlıkları var mı?
Hayır hiçbiri yaşanmış değil. Asla otobiyografik şeyler yok ve asla gerçekte olan kişiler üzerinden hayali bir kurgulama da yapılmadı…
Amigo’nun öldüğü öykü. Müslüman, Yahudi, Hıristiyan herkes cenazesine katılıyor. Osmanlı’nın 72 milletin birlikte yaşadığı dönemini hatırlatıyor. Öyküdeki gibi yaşanması mümkün mü hâlâ?
Onun için dedem gibi yüce gönüllü Müslümanlar lazım. Bir hacı Rum çocuklarla paskalya yumurtası kırar mı bu günlerde? Ermeni kilisesine yine hacı eşinin elinden tutup düğün törenine ya da muhitten Rum arkadaşının cenazesinde ana caddeyi baştan aşağı kat eden kalabalık arasında başı önde saygıyla yürür mü? Ya da kaç kişi vardır böyle… Bana bildiğim bütün duaları o öğretti. Camiye o götürdü. Ama evimizde yılbaşı da vardı hindi de. Kurban Bayramı’nda bahçemizde koyunumuz da vardı. Kandillerde koca aile radyo başında el açıp dua ederdik…. Yüksek bir tepeden şu memlekete bak şimdi. Mübarek insan olmak, içinde hınçla birlikte çiçeklenmez. Allah hiçbir kuluna katlet ki benim nezdimde değerli ol demez. Öte yandan bu ülkedeki azınlıkları inançlı dürüst Müslümanlar değil İttihat ve Terakki ruhlu Türkler yok etti… Paradoksa bak ki dedem CHP’liydi ve dayım İstanbul Senatörü olmuştu aynı partiden.
Röportajın devamını okumak için tıklayınız!
Zaman