Macaristan’daki Osmanlı İzleri

Kitap
Zahit Yakın’ın haberi Macaristan’daki izlerimiz; TUNA VE GÜLBABA Macaristan uzun yıllar bizim idaremizde kalarak, kültürünü, geleneğini, dilini, dinini hakkıyla muhafaza etti. Macaristan B...
EMOJİLE

Zahit Yakın’ın haberi

Macaristan’daki izlerimiz; TUNA VE GÜLBABA

Macaristan uzun yıllar bizim idaremizde kalarak, kültürünü, geleneğini, dilini, dinini hakkıyla muhafaza etti. Macaristan Başbakan’ı, İspanyol gazetesine verdiği demeçte, Osmanlı idaresinde bulunmayı kendileri için tarihî bir şans olarak gördüklerini belirtti. Sadece Macarlar değil, Suriye’dekiler de Osmanlı bilincini her zaman koruduklarını, ümmet olduğumuzu hiç unutmadıklarını sözleriyle, tavırlarıyla belli ettiler.

Türk Edebiyatı dergisi bu ayki sayısında Macaristan’la kültür ilişkilerimizi gündeme taşıdı. Aramızdaki kültür bağlarını gördükçe bizim sınırlarımızın ve coğrafyamızın ne kadar geniş ve kültür etkileşimine açık olduğunu gördük.

Hece dergisi bu dönemki özel sayısını gezi özel sayısı olarak hazırladı. Biz de Kültür ve Sanat Servisi olarak hem Macaristan’la kültürel ilişkilerimizi gündeme taşıyan dergilere bir katkı olsun hem de gezi yazılarının sağladığı kalıcı güzellikleri görmek amacıyla, İsmail Habip Sevük’ün Macaristan’ı anlatan yazısından küçük bir bölüm sunuyoruz. 

Şehre bakış ve Tuna

Tuna’nın öz beldesi. Avrupa’nın en büyük suyu burada kavisleri açık bir (s) harfi gibi ferah bir kıvraklıkla uzanıyor. Koca nehir, hiçbir şehre böyle göğsünü gererek ve belini bükerek neşeli neşeli sokulmadı ve hiçbir şehir de burası gibi onu candan kucaklamamıştır. Tuna Belgrad’ı görür fakat Belgrad Savaya bakar. Tuna, Viyana’yı dolanır, Viyana Tuna’ya sadece eteğini iliştirmiştir. Halbuki Peşte, nehirle şehir, âşıkla maşuk gibi sarmaş dolaş.

Bir buçuk milyonluk bir gövdeyi ikiye bölen Tuna, şehri ayırmıyor, şehrin bağrında yatıyor gibi. Arka arkaya altı çelik köprüyle Tuna’yı perçinleyen şehir, nehri bağlamıyor, kollarını dolayarak sarılıyor gibi. Su beldeye tabiatın, belde suya medeniyetin hediyesi. Hiçbiri borçlu kalmak istemiyor. Bu ona su cümbüşünün bütün güzelliklerini verdiyse o buna insan bilgisinin bütün nimetlerini serdi.    

Gülbaba türbesinde

Fransızca kelimeleri ağzımın içinden iki madenî levhaya çarpar gibi çıkaran nara konuşuşları iri yarı Macar rehberim otomobili boyuna Peşte’nin satrançlı caddelerinde gezdirip dururken, postaneye bıraktığım kartlardan İstanbul yolcusu olduğumu anlar anlamaz, artık bana sormaya bile lüzum görmeksizin, şoföre doğruca “Gülbaba” kumandasını verdi: Asırlardır buralarda bizim hatıramızı tek başına diri tutan ölüye gidiyoruz. Merzifonlu bir Bektaşi fakiri: Fatih zamanından beri her gâzâya gönüllü girdi. Başına taktığı gülden, beline takındığı kılıçtan başka malı yok. Mohaç gecesinin binbir meşaleli kızıl alacasında göbeğine kadar inen bembeyaz sakalı bir kat daha heybetleşerek o da dua etti. Avrupa’yı yenen orduya Budin kapılarını açıvermişti. Fethiye adı verilerek camiye çevrilen büyük kilisede ilk cuma namazı kılınmaktadır. Cami dolu, kaleiçi dolu, karşı tepelere kadar bütün asker dolu. Birden Gülbaba ayağa kalktı; Ey cemaat ben gidiyorum, dedi ve yere serilerek gidiverdi.

Onun gibi fakir yaşayan çoktu fakat onun gibi şahane gömülen görülmemiştir. Bütün Frenk dünyasının “Muhteşem” dediği Süleyman tabutunu taşıyor, cenazesinin imamı Ebussuud’tur. Cemaati bir iki yüz binlik asker. Bir ölü toprağa girerken bir mahşer toprağa çıkmış gibi. Kaleye yüzlerce top ve onbinlerce kuvvet bırakan padişah, Budin vezirine verdiği fermana ilave ediyor: “Gülbaba Budin gözcüsü olup himmetleri hazır ve nazır ola!” Macarların da hâlâ Gültepe dedikleri o sırta yalnız bir ölü gömmüş değil, sanki bir kale dikmiştik.

İmparatorluğu çelik bir bel kemiği gibi tutan Yeniçeri sertliğini savaştan, içliliğini Bektaş’tan almıştı. Gülbaba bütün ordu önünde, fitilini kendi eliyle kısmış gibi sönüverince, derhal bütün muhayyilelerde nurlu bir keramet gibi parlayıverdi. O oraya orduyla gelmişti; ordu orada onunla kalıyorum sandı. Gövdeye can gibi insana avunmak lazım, Gülbaba aldatan bir yalan değil, o artık iki asır hastaya şifa, korkağa cesaret, tasaya tesellidir.

Dünyaya Yeni Söz