Edebiyatın Edebi

Kitap
Edebiyatın edebi Batı’da edebiyat (littérature), "harf" (lettre)den türetilmiştir; bizde ise "edeb" (haya, nezaket, iyi ahlak, zerafet)ten. Batı’da ebebiyat, &qu...
EMOJİLE

Edebiyatın edebi

Batı’da edebiyat (littérature), "harf" (lettre)den türetilmiştir; bizde ise "edeb" (haya, nezaket, iyi ahlak, zerafet)ten.

Batı’da ebebiyat, "acı hissini" kelimelerle gönür kılmaktır; bizde ise edebiyat, acı ve tat (hazz) hissini Halık-ı mutlak’a yönelterek bunlar aracılığıyla kulluktaki samimiyeti ispat etmektir.

Batı’da edebiyat, Kuzu’nun keffaretinden sonra Tanrı’nın insanın üstünden elini çekmesiyle oluşan kaosta düzeni sağlamak adına "yaratmayı" sürdürmektir; bizde ise edebiyat, her yönüyle tamamlanmış İlahi hükmün içinde durarak hayatı (hakikati, gerçeği, rüyayı, hülyayı, rivayeti, tanıklığı) tabir ve telvin etmektedir.

Neden yazıyorum bu farkları?

Aslında şimdi yazmıyorum; umre günlerimde okuma fırsatı bulduğum bir "ilk öykü kitabı"nın boş olan son iki sayfasına yazdığım "notlar"dan üçünü sizinle paylaşıyorum.

Öykü kitabının adı: Asla Pes Etme.

Mukadder Gemici’nin Dergah dergisinde yayınlanan öykülerinden oluşan bir "ilk kitap". Biri uzun, on biri kısa, on iki öyküyü içeriyor.

Edebiyatın, "edeb"ten türetildiğini unutanlardan değilim ancak toplum olarak maruz kaldığımız onca değişme baskısından sonra bunu çoklarının unuttuğunu iyi bildiğimden, Asla Pes Etme’nin öncelikle edebiyatımızda "yeniden" hakim olması gereken edeb’in niteliğini, niceliğini merak edenler tarafından okunmasını öneriyorum.

Son öyküyü okusalar da yeter.

Ayrılık Korkusu adlı bu öyküde, mülki idarecilikte yükselmek için sevdiği kızı terkederek "açık birisiyle" evlenen ve şimdi vali olan adamın bir Taç Mahal gezisindeki vicdan muhasebesi anlatılıyor.

Vicdan muhasebesi değil, vicdan tokatı demeli aslında buna: "-Giden gidemeyeni arayacaktı… Güzel şeyler söyleyecekti arayan da anan da… / -Hatırlıyorum… / -Bir şey rahatsız etti, peşimi bırakmadı. Ben de… Ben de aradım işte… / (…) –Peşini bırakmayan şey aşk değil Selahattin. (…) Peşini bırakmayan şey, vicdan azabı. O yüzden… / -Ben Taç Mahal’i çok beğenmiştim. Umarım siz de beğenirsiniz Vali Bey…"

Edebiyat-öykü adına ne yok ki bu cümlelerde ve edeb adına ne yok ki. İkbal hırsı, terk edilme acısı, toplumsal bir zulüm, sabır, vakar, hesaplaşma ihtiyacından bile arınmış bir unutuş.

Ayrılık Korkusu, örtü mağduriyetini kaşıyarak yazar olmaya çalışanların da okumaları gereken bir öykü. Edebli bir edebiyatın derdinde olanlar ancak örtü zulmünü böyle anlatabilirler.

"Acı hissi" demiştim yukarıda. Asla Pes Etme adlı ilk öyküde, kadere rıza ile feleğe küsmenin, yalnızlıkla kimsesizliğin, iyi insan olmakla güçlü insan olmanın, yaşlılıkla geçimsizliğin, terk edişle terk edilişin "farkları" üstünden adeta bir teslimiyet felsefesi kuran Mukadder Gemici, öykü kahramanı Hayat’ı, ihtiyar bir kadının Yakub’u (takip edeni, izleyeni) olarak gösterirken aslında hayattaki tekrara, dolayısıyla bir nöbet devrine (insan hayatının geçiciliğine ve geçici olmayanın kimliğine) vurgu yapar: "Başını yatağa koydu, Boğaz manzarasını seyrederek yine Nermin Hanım’ın ayakucunda uyumaya çalıştı."

Dut Mevsimi, Nereye Gidiyoruz?, Kızdan Başka, Yapmasaydın adlı öykülerde de izleriz mezkur farkların farkını. Unutuşla, ölümle artar hayatın ve hatırlamanın kıymeti; kaybedilenle kıymet kazanır varlık; canlanan hatıralar hatırlayanı şimdiden koparır; şimdisini yitirenlerin mevcudiyeti, geleceğe yürüyenlerin merdiveni olur…

Ölüm, annenin gözünde yağmaya durmuş bir buluttur.

Anne-kızın vuslat mekanıdır cennet; ukdelerin son buluşudur: "Biliyorum, bir zaman gelecek yanıbaşımızda akan ırmağın sesini duyacağız, o yine benim saçlarımı örecek. İkimiz aynı yaşta olacağız."

Bunca farkı ve onca "ağır" hayatları bilge bir tabirci sakinliğiyle anlatır, kelimenin sahih rengiyle renklendirir Gemici…

Dil oyunları yapmaz, biçimsel artistliklere başvurmaz. İçindekilerin telaşından, kaygısından, sorusundan, şüphesinden, acısından, zevkinden, hırsından, yalnızlığından, kimsesizliğinden bağımsız olarak nasıl akıp giderse hayat, Gemici’nin dili de öyle akıp gider.

Anlatmayı bilen için hayatta boşluk yoktur ki tahkiyenin kurgusunda boşluk olsun; hayatta dolaşık olan birşey yoktur ki, anlatılanda dolaşıklık olsun…

Bu manada edebî ezberi sağlamdır Gemici’nin.

Bu sağlamlık zaman içinde aleyhine işleyebilir mi? Mümkündür. Çünkü, "büyümüş de küçülmüş bir öykücü tutumu"na sahip. İlk öyküleri için fazla iyi, sonraki öyküleri için onu çok çok daha iyisini bulmaya mecbur bırakacak bir tutum.

Yine de ben iki "nazarlığa" işaret edeyim ki, gelecekteki öykülerini değerlendirirken sözü kolay açmama neden olsun: "İlkin" demesi gereken yerde "ilk"; "ince ayaklı sehpa" demesi gereken yerde "ince bacaklı sehpa" demiş.

Asla Pes Etme’de başka bir dil yanlışı, öz ve biçim olarak bir eksiklik bulabilseydim mutlaka belirtirdim.

Asla Pes Etme, yazarı Mukadder Gemici’ye, Dergah Yayınları’na ve edebiyatımıza hayırlı olsun.