Elif Bereketli
Papatya falıyla sevdiceğimizin bize karşı duygularını öğrenmeye çalışmamızın romantik ve sempatik bir tarafı var belki ama; parmak falı vesilesiyle, a) edebiyattır, b) değildir şıkları çerçevesinde edebiyat eleştirmenliğine soyunmanın ne sempatik, ne de kabul edilebilir bir yanı bulunuyor. Üstelik sonunda, Dünya gezegeni üzerinde bulunuyor olmasını, yayıncılık yaparak, edebiyata gönül vererek anlamlandırmayı seçen orta ölçekli bir kurumun zarar görmesi söz konusuyken…
Sel Yayıncılık‘ın bastığı, Beat Kuşağı‘nın ünlü temsilcisi William Burroughs‘un cut-up tekniğiyle ortaya koyduğu kitabı Yumuşak Makine’nin başına gelenlerden söz ediyorum.
Burroughs ‘küçük’lere mi yazıyordu
Geçen yıl çok benzer bir olayla ünlü Fransız yazar Apollinaire’in edebiyatının edebiliğini savunmak durumunda bırakılan Sel Yayıncılık’ın başına gelen bu ikinci vak’a, bir vatandaş şikayetiyle başlamış. Ardından Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’na incelenmesi için gönderilmiş kitap. Kurul da, evlere şenlik bir rapor hazırlamış. Sonunda yayınevine, “halkın ar ve haya duygularını incittiği ve Türk Ceza Kanunu’nun 226. Maddesini ihlal ettiği“ gerekçesiyle dava açılmış.
Bu gelişmeler, boydan boya çelişkiyle dolu. Ama galiba şu “Küçükleri muzır neşriyattan koruma” mevzusundan başlamak gerekiyor: Yetişkinler için hazırlanan ve piyasaya sürülen kitaplar niçin incelenmek üzere çocuk kurullarına gönderiliyor? Yayıma sunulan onca kitap, onca TV-radyo programı, gazete yazısı içinde, yalnızca yarım saatimizi bile ayırsak; ne zararlı ifadeler, ne virüslü yaklaşımlar tespit edebiliriz, değil mi?
Böyle ikircikli bir yaklaşımla canım Sel Yayıncılık’a haksızlık yapılmış olmuyor mu?
Edebi metne haksızlık
Dava dosyasında yer alan raporun, baştan sona ince ince okunması gerek. Hani, Ekşi Sözlükçülerin “Ciddiyse çok komik, şakaysa hiç komik değil” dedikleri cinsten bir metin bu. “İnsanın bayağı, adi, zayıf yönlerinin işlenmesinin okuyucu üzerinde suça izin verici tavırları geliştireceği“ gibi ilginç iddiaların yanı sıra, “Bir konu bütünlüğü olmadığı, gelişigüzel kaleme alınarak anlatım bütünlüğüne de riayet edilmediği, genelde argo ve amiyane tabirlerle kopuk anlatım tarzının benimsendiği” gibi kallavi bir “edebiyat eleştirisi” de dava için gerekçe olarak sunulmuş.
Bu rapor karşısında, pek çok farklı üslupla, pek çok farklı söz sarf etmek mümkün. (Mümkün de ne? Gerekli!) Bense İrfan Sancı’nın savunmasından “edebiyat metinleri” ile ilgili kısmını alıntılamayı seçiyorum:
“140 sayfalık kitabın yirmi ayrı sayfasından bazen bir cümle bazen birkaç paragraf alarak “işte bu yazılanlardan dolayı müstehcendir“ sonucuna ulaşmak bir edebiyat metnine yapılmış koskoca bir haksızlıktır. … Çünkü edebiyat ve karşı-edebiyat metinlerinin hiçbirinde kurulun yazdığı üzere; “konu bütünlüğü”, “anlatım bütünlüğüne riayet” aranmayacağı gibi, “tarihi mitolojik unsurların yaşam tarzlarından örnekler vererek kişisel ve objektif olmayan gerçek dışı yorumlarda bulunmak” ve “argo ve amiyane tabirlerle kopuk anlatım tarzının benimsenmesi” de bir suç teşkil etmez. Bu kurallar ancak resmi yazışmalarda, raporlarda ya da ders kitaplarında dikkate alınabilecek genel kurallardır.”
Vatandaşa haksızlık
“Devletin, ‘Bu sizin için ahlaklıdır ve bu da değildir’ gibi bir hüküm vermek, üstelik halkın haberi olmadan onun ar ve hayâ duygusunun incindiğine dair karar çıkartmak gibi görevi mi var” diye sorduktan sonra, çok önemli bir noktaya değiniyor Sancı: “Beat Kuşağı’nın Willam Burroughs, Jack Kerouac, Allen Ginsberg gibi temsilcilerinin kitaplarını bu ülkede satın alan, okuyan, hakkında kültürsanat dergilerinde yazılar yazan, arkadaşına tavsiye eden binlerce insan var. Bu raporda defalarca kez geçen “ahlakî normlarla bağdaşmazlık” ve “halkın ar ve hayâ duygularını incitmek” tabirleri ile bu “halkın” bir kesimine ahlaksız sıfatı yapıştırılmış olmuyor mu?”
Halkın hassasiyetini baş tacı yapan bu kuruma sormak için ne de yerinde bir soru.
Beat’e haksızlık
Tüm bu olayın, vatandaşa, yayınevine ve edebiyat metnine haksızlık olduğundan söz ettik. Peki ya Beat Kuşağı?
Bir yazarın sözcükleri arasında ava çıkıp, benimsediği tarzı, hayat duruşunu, sözlerini, ev yapımı etiketlerle donatmak, bir kuşağa haksızlık olmuyor mu yani? İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’da hakim olan statükocu orta sınıf ahlakına bir başkaldırı olarak doğan, her türlü toplumsal hegemonyaya karşın bireysel başkaldırıyı düstur edinen, her türlü kural ve baskının karşısına hem hayat tarzları hem de eserleriyle dikilen, ortaya çıkışlarından bugüne dek bir çok yazarı, müzisyeni, sinemacı ve sanatçıyı etkilemiş, hâlen tüm dünyada bu yazarların kitapları sürekli yeni baskılar yapmakta, haklarında inceleme kitapları yayınlanmakta ve filmlere konu edilmekte olan bir kuşağa hem de..
Nerden başlasak, nerde dursak düşünsek, İrfan Sancı’nın, o müthiş savunmasındaki şu sözlerine katılmamak mümkün olmayacak galiba: “Edebiyatta öncü bir akım olarak kabul edilen Beat Kuşağı’nın önemli bir temsilcisinin kitabını “halkın ahlakını bozar” düsturu ile yargılamaya kalkmak, “bize özgü” gülünçlüklere bir halka daha eklemekten öteye gitmeyecektir. Ve bu davanın ülkemiz sınırları dışında hiçbir hükmü, saygınlığının olmadığı da çok açık ve nettir.” [Taraf]