A. Esra Yalazan
Amaç, Don Kişot’un yazarının ‘gerçek yüzünü’ ortaya çıkarmak. Şu satırlar ise yazarın kendisine ait: "Olur da kendisiyle tanışırsan söyle ona, Don Kişot’un yorgun, artık çürümüş kemiklerini rahat bıraksın, ölümün bütün yasalarını çiğneyip onu Kastilya’ya götürmeye kalkmasın".
Don Kişot’un yazarı Miguel de Cervantes’in kemiklerinin Madrid’deki bir manastırda aranmaya başlandığını okuduğum günden beri aynı çelişkili sıkıntıyı yaşıyorum. Bir yandan yapıtlarıyla insanlığa önemli miraslar bırakan ‘seçilmişleri’ rahat bırakmamız gerektiğini düşünüyorum ama sonra bencil yanım sanatlarının inceliklerini gün ışığına çıkarmak isteyenlere hak veriyor. Onlar adına insanlığa iyilik yapıyormuşuz gibi hissediyorum. Kadim bir söz yıllar evvel okuduğum romanda farklı bir ifadeyle karşıma çıkmıştı. Adam küçük arkadaşına şöyle sesleniyordu: "Jakob, seni anımsayacak olan toprağa gömülmeye çalış". 1547 yılında, İspanya’nın Alcala de Heneras kasabasında, orta sınıf bir ailenin yoksul bir sağlık memurunun yedi çocuğundan biri olarak doğmuştu Miguel De Cervantes. Ve tam da istediği gibi doğduğu topraklara gömüldü.
Yazarın çocukluğu İspanya’da bir şehirden diğerine dolaşarak geçer. Sevilla’da bir Cizvit okuluna devam ettikten sonra Madrid’e gelip üniversiteye başlar. Erasmus’un öğrencilerinden Lopez de Hoyos’un öğrencisi olduğu için ona Rönesans hümanizmasının son temsilcisi olduğu söylenir. Üniversiteden sonra zamanın edebiyat ve sanat merkezi İtalya’ya giden genç adam, daha sonra İspanyol donanmasıyla İnebahtı Savaşı’na katılır. O savaşta aldığı yaralardan sonra sol eli felç olan Cervantes, kardeşi Rodrigo ile birlikte evine dönerken Türk korsanlarına esir düşer. Üzerinden çıkan mektuplar onun önemli biri olduğu izlenimi verdiği için fidye almak amacıyla beş yıl esir tutulur. Daha sonra onu bir Yunanlı esir alır. Başarısız kaçma girişimlerinin ardından on iki yıl sonra vatanına döner. Artık otuz iki yaşındadır. Önce oyun yazarlığını dener ama pek beğenilmez. Mutsuz bir evlilik yapar ve La Mancha’da memur olarak çalışmaya başlar. Ama bu defa da emanetini kullandırdığı banker batınca zimmetine para geçirmekten hapse mahkûm olur. Ve gerçek edebi hayatı burada başlar. Don Quijote’nin (Don Kişot) önemli bir kısmını burada yazdığı biliniyor. (1602) Bu eserle kısa zamanda şöhret sahibi olmuş ancak o dönemde bile önü alınamamış korsan yayıncılık yüzünden para kazanamamış.
Edebiyat sevenlerin malumu olan bu kısa, çarpıcı hayat hikâyesi yazarın ölümsüz eserinden daha mı kıymetli ki, araştırmacılar onu gömüldüğü yerde bir türlü rahat bırakmıyor diye düşünebiliriz pekâlâ. Diyorlar ki, manastırın betonları arasına gömülü olan kemikleri arama çalışmalarının amacı, Juan de Jaurequei tarafından resmedilmiş bir portresi olan yazarın yüzünü yeniden oluşturmak ve gerçek şeklini ortaya çıkarmak. Bu noktada bir yazarın hakiki suretine kavuşmak neden bu kadar önemlidir diye sorabiliriz rahatlıkla. Edebiyat tarihçilerinin, arkeologlarının elbet bu soruya mantıklı bir cevabı vardır. Ama eğer benim gibi yazarların, yazarken sahip olduğu ruh iklimini, o sırada yüzlerinin aldığı ifadeleri, beden dillerini hayal etmekten hoşlanıyorsunuz, bu cevap pek tatmin etmez sizi.
Altı asır boyunca üzerinden savaşlar, depremler, devrimler geçmiş olan bir manastırda gömülü olan kemikleri çıkarmak istemenin başka bir karşılığı da olmalı. Eğer yazı sanatını oluşturan unsurlar ‘başkalarının gözüyle görünür’ olmayı da gerektiriyorsa yapılan araştırmalara bir de bu gözle bakmalı belki.
Sanat eleştirmeni, romancı John Berger, ‘Bir Zamanlar Bir Resimde’ başlıklı denemesinde, resimlerin belli bir anı temsil ettiği düşüncesinin yanlış olduğunu söyler. Çünkü resimdeki an fotoğraftakinin tersine asla resmedildiği gibi var olmamıştır. Berger’in, ressamın hesap ettiği ‘resme bakma sürecinin öngörülmüş ideal anına’ ulaşıldığı zaman resmin bittiği tespitine katılıyorum. Peki o süre öngörülebilir mi, Cervantes’in sahip olduğumuz tek portresi gerçek ifadesiyle ortaya çıkınca eskisi bitecek mi, yoksa yeni yüzünü onun zaman ve tarih içinde değişen sürekliliği olarak mı algılayacağız? Aynı zamanda antropolojik bir ‘kazı’ olan bu çaba, gelecek kuşakların yeni bilgiler ışığında Cervantes’in suretinin daha farklı yorumlanmasına katkıda bulunur, kim bilir?
Eğer öyleyse; bugün hâlâ dünyanın en iyi romanlarından biri olarak kabul edilen, aklı ‘delilikle’ hicveden modern yapısıyla yüzyıllardır insanlığın zihnini kurcalayan, iyimserliğiyle kendisinden sonra gelen yazarları sarsan ‘Don Quijote’nin (Don Kişot) yazarı Cervantes’e kulak verelim. Eserin ironik dili, geçmişi hâlâ bedenin kalıntılarından daha iyi aydınlatıyor çünkü: "Don Quijote sadece benim, ben de onun için yaratıldık; o yapabildi, ben yazabildim. Sadece ikimiz birbirimizle olabiliriz; …Olur da kendisiyle tanışırsan söyle ona, Don Quijote’nin yorgun, artık çürümüş kemiklerini rahat bıraksın, ölümün bütün yasalarını çiğneyip onu Kastilya’ya götürmeye kalkmasın".
Zaman Gazetesi