Ali Abaday
Her şeyin olduğu gibi suç dünyasının da bazı kuralları vardır ve bu kuralları yıktığınız zaman iyi bir avukata ihtiyacınız olabilir. Sonuç olarak avukatlar müvekkillerini sadece mahkemede değil her türlü zor şartta temsil ederler.
Alman ceza avukatı Ferdinand von Schirach, başından geçen olaylardan derlediği Suç isimli kitabının ilk öyküsü olan Tanata’nın Çay Kasesi’nde her iki durumu da oldukça güzel açıklıyor.
Tanata’nın Çay Kasesi, kendi çapında hırsızlık işleri yapan bir grubun, sahibinin kim olduğunu bilmedikleri bir malikaneden çaldıkları malların başlarına nasıl bir iş açtığını ve sonrasında bir avukatın aynı zamanda suç dünyası içinde nasıl bir arabulucu olabileceğini anlatıyor.
Kitap birbirinden ilginç öykülerinin yanı sıra Alman hukuk sistemi üzerine de oldukça eğitici bilgiler veriyor. Bireyin masumiyetinin toplumun güveninden önde olduğunu savunan sistemde, polisin ve savcıların nasıl zorlu durumlarda kaldıkları da ifade ediliyor.
Ferdinand von Schirach’ın geniş bir müşteri profili olması, Alman Federal Haber Alma Servisi ajanı, Türk göçmenler, Politbüro üyesi, büyük işadamları, sıradan insanlar ve bu kişilerin ilginç hikâyelerinin herkes tarafından anlaşılacak dilde anlatılması kitabın okunurluğunu arttırıyor. Bununla birlikte iyi bir avukatın kendi diline ve hukuk sistemine de ne kadar hâkim olabileceğini okuyucu rahatlıkla görüyor.
‘Şans’ film oluyor
Kitabın içindeki öykülerin film hakları satın alındıktan sonra ilk olarak Şans isimli bölümün filme çekilmesine karar verildi. Aşkın insana yaptırdıklarını, onun hiçbir şekilde kirlenemeyeceğini anlatan bu hikâye, kitabın da en romantik bölümü sayılabilir.
Von Schirach’ın kaleme aldığı 11 öykünün hepsi mahkemeye gitmiş durumları anlatmıyor. Ancak mahkemeye gidenler içinde iyi kalpli bir doktorun kırk yıllık karısını balta ile öldürüp cesedini parçalara ayırması ve sonrasındaki itirafı ile cezasını anlatan öykü, kitaptaki en ilginç öykülerden biri.
Bu hikâyede Ferdinand von Schirach’ın hukuk felsefesine ait soruları ise oldukça ilgi çekici; “Cezanın anlamı nedir? Neden cezalandırırız? …Bir sürü teori var. Ceza bizi caydırmalı, ceza bizi korumalı, ceza suçluyu bir kez daha suç işlemekten alıkoymalı, ceza haksızlığı telafi etmeli. Kanunlarımız bu teorileri biraraya getirir ama burada bunlardan hiçbiri uymuyordu.”
Suç’un içindeki insan hikâyelerinin gerçek olaylara dayanması ve kimilerinin okuyucunun da başına gelebilecek olması kitabın diğer güzel yanlarından birisi. Örneğin Etiyopyalı hikâyesinin kahramanı Frank Xaver Michalka, yanlış yerde doğup büyüyen ancak sonradan ait olduğu yeri bulan, buna karşın talihsizliklerin yakasını bırakmadığı bir adam. Michalka’nın hikayesi herkesin kendisinden bir parça bulabileceği ayrıntılarla dolu. Her ne kadar onun yaşadıklarını birebir yaşamak neredeyse imkansızsa da, kimi noktalar okuyucuyu direkt kendi yaşadıklarına götürebiliyor.
Çoğu macera filminden daha etkileyici
Casusluk ve macera öykülerinden hoşlananlar ise büyük ihtimalle Meşru Müdafa isimli hikâyeye hayran kalacaktır. Metro beklerken kendisine saldıran iki neo-naziyi oldukça hızlı öldüren sıradan bir adamın yaşadıkları, çoğu macera filminden daha etkileyici. Özellikle iki kişiyi oldukça usta bir şekilde öldüren, üzerinde kimliğine dair tek kanıt bulunmayan ve susan bu adamın davası hukuktan hoşlansın ya da hoşlanmasın tüm macera tutkunlarının hoşuna gidecektir.
Hukuk özellikle Türkiye’de pek de bilinen bir konu değil. Bunda hukuk dilinin Osmanlıca olması, yasaların tam bir hiyerarşi içinde bulunmaması ve aynı dava için farklı mahkemelerde farklı kararların çıkmasının etkisi büyük. Ne var ki Suç adlı kitap, iyi işleyen bir hukukun ne kadar önemli olduğunu ve bireyin haklarının devlet tarafından nasıl korunduğunu oldukça etkileyici ve açıklayıcı bir şekilde anlatıyor. Bu arada, NTV yayınlarından çıkan kitabı Almanca aslından çeviren Itır Arda’nın da katkısını yadsımamak gerekiyor.
Suç, hem bir ceza avukatının yaşadığı ilginç olayları akıcı bir şekilde anlatırken hem de hukuk felsefesi üzerine oldukça düşündürücü sorular soruyor. [Taraf]