Akıl Fikir Yayınlarından yeni kitaplar

Kitap
KİTABİYAT YAZILARI (1844-2014)  “Yazarın kitaplarının sayısı arttıkça, yayınlanan kitap eleştirilerinin de sayısı azalır. Yazarın yayınlanmış kitap sayısı ile hakkında yayınlanan kitap eleştirisi...
EMOJİLE

KİTABİYAT YAZILARI (1844-2014)

 “Yazarın kitaplarının sayısı arttıkça, yayınlanan kitap eleştirilerinin de sayısı azalır. Yazarın yayınlanmış kitap sayısı ile hakkında yayınlanan kitap eleştirisi miktarı ters orantılıdır, bir bakıma. Zira bir yazarın (örneğin) onuncu kitabını tanıtan ya da eleştiren bir kitap eleştirmeninin, yazarın daha önce yayınlanmış olan dokuz kitabından da haberdar olması, onları okumuş (ya da okumuş gibi yapmış) olması ve de dokuzu hakkında da söyleyecek birkaç sözünün bulunması gerekir.

Tecrübeli yazarlar şunu da gayet iyi bilirler. Kendilerine böylesi bir güzellik (literary criticism) yapacak kitap eleştirmeni sayısı, gerçekten de, çok azdır. Daha önceleri çok sayıda kitabı yayınlanmış bir yazarın ilk kitaplarını okumayı göze alacak derecede gözü kara birileri de öyle kolay kolay ortaya çıkmaz. Kuraldır: isimler büyüdükçe, kitap eleştirileri hem nicelik, hem de nitelik olarak küçülür. Kitap eleştirisi iki ucu şeyli değnek, ya da iki tarafı da keskin bir kılıç gibidir. Eleştiren de eleştiriden nasibini alır, eleştirilen de… Çok kitaplı yazarlar, kitap sayılarının yüksekliği dolayısıyla, hep yırtarlar. Oysa hemen her okur kendi halinde bir kitap eleştirmenidir…” / 448 sayfa, 30 TL.

OSMANLI KADIN TELEFON MEMURELERİ (1913)

“Bu çalışmamızda Amerikan, İngiliz ve Fransız ortak sermayesiyle kurulmuş olan İstanbul Telefon Şirketi’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da uygulamaya koyduğu istihdam politikaları hakkında yazılmış ilginç bir hikâye bulacaksınız.

1913 yılında İstanbul Telefon Şirketi’nin santral memureliği için verdiği ilanlara Kadınlar Dünyası dergisi çevresinin olağanüstü ilgi göstermesiyle, Müslüman Osmanlı kadınlarından daha çok gayri-Müslim kesimin kadınlarını bu işe layık gören Telefon Şirketi’nin onlara direnişi ve büyük mücadelelerin sonucunda yedi Müslüman kadınının işe alınmasının bir hikâyesi.

Bu kitap aslında, basit bir işe alma-almama olayının derinlemesine bir analizi. Osmanlı kadınlarının tarihi üzerine yazılmış pek çok kitapta bile doğru dürüst yer almayan, “mikro,” yani tek cümle ile özetlenebilecek kadar küçük bir olayın ayrıntılı bir şekilde incelenmesiyle elde edilmiş “makro” bir çalışma.

Çalışma hayatına atılmak isteyen Müslüman Osmanlı kadınlarının iş bulmakta karşılaştıkları güçlükleri incelemek amacıyla hazırladığımız bu kitapta, telefonun İstanbul’a gelişinin hikâyesini, İstanbul Telefon Şirketi’nin kuruluş öyküsünü, telefon santral memurelerinin çalışma koşullarını, şirketin santral memureleri almak için verdiği ilanlara Kadınlar Dünyası dergisi çevresinin gösterdiği büyük ilgiyi ve bu çevrenin adayı olan Ayşe Bedrâ Osmân Hanım ve arkadaşlarının Müslüman Osmanlı kadınlarını işe almakta tereddüt eden İstanbul Telefon Şirketi’ne karşı giriştikleri haklı mücadelenin ayrıntılarını okuyacaksınız.”/ 192 sayfa,16 TL

                               BİRİNCİ KADIN İŞÇİ TABURU (1917-1919)

“Birinci Kadın İşçi Taburu, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti başkanı Enver Paşa’nın Alman modelini örnek alarak, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti aracılığıyla hazırlattığı bir kişisel girişimdi. Osmanlı Ordusu’nun bu kadın işçilere yönelik olarak ne bir ihtiyacı ne de bir talebi yoktu. Enver Paşa’nın yurt dışına kaçmasıyla gelişen olaylar Enver Paşa’nın bu “şahsi” girişimin de sonunu hazırladı.

Kadınları Çalıştırma Cemiyeti başkanı ve Başkumandan Vekili ve Harbiye Nâzırı Enver Paşa’nın emriyle 10 Eylül 1917 günü Birinci Ordu bünyesinde oluşturulmuş olan Kadın İşçi Taburu, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti aracılığıyla toplanmış olan bir takım fakir kadınların gözlerden uzak bir kışlada Osmanlı Ordusu tarafından yedirilmesi içirilmesi, giydirilmesi ve barındırılması için kurulmuştu. Enver Paşa 2 Kasım 1918 günü İstanbul’dan “gitmek zorunda” kalınca, onun kurdurmuş olduğu Kadın İşçi Taburu da bir ay içinde, 1 Ocak 1919 günü, lağvedilerek tarihe karıştı…”/ 192 sayfa, 16 TL

  OSMANLI KADIN TELEFON MEMURELERİ (1913)

“Bu çalışmamızda Amerikan, İngiliz ve Fransız ortak sermayesiyle kurulmuş olan İstanbul Telefon Şirketi’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da uygulamaya koyduğu istihdam politikaları hakkında yazılmış ilginç bir hikâye bulacaksınız.

1913 yılında İstanbul Telefon Şirketi’nin santral memureliği için verdiği ilanlara Kadınlar Dünyası dergisi çevresinin olağanüstü ilgi göstermesiyle, Müslüman Osmanlı kadınlarından daha çok gayri-Müslim kesimin kadınlarını bu işe layık gören Telefon Şirketi’nin onlara direnişi ve büyük mücadelelerin sonucunda yedi Müslüman kadınının işe alınmasının bir hikâyesi.

Bu kitap aslında, basit bir işe alma-almama olayının derinlemesine bir analizi. Osmanlı kadınlarının tarihi üzerine yazılmış pek çok kitapta bile doğru dürüst yer almayan, “mikro,” yani tek cümle ile özetlenebilecek kadar küçük bir olayın ayrıntılı bir şekilde incelenmesiyle elde edilmiş “makro” bir çalışma.

Çalışma hayatına atılmak isteyen Müslüman Osmanlı kadınlarının iş bulmakta karşılaştıkları güçlükleri incelemek amacıyla hazırladığımız bu kitapta, telefonun İstanbul’a gelişinin hikâyesini, İstanbul Telefon Şirketi’nin kuruluş öyküsünü, telefon santral memurelerinin çalışma koşullarını, şirketin santral memureleri almak için verdiği ilanlara Kadınlar Dünyası dergisi çevresinin gösterdiği büyük ilgiyi ve bu çevrenin adayı olan Ayşe Bedrâ Osmân Hanım ve arkadaşlarının Müslüman Osmanlı kadınlarını işe almakta tereddüt eden İstanbul Telefon Şirketi’ne karşı giriştikleri haklı mücadelenin ayrıntılarını okuyacaksınız.” / 192 sayfa, 16 TL

PAZAROLA HASAN BEY (1885-1926)

“Pazarola Hasan Bey’in her bir gülücüğü, evde kalmış kızlar nezdinde, müstakbel bir koca için bir alâmet, bir işarettir. Her ‘Pazarola …cibaşı’ selamı, İstanbul’un tüm bereket dilencileri için, geleceği garantiye almaktır. Ancak, Pazarola Hasan Bey’in kendisine yapılan bütün çağrılara cevap verip vermeyeceği pek belli olmazdı.

Kendisinden ‘Pazarola …cibaşı’ iltifatı almak isteyen ve böylece gündelik kârından emin olmak isteyen esnaf etrafına üşüşür, ‘Hasan Bey, gel bir kahvemizi iç’ diyerek onu dükkanlarına çağırır, ancak Hasan Bey’in bu çağrılardan hangisine cevap vereceği ve hangi davete icabet edeceği de pek belli olmazdı.

İçinden geldiği gibi sokaklarda dolanır, birden sevindirmek istediği birisine yaklaşır, önce meşhur ‘Pazarola ….cibaşı’ iltifatını yapar, sonra da o kişiye işiyle ilgili çeşitli şakacı sorular sorardı. Belki de itibarının zedeleneceği ve belki de karşısındakini rahatsız edeceği düşüncesiyle çok konuşmaz, çok oturmaz, her gittiği yerde birkaç dakikadan fazla kalmazdı. Tahsili hakkında kimsenin bir şey bilmediği Pazarola Hasan Bey, bazen değme okumuşlar gibi sözler söyler, hikmetler savururdu. Bazen de hiçbir münasebeti olmayan sözler sarf ederdi.

Kendisine ısmarlanan kahveleri geri çevirdiği görülmezdi, sarılıp eline tutuşturulan sigaraları keyifle tüttürür, sonra da geldiği gibi, ansızın ortadan kayboluverirdi…” /184 sayfa, 16 TL

OSMANLI HANIMLARI VE KADIN TERZİLERİ (1869-1923)

“Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında, Osmanlı toplumunun büyük bir kısmı giysilerinde kullandığı kumaşları evindeki el tezgâhında kendisi dokuyor, tasarımını ve biçkisini kendisi yapıyor ve giysilerini yine kendisi elde dikiyordu. 1870’lerden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’na gelmeye başlayan dikiş makineleri, değişim sürecini oldukça hızlandırmakla birlikte, daha henüz yaygın olarak kullanılmaya başlanmamıştı.

Osmanlı toplumunun yaklaşık yüzde doksan beşini oluşturan halk, o zamanki deyimiyle “ısmarlama” veya “hazır elbise”ye pek rağbet etmiyordu. Terziye gitmek isteseler bile, çoğunun satın alma gücü buna pek yeterli olmuyordu. Hali vakti yerinde olanlar ise, elbiselerini diktirtmek için, bu işi yaparak hayatını kazanan profesyonellere, yani terzilere başvuruyordu. Terzilere gitmeyi seçen kalburüstü “kibar” Osmanlılar, gittikleri terzihanelerde kendilerine o zamanki deyimlerle “elbise dikiniyor” ve “kıyafet yapınıyor”lardı. Osmanlı İmparatorluğu, özellikle de İstanbul şehri, ondokuzuncu yüzyılda terziler için adeta bir cennet teşkil ediyordu. Devrin lüks tüketim anlayışına göre, dayanıklı “İngiliz kumaşı”ndan yapılmış ve Frenk -yani işinin ehli “ecnebi”- terziler tarafından en son modaya uygun olarak biçilip dikilmiş kaliteli bir elbise, sahibinin ne kadar ince, kibar, şık, zarif, zevkli, zengin ve prestijli olduğunun bir göstergesiydi; kısacası bir zerâfet, seçkinlik ve statü sembolüydü.

Bu çalışmada, çeşitli dönemlerde Osmanlı kadın dergileri etrafında gelişmiş üç “İslâm terzihânesi” girişiminin hikâyesini okuyacaksınız: Hanımlara Mahsûs Gazete’nin Terzihânesi (1895), Şişli’de Kız Sokağı’nda 18 Numerolu Hâne (1901), ve Kadınlar Dünyâsı’nın Terzi Evi (1913). Bu terzihâne teşebbüslerinden yola çıkarak, sonuç bölümünde, incelediğimiz kadın terzilerin üretim tarzı ve bu üretim tarzı içerisinde Osmanlı hanımlarının terzileriyle birlikte geliştirmiş oldukları üretim ve tüketim ilişkileri üzerine küçük bir analiz denemesi de yer alıyor.” /152 sayfa, 16 TL