On bir yıllık öykü sessizliğini bu eseriyle bozan Ural, otuz öykülük bir rüya cangılına davet ediyor okurlarını.
Şair ve yazar A. Ali Ural’ın son kitabı Fener Bekçisinin Rüyaları. On bir yıllık öykü sessizliğini bu eseriyle bozan Ural, otuz öykülük bir rüya cangılına davet ediyor okurlarını. Bütün eserlerinde olduğu gibi cümleleriyle çizdiği resimlerin takip edilmesiyle yetinmeyen yazar, okuru da rüyalarına dâhil etmeye çalışıyor. Ural yine resmin yarısını boyayıp sırra kadem basıyor. Belli ki resmin diğer yarısını boyamak okura düşmektedir. Yazarın renklerinin okurun renkleriyle bütünleşmesinde aranmaktadır derinlik. Pasif bir okuyucunun bu öykülerde kaybolabileceği varsayılsa da, yazarın kılı kırk yaran okurlarını bir edebiyat şöleninin beklediği söylenebilir.
Kısa metinlerde kurgu yapabilme gücünü Fener Bekçisinin Rüyaları’nda bir kere daha kuvvetle hissettiriyor yazar. Bu başarıya götüren etkenlerden birinin yazarın kullandığı dil olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Şiir dilinin imkanlarından yararlanarak yazılmış bu öykülerde sesin büyülü bir ritimle nasıl müziğe dönüştüğünü hissediyor okuyucu. Çağrışımların gücünü hiçbir zaman göz ardı etmeyen yazar, sembollerin büyülü dünyasında günceli ebedi kılacak sıçramalarla yoğuruyor metnini. Ural’ın klasik yazarlar gibi tasvir yapmadığını, çağrışımlarla helezonlar gibi derinleşen resimlerin içine attığı okuruna, görünmeyeni sezdirmeye çalıştığını bilenler için yeni bir macera, Fener Bekçisi’nin Rüyaları.
Yazarın önceki öykü kitabı Yangın Merdiveni’nden bu yana bir şeylerin değiştiğini fark etmemek mümkün değil. Önceki öykü kahramanlarını dışarıdan izleyen okur, şimdiki kahramanlara karşı aynı tutumu gösteremiyor. Artık bir “Ben” anlatıcısının varlığından ve bu anlatıcının okurun ruhuna sızarak öykülere bir psikolojik derinlik kattığından söz edilebilir. Daha önceki öykü kitabının Kaçış Öyküleri olduğunu itiraf eden yazar, zaman zaman kahramanını kalabalıkların olmadığı ortamlarda karşımıza çıkarmıştı. Onu geceleyin boş sokaklarda görmemiz mümkün olduğu gibi yalnız başına yaşadığı evinde ziyaret etmemiz de mümkündü. Oysa Fener Bekçisinin Rüyaları’ndaki kahramanın sessizliğini bozduğunu görüyoruz. Hatta sessizliğini bozmakla kalmıyor, zaman zaman ironinin ağır bastığı bir dille dayatılan kurallara başkaldırıyor. Bunu en çarpıcı şekilde Yorgun Adama Yer Döşeği ve Ölü adlı öykülerde görebiliyoruz.
Gelişen teknolojiyle hayatımız kolaylaşmakla kalmıyor, özlemek gibi insanî kavramlar da zihnimizden siliniyor. Özlemeyi elimizden alan dünyaya bir hatırlatma bu eser. Denizin karşısında yaşayan bir fener bekçisinin denizi özlemesi tuhaf değil mi?
Moralhaber.Net