Tek üstatla ümmet kurulmaz

İslam
Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı… Her bir kul Allah’ın başlı başına bir muhatabıdır. O, kullarına hep doğrudan hitap eder. Herkesi düşünmeye çağırır. Hatta daha önce dem...
EMOJİLE

Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Her bir kul Allah’ın başlı başına bir muhatabıdır. O, kullarına hep doğrudan hitap eder. Herkesi düşünmeye çağırır. Hatta daha önce demiştik ki, Kuranı Kerim’de düşünmeyle ilgili ondan fazla kavram vardır. Fehm, tefekkür, tedebbür, teemmül, tezekkür/iddikâr, tefakkuh, akletme, nazar, tevessüm, istinbat, i’tibar… gibi. Ve bunlar sadece yöneticilere, imamlara, önderlere yönetilmiş talepler değildir. Herkes kapasitesine göre bunlardan yapabildiğini yapmak zorundadır.

Çok eskilerden beri dikkatimi çeken bir örneklemeyi burada anmak istiyorum: Allah iki büyük peygamber için, “onda size uyulacak güzel örnekler vardır” buyurur. Birisi Hz. İbrahim, diğeri de elbette bizim peygamberimiz. Hz. İbrahim’den alacağımız örnekler şüphe yok ki, ancak Kuranı Kerim’in onun hakkında anlattığı kıssalardan çıkarılabilir. İşte onlardan biri şudur:
“Hani İbrahim Allah’a, Rabbim sen ölüleri nasıl diriltirsin bana göster demişti. Allah, inanmıyor musun, diye sordu ona. Hayır, inanıyorum ama istiyorum ki, kalbim de mutmain olsun dedi. O halde dört kuş yakala, parçalayıp kendinin yap, sonra her dağın başına onlardan bir parça bırak. Sonra da onları çağır, koşarak sana gelsinler ve bil ki, Allah Azîz’dir/mutlak galiptir, Hakîm’dir/her yaptığında hikmetler vardır” (2/260).

Buharî, bu ayeti kerime dolayısıyla Hz. Peygamber’in(sav) “Şüphelenmeye biz İbrahim’den daha layığız” sözünü nakleder.

Oysa bugün bizim çoğu tarikatlarımızdaki söylem şudur: Bizim mürşidimize Allah tecelli eder, mürşidimiz her işini O’nunla yapar, o peygambere sormadan hareket etmez. Kalbinden dahi onun söylediklerinin hata olabileceğine ihtimal verirsen helak olursun. Onun yanında gassalin/ölü yıkayanın önündeki mevta gibi olacaksın…

Allah’ı kendi isimleriyle azıcık tanıyanlar bunların hepsinin İslam’a külliyen zıt inanışlar olduğunu anlayabilirler. Bunlar doğru olsaydı Allah İbrahim’e (as) şöyle demeliydi: (Haşa) “İbrahim, edepli ol! Sen bir kulsun ben Allah’ım, ben ne diyorsam o!”.

Kaldı ki, Hz. İbrahim’in konuştuğu zat, hata eden bir beşer değil, Allah’tı ve bunu Allah bize ‘güzel örnek’ diye hatırlatıyor.

Âlimlerin, üstatların, mürşitlerin bulunması gayet tabiidir, hatta zorunludur. Ancak her biri hakikatin yegâne temsilcisi olarak görülürse ne olur?

Önce hiçbir fani kul hakikati her yönüyle görüp bütünüyle bilemez. Herkes hakikatin bir başka yönünü daha iyi kavrayabilir. O halde mürşit düzeyinde pek çok âlimin bulunması gereklidir ki, hakikati her yönüyle tanıyabilelim.

Elbette herkesin başkalarından daha çok sevdiği üstadı, mürşidi olabilir, ama hakikat onlardan daha azizdir. Hakikat talibi üstadını değil, öncelikle hakikati kurtarıp korumayı hedeflemelidir. Hz. Peygamber dışında insanı kâmil yoktur.

Üstat tek doğru olarak görülürlerse, o da başkalarını beğenmeme ve eleştirme durumuna düşmek zorunda kalır. Aksi halde büyüklüğünü ispat edemez. Böyle olunca da yanılabileceğini hesaba katarak doğrunun bir başkasıyla da olabileceğini düşünemez ve yanlışlarını doğru diye sabitler. Kendi büyüklüğünü kabullendirmek için olmayan kutsallıklara, keramet ve menkıbelere sığınabilir, kendini böyle gösterebilir, en azından kendini böyle sananlara müdahale etmez, bundan hoşlanır. İnsanın tabiatı budur.

Kendisine tabi olan bireyler de Hakikat olarak kendi önderlerini gördükleri için kabiliyetlerini geliştiremezler, bedii melekeleri dumura uğrar. Bu sebepten olacak ki, sadece biz doğruyuz diyen kapalı cemaatlerde âlim, sanatkâr ve mütefekkir çıkmaz. Çünkü düşünmeyi onlar adına liderlerinin yaptığını varsayarlar. Kendiler birer özne değil nesnedirler.

Her mürşidin, hakikati bir yönüyle ve de bilgisi ve kabiliyeti kadar bilebileceği kabul edildiğinde mürşit durumunda olan insanlar ilim öğrenmede diğerleriyle hayırlı bir yarışa girmek zorunda kalırlar, seviyeler yükselir. Çünkü bilirler ki, ben öğrencilerimi ilimle ve akılla ikna edemezsem onlar beni bırakır başkasına tabi olurlar. O halde ben o başkasından geri kalmamalıyım derler.
Böyle bir ikna çabası yerine hayali maneviyatlar üretirse bağlıları taassup çukuruna düşer, bir daha da çıkamazlar. Bireyler de hiçbir zaman gelişip Allah’ın müstakil bir muhatabı olduğu bilincine varamazlar.

Cemaatler ve tarikatlar, diğerlerinden bağımsız birer din gibi görülürlerse Hz. Peygamber’in sakındırdığı tefrika ve parçalanma oluşur, İslam ümmeti hiçbir zaman birleşemez.

yazının devamını okumak için…