Sosyolojik mi, dini dil mi?

İslam
İşte Akif Emre’nin o yazısı… Hayatın sekülerleşmesi dini hayatı da profanlaştırıyor. Hayatın din ile irtibatının kopması aslında dini anlayışın hayattan kopmasıdır. Hayattan çekilen din sa...
EMOJİLE

İşte Akif Emre’nin o yazısı…

Hayatın sekülerleşmesi dini hayatı da profanlaştırıyor.

Hayatın din ile irtibatının kopması aslında dini anlayışın hayattan kopmasıdır. Hayattan çekilen din sanılanın aksine gönüllerden, zihinlerden de siliniyor yavaş yavaş… Bunun tam zıddı olarak da önce gönüllerden, zihinlerden çekilen din, hayattan da el etek çekiyor.

Ramazan ayı, dinin hayatın günün yirmi dört saatini doldurduğu bir yoğunlukla gelir. İster ferdi olarak yaşayın, ister cemaat, toplum olarak… oruç mevsimi bir günün tamamını şekillendirir; oruçlu bir güne, oruçla geçen bir aya dini iklim tesir eder, hayata rengini verir. Ramazan ayı ne kadar bireysel, tek başına, insanın kendi içine yolculuksa o kadar da dışa dönük, coşkulu, manevi bir atmosfere sahiptir. İnsanın içe doğru münzevi yolculuğu adeta başka oruçlularla buluşur, çoğalır coşkuya dönüşür.

Oruç tutan da tutmayan da Ramazan’dan etkilenir, o iklimin havasını teneffüs eder; rahmet herkesi sarar çünkü…

Hayatla bu kadar iç içe olan Ramazan mevsimini yaşarken hepimizi dirilten, ölü ruhlara yenilenme soluğu üfleyen bu iklimin hayattan koparılması nasıl mümkün olur?

Bir yanda gecesiyle şelale gibi çağıldayan, gündüzüyle sükut suretinde hayata yön veren, etkileyen, şekillendiren Ramazan ayına ışıltısını kaybettirip onu bereketsiz bir gürültüye, şenliğe indirgeyen bir Ramazan söylemi ile karşı karşıyayız.

Bereketsizlik kokan bir ağızla her Ramazan yapılan, medyada gündeme getirilen tartışmalardan bahse gerek yok. Sinsi bir ladiniliğin müstehzi duruşuyla ortaya çıkan, sahte bir hakikat ve dindarlıkla kafalara, gönüllere kuşku tohumları serpen bir dildir bu. Dine ait, dinle ilişkili, dinin hayata yansıyan bireysel ve toplumsal her tezahürünü gülünçleştirmek, en azından kalplerdeki yerini sarsmaya yönelik bir gündemdir. Bunlara alışığız. Zaten bu tür sahte dini tartışmalara artık itibar edilmiyor.

Ne ki, bu kez dinin içinden konuşan, dini coşkuyu paylaşan, hak ve hakikat adına dile getirilen mevzuların hayatı teğet geçtiğini bilmem fark ediyor musunuz. Bu durum yoğun olarak Ramazan ayında gözlemlense de genel olarak din dilinde bir sorun var.

Bu iki şekilde tezahür ediyor: Birincisi, insanların gerçek hayatları, Müslümanların sorunları, İslam’ın yaşanılan zaman dilimine ne dediğine dair meselelerin atlanması. Son derece soyut, toplumsal karşılığı olmayan yahut pratikte kimsenin hayatını etkilemeyecek konular ele alınır. Dini vaaz ve sohbetler adeta bir sosyoloji metni gibidir. Hüküm vermekten iyiyi, güzeli, kötüyü işaret etmekten çok gözlem yapar gibidir. Yapılmasının tavsiye edilmesi istenen bir emir, bir güzellik bile dinin bir gereği olmaktan çok toplumsal bir ihtiyacın gereği olarak sunulur adeta. Evet, her emrin bir hikmeti vardır ama o hikmeti bilmesek de Müslüman olduğumuz için yaparız, tabi oluruz, teslim oluruz. İnanmak budur. İnanmak ve kurtulmak…

Son derece dini ıstılahlardan arındırılmış bir dille sosyal bilimlerin konusu olabilecek bir metin, sözgelimi psikoloji yahut sosyoloji kitabından alınmış hissi veren bir dil… Bu dil o derece din dilinden uzak ki; Kuran meali ve Hadislerin dili yerine ya da İslami ilimlerin yoğurduğu, kültürümüzde karşılığı olan kelime ve kavramlar yerine hafızası olmayan, muhtevası her türlü yoruma müsait kelimelerin seçilmesi… Yeni neslin anlayacağı yeni Türkçe ile konuşulması gerektiği itirazı bu konuda boş. Her disiplinin, her bilimin kendi kavramları vardır. Yunus Emre ne kadar sade ama bir o kadar da dini bir dil kullanır. ‘İyi işler’ yapmakla ‘iyi/hayırlı ameller’ işlemenin çağrışımının aynı olmaması gibi. Yüzlerce yıllık bir dini düşünüş, yaşayış ve kültür birikimiyle gelen, bin yıllık hafızayla şekillenen ifadeler yerine daha seküler kelimeler seçilmesi dinin hayattan çekilmesinin bir tezahürü. Her medeniyet, her kültür kendi kavramları ile ayakta durabilir.

Dini sevdirmek, insanları ürkütmemek adına geliştirilen dil, en çok İslam’ın yap dedikleri ve yapılmamasını istediği, yani haram olarak vaz ettikleri konusunda kendini gösteriyor. Artık camilerde bile haram olanlar titiz bir dille saklanıyor. Doğrudan gündelik hayatımıza giren haramlardan Müslümanların uzak durmasını, işlememesini telkin eden bir yaklaşım ortadan kalkmış gibi. Dinin yasakladıklarını dile getirenler en fazla Yeşilay söyleminden ileri geçmiyor.

Hem siyasi hem şahsi meselelerde sevdirdiği, umut aşıladığı kadar Allah’ın azabı ile de korkutacak bir bütüncül dil yok gibi.

Bu dil müjdeleyici, umut aşılayıcı bir dil de değildir. Sadece ne yapıp ettiğine karışmayan, hayata dokunmayan, soyut bir ‘iyilik güzellemesi’ yapan bir dini dil kullanılan. Oysa insanların müjdelenmeye olduğu kadar sarsılmaya, hakları var.