Oyunda meşruiyet ölçüsü

İslam
Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı… Sahih bir garazı ve hedefi olan oyunların meşru olduğunu ve olması gerektiğini söyledik. Hayvanların yavrularının bile hep büyüyünce yapacakl...
EMOJİLE

Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Sahih bir garazı ve hedefi olan oyunların meşru olduğunu ve olması gerektiğini söyledik. Hayvanların yavrularının bile hep büyüyünce yapacakları işler türünden oyunlar oynadıklarını biliyoruz dedik. Bir kedi yavrusu fare gibi hayal ettiği bir yumağı yakalama numarası yaparak oynar, sonra da bunun gerçeğini hakkıyla başarır. Onların doğasında bu vardır. Doğallık doğrunun göstergesidir.

O halde insanların oyunlarının da en az hayvanlarınki kadar anlamlı bir hedefe yönelik olması gerekmez mi?
Hz. Peygamber’in şu hadisi şerifi meşru oyunun temel kurallarını ortaya koyar gibidir:
“Atıcılık yapın, biniciliği öğrenin. Atıcılık yapmanız bana binicilik öğrenmenizden daha sevimli geliyor. Müslüman bir adamın şu üçü dışındaki her eğlencesi anlamsızdır/batıldır: Ok atması, atını eğitmesi, hanımıyla ve çocuklarıyla oynaması” (Tirmizî, Hasen-Sahih).
Buradaki, ‘batıl‘ kelimesi ‘haram‘ demek değildir, sevabı yoktur demektir. Ama zahirî/harfi yorumu benimseyenler bu ‘batıl’ı haram diye anlamışlar, böyle anlayınca da burada sayılanlar dışında hiçbir oyunun caiz olmadığını söylemişler. Oysa Sünnetteki zamansallık bu hadisi şerifte açıkça görülür. Hz. Peygamber kendi zamanında oynanan oyunların bunlar dışındakilerin anlamsız olduğunu söylemiş oluyor. Bu da lafzı ihmal etmeden gayeyi esas alan yorumdur. Çünkü Bu oyunlara bakıldığında bunların düşmana karşı savunma gücü, beden eğitimi ve sağlığı, ailede huzur ve sevgi kazandırdıkları anlaşılır. Bunlar da hayatın ve insanca var olmanın olmazsa olmazlarıdır.
İşte lafzı gözardı etmeden gayeyi esas alan böyle bir yorum, Müslümanlar arasında Hz. Peygamber’den sonra, Hz. Ali’nin hilafeti döneminde ortaya çıkacak olan satrancın mubah olduğu sonucunu doğuracaktır. Çünkü satrançta zihnî eksersiz ve savunma becerisi gibi faydalı sonuçlar vardır. Ama lafız ne diyorsa o, anlamına gelen zahirî yorum bu üç oyun dışında olduğu için satrancı da haram saymıştır.
Bilindiği gibi böyle zahirî/literal yorumlama yöntemi, belki buna yorumlamama yöntemi demek daha doğru olur, önce Üçüncü Hicri Asırda Davud ez-Zahiri ile birlikte ortaya çıktı ama hayatın gerçekleriyle baş edemediği için kaybolup gitti. Sonra Beşinci Asırda ikinci kez Endülüslü Meşhur Fakih İbn Hazm ile tekrar canlandırıldı ve çok sağlam bir mantıkla savunuldu ama yine tutunamayıp kayboldu. Günümüzde ise bazı Selefî akımlarla tekrar gündeme geldi, ama bunun da tutunamayacağı şimdiden anlaşılmış gözüküyor. Çünkü her parçasını anlamlandıramayacağınız bir hayat günün birinde bütünüyle anlamsızlaşır ve yok olur gider. Daha çok Suudlu olan Selefîakademisyenlerin daha derin okudukça ve başka ülkelerin âlimleriyle fikri temasa geçip ilmî tartışmalar yaptıkça daha esnek düşündüklerine, bizim gibi konuyla alakalı herkes şahit olmuştur. Krallığın danışma meclisine önceleri sadece Selefî âlimler alınırken, son zamanlarda dört mezhebin âlemlerinden de temsilciler alınmaya başlanmıştır.
O halde bu hadisi şerifin bize anlattığı gerçek şudur: Hayatın zorluklarına ve katılıklarına karşı koyabilmek için oyun kaçınılmazdır. Ancak bu oyun salt zaman ve değer öldüren anlamsız bir oyun olmamalı, kişiyi hayata hazırlamalıdır. Haram eylemler içermeden zamanın gereklerine hitap eden oyunlar meşrudur. Ama yine de hadiste sayılan o üç temel gaye oyun felsefesinin esasını oluşturur.
Haram olan oyunlara ve bunu belirlemenin kurallarına geçmeden önce iki Raşit Halifenin konumuzu ışık tutacak şu güzel ifadelerine de yer vermeliyiz:
“Bir vadiye girse şeytanlar kaçıp başka vadiye girer” diye taltif edilen Koca Ömer yorucu bir yolculukta bir göletin yanında konakladıklarında İbn Abbas’a der ki, ‘hadi gel yarış yapalım, bakalım su altında hangimiz en uzun süre nefessiz kalabilecek’. İşte bu da bir oyundur, oysa yukarıda sayılan üç oyundan biri değildir. Ama onlardaki amaç bunda da vardır.
Ve Hz. Ali: ‘Zaman zaman kalplerinizi de dinlendirin, çünkü onlar zorlanırlarsa körelirler. Bedenlerin usandığı gibi kalpler de usanır’.
İşte şimdi geldik işin salt fıkıh yönüne.
Pazara inşallah.
Twitter@farukbeser