İsra ve Miraç ile ilgili son notlar, olanlar ve olmayanlar

İslam
Prof. Dr.Faruk Beşer Yenişafak gazetesindeki yazısı.. İsrâ ve Miraç deyince akla gelen önemli birkaç noktaya daha değinip bu konuyu kapatalım. Bilindiği gibi İsrâ Suresi ‘sübhân‘ keli...
EMOJİLE

Prof. Dr.Faruk Beşer Yenişafak gazetesindeki yazısı..

İsrâ ve Miraç deyince akla gelen önemli birkaç noktaya daha değinip bu konuyu kapatalım.
Bilindiği gibi İsrâ Suresi ‘sübhân‘ kelimesiyle başlar. Sübhân, tesbih demektir. Tesbih, yani Allah’ı O’na yakışmayan vasıflardan ve niteliklerden uzak bilme, O’nu kendi isimleriyle ve olduğu gibi tanıma demek. Daha surenin ilk kelimesinde; sakın ha, böyle bir olay sebebiyle Allah’ı da kullar ya da yaratıklar gibi tasavvur etmeye kalkışmayın, O’nu yanlış bilmekten sakının denmiş gibidir. Bu durum ayrıca bu olayla ilgili ayetlerin ‘müteşabih/çok anlamlı’ ayetler olduğuna, anlaşılması için rast gele tevillere başvurmanın yanıltıcı, hatta saptırıcı olacağına, meselenin rasih/ilmi oturmuş âlimlere havale edilmesi gerektiğine de işaret eder. Eğer mesele cahillere kalırsa onlar, Kur’an-ı Kerim ifadesiyle, müteşabihlerin teviline tutunur ve fitne çıkarırlar.

Bir beşerin ulaştığı bu en yüksek noktada Resulüllah ‘abd/kul‘ olma vasfıyla anılır. Demek ki, beşerin çıkabileceği en yüksek derece ve en yüce makam O’na kul olmaktır. Bu seviyedeki bir kulluğa ‘ubudiyet’ denir. Ubudiyet, kulluğun ibadetten daha ileri bir teslimiyet ve aczini bilme safhasıdır. Bununla birlikte Resulüllah ilahlık dairesine geçmemiş ve bir kul olarak kalmıştır. Allah’ı hakkıyla tesbih onu da bu dairede bilmek ve onda ilahi vasıflar görmemekle olur.

Muhammed İkbal, insanlara Allah’ı anlatıp onların cehenneme gitmesini engellemeye çalışmanın zirvenin de zirvesi olduğunu söyler. Resulüllah’ın Miraç sebebiyle bunu yaşadığını anlatır. Allah ile mülaki olup cennete girdikten sonra, bu zevki bırakıp tekrar dünyaya dönerek kullarına O’nu anlatmaya çalışmasını bunun kanıtı sayar.

Bilindiği gibi Miraç’ın en önemli hediyesi namazdır. Bütün ibadetler yerde farz kılınmışken namaz gökte farz kılınmıştır. Bu sebeple kulun Allah’a en yakın olduğu an namazda ve özellikle de secdede olduğu andır. Yine bu sebeple, İmam Rabbanî’nin dediği gibi, Resulüllah (sa) Miraç’tan dünyaya döndükten sonra orada yaşadığı yakınlık halini en yoğun şekilde sadece namazda yaşamış ve sıkıntılı anlarında, “Bilal, kalk bir ezan oku da namaz kılıp rahatlayalım” buyurmuştur.

Yine bu sebeple kulun ubudiyet zirvesi, yani miracı namaz iledir. Resulüllah’ın yaşadığı hallerin küçük bir benzerini kul ancak namazda yaşayabilir ve namazla Allah’a yükselebilir. Yine İmam Rabbani’nin dediği gibi, Allah’ın en yakından hissedilip, elektriğe çarpılmış gibi cezbe hali yaşamanın sahih olanı sadece namazda olanıdır. Bunun dışındakiler yanıltıcı cezbelerdir, belki de yapmacıktır.

Surenin sadece birinci ayeti İsrâ olayından ve Mescidi Aksâ’dan söz ettikten sonra bir sayfayı aşan müteakip ayetler Yahudilere dikkat çeker. Sürekli fesat çıkaran bir kavim oluşlarına ve Mescid-i Aksa’nın bununla ilişkisine vurgu yapar. Aynı yerdeki bu ayetler İsrâ ayetinin kemiyet olarak on katıdır.

Demek ki, Yahudi gerçeğini, işgalini ve fesadını hesaba katmadan, günümüzde olduğu gibi Miraç’ı çoğu batıl ve asılsız rivayetlerle başka boyutlara taşıyıp dünya ile ilişkisini kesen bir kutlama faaliyeti Miraç’ı anlamından uzaklaştırma demektir.

Oysa Miraç olayında önemli olan Allah tasavvurumuzu tashih ve tesbih, Resulüllah’ın ulaştığı ubudiyet makamını anlamak, namazı dosdoğru kılmak ve dünyayı fesada uğratanları iyi tanımak ve onlara fırsat vermemenin yollarını bulmaktır. Yani Miraç’ın dünya ayağını hesaba katmadan kullar olarak bizim miracımız gerçekleşmiş olamaz.Miraç denince akla gelenler bunlar olmalıdır.

Miraç Kutlamaları

Kaldı ki, Miraç için zaten özel bir ibadet yoktur. Ancak böyle bir olayı hatırlama maksadıyla bir araya gelmenin ve yukarıda bir kısmına işaret ettiğimiz ve surenin dikkat çektiği konularda, sağlam bilgiler edinmenin bir sakıncası olmamalıdır. Yeter ki, bu etkinlikleri Allah’ı, Resulüllah’ı ve O’nun anlatmak için bir fırsattan ibaret görmüş olalım, yeni bir ibadet haline getirmeyelim.
Recep ayında tutulan orucun faziletine dair sahih ya da hasen derecesinde bir hadisi şerif yoktur. Bize göre en büyük hadis şarihi/yorumcusu İbn Hacer, Recep Ayına özel risalesinde ona özel oruç tutulmasını bid’at olarak vasıflamıştır.

Namazda okuduğumuz ‘Tahiyyat’ duasının Miraç’taki bir selamlaşma hikâyesine bağlanmasının da aslı yoktur. Her ne kadar bu hikâyede taşlar yerine çok güzel oturtulmuş olsa bile.

Aklın değil, naklin konusu olan bir meselede kahramanlık sökmez. Böyle bir nakil vardır ya da yoktur. Varsa bunun tespitinin de usulü ve yolları vardır. İnsanlar kendi arzularını naklin var olmasının delili sayamazlar.