Hz. Muhammed kimdir?

İslam
Siz ilim adamı olabilirsiniz fakat kolay kolay ahlak önderi olamazsınız. Bütün kuvvetinizi seçtiğiniz herhangi bir sahaya teksif eder, beşeri ve ailevi münasebetlerinizi asgari seviyeye indirir veya k...
EMOJİLE

Siz ilim adamı olabilirsiniz fakat kolay kolay ahlak önderi olamazsınız. Bütün kuvvetinizi seçtiğiniz herhangi bir sahaya teksif eder, beşeri ve ailevi münasebetlerinizi asgari seviyeye indirir veya keser, aklınız-fikrinizi onda fani ederseniz, ilhamlarda size kılavuzluk ettiğinde büyük bir ilim adamı olabilir, buluşlar yapabilirsiniz. Ancak kolay kolay bir ahlak önderi olamazsınız.

Toplumları peşinde sürüklemek, önder olmak liyakati nadir şahsiyetlerde zuhur eden istisnai bir hal ve karakterdir. Bazen öylesine büyük hizmetler vardır ki bunları vücuda getirmek, nadir insanların katlanabildiği bir samimiyet ve performansı ortaya koymakla mümkündür. Yüzyılların nadir insanları yetiştirmesinin nedeni de budur.

Muhammed İkbal’in dediği gibi, insanın hakiki şahsiyeti, başka bir şey değil sadece yaptığıdır. İnsanın bütün hakikati, insanı sevk ve idare eden davranışındadır. İnsan, mekanda bir şey veya zamansal bir düzlem içinde bir takım tecrübeler gibi idrak edilemez. İnsan, fiilleriyle, hükümleriyle, iradi eylemleriyle, amaç ve gayeleriyle tefsir ve idrak edilir.

Mademki insan realitesi budur amaç ve gayesi büyük olan insanların beşeriyet üzerinde büyük iclal ve heybet estirdiklerini tahmin etmek zor değildir. Bizim tarihte tanıdığımız bir takım insanlar büyük amaç ve gayeler ile ortaya çıkmışlardır. Bu bağlamda bakıldığında insanlık büyük İskenderler- Jül Sezarlar, Cengizhanlar, Napolyon Bonapartlar gibi büyük imparatorları yahut Newton, Galileo, Thomas Edison, Albert Einstein gibi büyük bilim adamları gördü. Bunlardan tarihin serencamı içinde her biri bir hususiyeti ile öne çıkmış şahsiyetlerdir. Örneğin Sezar, Cengizhan, Napolyon gibi imparatorlar ellerinden bulundurdukları güç ve iktidarları kullanarak imparatorluklarını büyütmüş, insanları önlerinde zelil etmiş, fetihler elde etmiş, dünyayı zapt etmişlerdir. Ancak realitede biz bunlara büyük diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Çünkü Hz. Muahmmed’in manevî sahadaki büyüklüğünü bir tarafa bıraksak bile dünyevî imkânlar nispetinde bakıldığında fark ortaya çıkmaktadır. Bunların iktidar imkânı, düzenli ordu gücünü kullanarak ülkelere hükmetmelerine karşılık Hz. Muhammed bir aileden bile yoksun, çölün kısıtlı imkânlarına ilaveten maddî zorluk ve yoklukların içinde yaşamış, davasını açıkladığında kavminin ve en yakın akrabasının bile şiddetli bir düşmanlığı ile karşılaşmıştır. O, bu amansız şartlar ve imkânsızlıklara rağmen yokluktan büyük imparatorların bile ulaşamadığı bir seviyeye ve azamette ulaşmış, insanlara serdar, cemahirlere başboğ olmuştur.

HZ MUHAMMED’İ KIYASLAMAK

Hz. Muhammed’in bu ünvana liyakat kespettiği, tarafsız ve insaflı olarak onun hayatını tetkik eden herkesin itiraf edeceği bir gerçektir. Nitekim The Life and Teachings of Muhammad adlı eserin yazarı Annie Besant şöyle demektedir: ‘Bitmeyen bir hayranlık, sürekli bir saygı, Arabistan’ın bu büyük Peygamberinin hayatını ve şahsiyetini inceleyen nasıl yaşadığını bilen herkesin bu güçlü Peygamber için ürpertici bir saygıyla dolmaması mümkün değildir. Kitabımda söyleyeceklerimin pek çoğu, çoklarının bildiği şeyler olsa da, ben onları ne zaman yeni baştan okusam, bu Arabistanlı muallim için hep yeni bir hayranlık, yeni bir saygı duyuyorum.’ Thomas Carlyle ise, ‘Dünya’da taç ve ihtişam sahibi hiçbir imparatora, yamalı bir hırka içindeki bu insan kadar hürmet edilmemiştir’ demektedir. Lamartine de, ‘Modern tarihin en büyük şahsiyetlerini bile Muhammed’le kıyaslamaya kim cesaret edebilir? O şahsiyetlerin en meşhurları ancak maddi kuvvetler kurdular. Halbuki O, orduları, hukuk sistemleri, kavimleri ve dünyanın üçte biri üzerindeki milyonlarca insanı harekete geçirdi’ şeklinde mütalaada bulunmaktaddır. Thomas Carlyle de, ‘Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının üç ölçüsü ise, modern tarihin en büyük şahsiyetlerini dahi, Muhammed ile mukayeseye kim cüret edebilir ki?’ demektedir.

Bilim adamlarına gelince, özellikle bunlar içinde dile getrdiğimiz gibi Newton, Galileo, Thomas Edison, Albert Einstein gibiler evet insanlığa büyük hizmet etmişler, bu inkar edilemez. Ancak bunların yaptıkları hizmetler ahlak önderlerin yaptıklarıyla mukayese ettiğimizde ahlak önderlerinin yaptıkları hizmetlerin bunlarınkinden daha ön planda olduğunu göreceğiz. Örneğin bunların en önde geleni, elektiriği bulan Edison’u ele alalım. Acaba insanların dünyasını ve çevresini ışıkla aydınlatmak mı? Yoksa onların akıl, fikir ve gönüllerini aydınlatmak mı önemlidir? Her ne kadar medeniyetin tekamülü ve mehasininde elektirik ve elektirik kuvvetinin etkisi asımsamaz olsa da fikri karanlıklar içinde olup, buhranlardan buhranlara sürüklenen, masum kız evlatlarına en doğal yaşam hakkını bile tanımayan insanları bu ahlaki badireden kuratarmak mı önemlidir? Maddeye saplanmış bir gözle değil insanın yaratılış gayesini ibadet olarak kabul eden dinin bakış açısıyla bakıldığında bu fark bütün vuzûhu ile ortaya çıkacaktır: ‘ Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu?’ bu gerçeğe işaret etmektedir. Bundan dolayı Kur’ân peygamberden bahsederen, ‘(Biz seni Allah’ın) izniyle, davetçi ve aydınlatıcı bir lamba olarak (gönderdik)’ şeklinde onu insanların yollarını aydınlatan pırıl pırıl parlayan bir lambaya benzetmektedir.

AHLAKİ MEZİYETLER!

Ahlak önderi olmak kendisini hiç hesaba katmayan bir diğergamlık, başkasının ihtiyacını kendisine tercih eden isar yani feragat, hiç bir beklentiyi hesaba katmayan bir samimiyet, elindekinin her şeyini feda edecek bir cömertlik, cezalandırmaya muktedir iken yapılan bütün kötuluklere karşı affedicilik, bütün cazipliğini kullanarak isteklerini kabul ettirmeye çalışan nefse karşı irade hakimiyeti, cemadatın bile zikirlerine terci tuttuğu ibadetlerde ıstığrak, en olumsuz koşullarda bile korku ve ürperti duymayan bir tevekkül, canını ve ailesini bile feda edebilecek bir görev bilinci vs. beşeriyetin sadece felsefesini yapabildiği ancak tatbikata gelince icra edemediği davranışlardır. Bunlar, beşeriyetin ancak büyük din kurucuları ve ahlak önderlerinin davranışlarında görebilme şansına sahip olabildiği davranış ve hasletlerdir.

Hz.Peygamber, elçiliğinin en büyük delillerinden sayılan bu ahlakî meziyyetlere sahip olmuş ve böylece çölün pare pare olmuş, şahsiyeti sadece kibir ve enaniyet olarak gören ve böylece serapa tutunmaya çalışan kişilerinden insanlığın gıpta ettiği, erdemli yaşamayı kendilerine şiar edinmiş, ideali uğruna her şeyini feda etmekten çekinmeyen, önlerine ölüm çıksa bile ona tebessüm ederek üzerine yürüyen bir toplum vücuda getirmiş, tabiri caizse aslanlardan bir müntesip ordusunu kurmuş, adanmışlardan bir medeniyet imparatorluğunu tesis etmemiştir.

ASHABIN İSLAM’A BAĞLILIĞI

Nitekim Peygamber bir gün ashabına:’Kalkınız ve savaşınız!’ buyurduğunda Sa’d b. Übâde’nin,’Nefsimi kudret elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki hayvanlarımızla birlikte denize dalmamızı emretsen hiç tereddütsüz denize dalarız’ demesinde bu adanmışlık duygusu, bu gözükaralık vardır.

Seyfullah ünvanına sahip büyük Islam komutanı Halid b. Velid ölüm esnasında kendisini ziyaret eden arkadaşlarına, ‘Şu feleğe bak ki işte ben (gördüğünüz şekilde) yaban eşşekleri gibi ölüyorum. Gelin vücuduma bakın, hiç bir karış kadar yer yoktur ki içinde bir mızrak ve kılıç yarası olmasın’ demesi, Ashab’ın İslam’a bağlılığını ve onların, İslam ideali için hiç bir ferağattan çekinmediklerini, bu uğurda harp meydanlarında kendilerini feda ederek vücutlarının lime lime olduğunu anlamaktayız. Bu onların ne kadar büyük bir azimle Islama’a sarıldıklarını ortaya koymaktadır.

Yine Hz. Aişe’den nakledilen bir haberde örtü ayeti indiğinde Medine kadınları ile birlikte camide bulunuyorlardı. Kadınlar örtünme emrinin haberini aldıklarında eteklerini kaldırarak iç elbiselerini yırtıp başlarına geçirdiler ve camiden böyle çıktılar. İşte siz hiç bir din ve felsefenin müntesiplerinde böylesine bir sadakat ve adanmışlık görmezsiniz. Bu sadece Hz. Muhammed toplumuna ait bir karakteristik özelliktir. Selatu selam O’na onun âline ve ashabına olsun.