Külliyeden Kültür Merkezine

İbadethaneler
Osmanlı padişahı I. Mahmud’un sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırılan ve Osmanlı’nın son külliye camisinin kaderi 1976’da atanan imamla değişti. Camide cuma günü hariç diğ...
EMOJİLE

Osmanlı padişahı I. Mahmud’un sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırılan ve Osmanlı’nın son külliye camisinin kaderi 1976’da atanan imamla değişti.

Camide cuma günü hariç diğer günlerde 10.00-20.00 saatlerinde hat, tezhip, ebru, ney, tambur, klasik kemençe, bendir, solfej ve Osmanlıca kursları veriliyor.

1980 öncesinde avlusunda çatışmaların yaşandığı ve kurban pazarlarının kurulduğu cami felsefe bölümü mezunu emekli imam Hüseyin Kutlu’nun çabalarıyla günümüzde hat, tezhip, minyatür, ney ve ebru gibi klasik Türk sanatları kurslarının verildiği bir kültür merkezine dönüştü.

İmamlıktan emekli aynı zamanda hattat olan Kutlu, Fatih ilçesi Kocamustafapaşa semtindeki cami bünyesinde bulunan kütüphanede verilen kurslarla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, camiye ismini veren Hekimoğlu Ali Paşa’nın aslında İtalyan asıllı Nuh Efendi’nin oğlu olduğunu, daha sonra ihtida ederek İslam’a girdiğini söyledi.

Hekimoğlu Ali Paşa’nın Osmanlı sarayı başhekimi iken I. Mahmud’un sadrazamı olarak görev yaptığını belirten Kutlu, Ali Paşa’nın doğru, dürüst bir insan olmasının yanı sıra haksızlıklara tahammül edemeyen bir kişiliğe sahip olduğunu belirtti.

Kutlu, Ali Paşa’nın birçok eserinin bulunduğunu, ismiyle anılan camiyi 1735’te inşa ettirdiğini söyleyerek, klasik mimarinin son örneği olan bu caminin Osmanlı’nın son külliye camisi olma özelliğine sahip olduğunu ifade etti.

Caminin işlevi ne olmalı?

İmam Hatip Lisesi’ni bitirmesinin ardından İstanbul Üniversitesi’nde felsefe okuduğunu, Bursa Işıklar Askeri Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yaparak askerliğini bitirdiğini belirten Kutlu, yaşamını idame ettirebilmek için vaiz olarak çalışmaya başladığını, üniversiteyi tamamlamasının ardından da görevine imam olarak devam ettiğini söyledi.

Hekimoğlu Ali Paşa Camisi’nde 1976’da çalışmaya başladığını belirten Kutlu, daha önceden de geldiği camiye atanmasının ardından camiyi yeniden keşfettiğini, caminin fonksiyonunu yitiren bir müessese olarak algıladığını anlattı.

Kutlu, ”Bu camiye geldiğimde, camiden beklediğim şeylerin tarih boyunca caminin oynadığı rol ve görevlerin onda olmadığını, içinin boşaltıldığını düşündüm. ‘Günümüzün camisi nasıl olmalı, cami tarifi nasıl yapılmalı?’ diye düşündüm. Teorik olarak tanımlamalar yapılıyor ama pratiğe bakılınca bu durum zihinlerde karşılık bulamıyor. Bir Müslüman olarak camiden beklediğim şu; İslam, medeniyet dinidir. Bunu anlamak gerekir. Sadece insanların inandıkları bir olgu olarak ve sadece şekilde vicdanlarda yaşayan değil, hayatın öncesi sonrası yani ölüm sonrasına da hitap eden, aydınlatan, medeniyet boyutu olan bir gerçek. Cami de bu medeniyetin merkezi olarak, İslam’ın merkezi olmalı ve tarih boyunca da öyle olmuştur” şeklinde konuştu.

Caminin tarihteki fonksiyonlarına bakıldığında da caminin devlet başkanının yönetim merkezi, sohbetlerin yapıldığı, derslerin verildiği ve ibadetin yapıldığı çok işlevsel boyutların olan mekanlar olduğunu dile getiren Kutlu, ayrıca camilerin yerleşim yerlerinin merkezi konumunda olduğunu belirtti.

Mezarlar zula yeriydi

Camide göreve başladığı 1976 ve sonraki belli dönemde caminin içler acısı bir durumda olduğunu dile getiren Kutlu, şunları söyledi:

”Yakın çevremin itirazlarına rağmen imamlığı seçtiğimde 27 yaşındaydım. Görev yerim olan camiye ilk geldiğimde öğle namazı vaktiydi. Gördüğüm manzara şuydu. Dört kişiden oluşan cemaat, harap bir külliyeyle çevrili camide namaz kılıyor. Kütüphane, esrarkeşlerin yuvası, kurbanlık koyunların alınıp satıldığı avlu perişan, sebil musluğu boynunu bükeli yıllar olmuş, haziredeki mezar taşlarının yönü kıbleyi bile göstermiyor. Kendime ilk sorduğum şey ‘Nesin sen burada? İmam. O zaman Ali Paşa külliyesinden sorumlusun. Seni kim sorumlu yapıyor? Ben kendimi sorumlu yapıyorum. Yetkin ne? Yetkim yok, ama yetkili kılıyorum kendimi’ oldu.”

1980 öncesinde cami avlusunun çatışma alanı olduğunu, mezarların bakımsız olduğunu dile getiren Kutlu, ”Mezarlara esrarlar saklanırdı. Esrar torbaları vardı. Yetkililerle görüşerek bunlarla mücadele ettik. İkindiden sonra caminin bahçesinde kurban pazarları kurulurdu. Avlu geceleri geçilemeyen korkulan bir yerdi. Caminin avlusu tamamen harap haldeydi. Cami büyük İstanbul yangınında çok kötü zarar görmüş. Kütüphane, sebil, şadırvan yanmış. Restorasyonda görmediği için zamanla tahribat daha çok olmuş. Cami, gerçekten mahzun ve boynu bükük haldeydi” şeklinde konuştu.

Caminin bu durumu karşısında önce bir tespit yaptığını, caminin eksikliklerini saptadıklarını söyleyen Kutlu, caminin adeta künyesini çıkardığını, tabii ki bunların zamanla olduğunu, yıllarını aldığını, ilk olarak camiye yakışır bir temizlik yaptığını, bahçe düzeni oluşturarak avluya yeni bir çehre kazandırdıklarını, mezarlıkları temizlediğini ifade etti.

”Muhabbet ortamı oluşturduk”

Esas hedefinin camiyi fonksiyonel hale getirmek olduğunu, sadece fiziksel anlamda değil, medeniyetin vazgeçilmez unsuru olan sanatı da camide yaşatmak istediğini söyleyen Kutlu, ”Meşgul olduğum hat sanatı vardı. Bunu vesile kılarak camiyi sanat kültür medeniyet ortamının yaşandığı bir mekana dönüştürmek için çalışmalara başladım. Kurulduğu zaman da kütüphane olan caminin karşısındaki mekanı, kurdukları vakfına tahsis ettirilmesini sağlayarak restore ettik. Sonrasında da burayı Uygulamalı Türk İslam Kütüphanesine çevirdik” dedi.

12 yıl önce bu kütüphaneyi hat, ebru, minyatür sanatçılarının bir araya gelip çalışma yapacağı bir mekana dönüştürdüklerini belirten Kutlu, ”Burada uzmanlar tarafından minyatür, hat, ebru, tezhip ve ney kursları veriliyor. 2011’de bu alanlarda öğretmeninden doktoruna, avukatından ev hanımına kadar 670 kişi kurs aldı. Hemen hemen her yıl bu kadar talebi karşılıyoruz. Kurslarımız ücretsiz, ancak insanlar gönüllü olarak bağış da yapabiliyor. İnsanların büyük ilgisi var. Kadın, erkek, genç yaşlı her yaştan insanlar geliyor. Burada bir muhabbet ortamı oluşturduk. Caminin asıl fonksiyonuna yaraşacak şekilde bir kültür ve sanat ortamı oluşturmaya çalışıyoruz

Geldiğim günden itibaren düşündüğüm şeyleri yapmaya çalıştım. Ancak yapmamız gereken ilk şey zihinlerdeki düşüncelerin değişmesi. Camiyi yeniden tarif etmemiz lazım. Bunu önce Diyanet İşleri Başkanlığının yapması gerekir. Ayrıca camiyle irtibatı olan kişilerin de bunu yapması lazım” şeklinde konuştu.

Cami hakkında

Cami, tekke, kütüphane, türbe, sebil, muvakkithane, şadırvan ile dört çeşmeden meydana gelen külliye, I. Mahmud’un sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa tarafından 1734-1735 yılında Çuhadar Ömer Ağa ve Hacı Mustafa Ağa adında iki mimara yaptırıldı.

Klasik Türk mimarisinin son eseri olarak kabul edilen külliye, zamanla çeşitli onarımlar gördü. İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerinde kurulu camiye bağlı olarak Hünkar Kasrı, Koca Mustafa Paşa Caddesi’ndeki çeşme ve güneydeki kapı kısmı hariç, dış avlu duvarları günümüze ulaşmıştır.

AA