Antakya, üç semavi dinin mensuplarının yüzyıllardır barış içinde yaşadığı bir şehir. Cami, kilise ve havranın yan yana olduğu bu kadim şehrin önemli hoşgörü sembollerinden biri Habib-i Neccar Camii’dir. Anadolu’da kurulmuş ilk cami olarak bilinen yapı, hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar tarafından ayrı bir ilgi görür. Hz. İsa’nın peygamberliği döneminde putperest olan Antakya halkını tebliğ için vazifelendirilen, yabancı kaynaklara göre Yuhanna, Pavlus ve Petrus; İslâm kaynaklarına göre Yahya, Yunus ve Şem’un Sefa isimli elçilerin burada medfun olduğu bilindiği için Hıristiyanlar tarafından önemsenir. Kur’an-ı Kerim’de Yasin Sûresi’nin 13- 27 ayetlerinde kıssası anlatılan kişinin bu camiye adını veren Habib-i Neccar olduğuna inanıldığı ve Anadolu’nun ilk camisi olduğu için de Müslümanların gözünde bu cami diğer camilerden farklı bir yerde durur.
Tebliğ, iman, zindan
Camiye adını veren Habib-i Neccar’ın etkileyici, uzun bir hikayesi var. Rivayete göre Habib-i Neccar marangozlukla uğraşan bir Antakyalı’dır. Cüzzamlı bir oğlu olduğu için dağdaki mağarada yaşar. Hz. İsa, Yahya ve Yunus isimli iki havarisini tebliğ için Antakya’ya gönderir. Elçiler şehre dağ tarafından girince ilk olarak Habib-i Neccar’la karşılaşır. Neccar yabancılara kim olduklarını sorunca; “Hz. İsa’nın elçileriyiz” cevabını alır. Bir delil ister. Onlar da hastalara şifa verdiklerini söyler. Bunun üzerine havarileri oğlunun yanına götürür. Elçiler dua edip sırtını sıvazlayınca çocuk iyileşip ayağa kalkar. Bu olay üzerine Habib-i Neccar, tereddütsüz iman eder. Sonra elçiler şehre inip halkı dine davet eder ancak çabaları sonuçsuz kalır. Bu arada hastalıklara şifa verdikleri duyulunca halk etraflarında toplanır. Bunu haber alan şehrin hükümdarı elçileri sorgusuz sualsiz zindana attırır.
Münkire mucize kâr etmiyor
Hz. İsa, havarilerinden uzun süre haber alamayınca üçüncü elçi Şem’un Sefa’yı Antakya’ya gönderir. Amacı kendinden önceki iki elçiyi kurtarmak olan Şem’un Sefa, kimliğini açıklamaz. Böylece saraya kadar girmeyi başarır. Kralın güvenini kazanınca önceki elçilerden bahseder. Hastalıklara şifa verdiklerini iddia eden bu yabancıları imtihana tabi tutmayı teklif eder. Kral da kabul eder, zindandaki elçileri huzuruna getirtir. Şem’un Sefa, tanımamazlıktan geldiği arkadaşlarına; “Siz kimsiniz, nereden gelip nereye gidersiniz?” diye sorar. Onlar da İsa Peygamber’in elçisi olduklarını söyler. Bunun üzerine Şem’un Sefa; “Madem sizi bir peygamber gönderdi, elinizde bir delil olmalı” der. Elçiler ölüleri dirilttiklerini söyler. Sarayda yeni ölmüş birinin cesedi getirilir. Yahya ve Yunus alenî, Şem’un Sefa gizli dua eder ve ölü dirilir. “Ey Antakya halkı eğer siz de öldükten sonra benim gördüklerimi görmek istemiyorsanız, çok zor durumdayken beni kurtaran bu üç kişiye tabi olun” diye halkı uyaran kişi, eliyle üç elçiyi işaret edince Şem’un Sefa’nın da kimliği ortaya çıkar. Kral şaşkındır. “Şem’un, sen de mi bunlardansın?” diye sorunca üçüncü elçi bozuntuya vermez ve “Kralım bu yabancılar olağanüstü bir hal gösterdiler. Putlarına söyle, daha üstün hünerler göstersinler. Yoksa bunlar seni halkın önünde mağlup ediyor” der. Kral da bilir putların bir şey yapamayacağını. Rivayetlere göre bu olaydan sonra iman eder ancak inancını halka açıklamaz. Halkı da iman etmemekte direnir ve büyü yapmakla itham ettikleri elçileri taşlayarak linç etmeye kalkarlar. Bu sırada Habib-i Neccar koşarak şehre gelir ve “Ey kavmim, bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere tabi olun, onlar doğru yoldadırlar” der. Ancak halk hem havarileri hem de Habib-i Neccar’ı taşlayarak şehit eder.
Fethin sembolü
Habib-i Neccar’ın adını taşıyan cami, Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde 636 yılında inşa edilir. Ebu Ubeyde bin Cerrah komutasındaki İslâm ordusu şehri fethedince, Hz. İsa’nın havarilerinin ve Habib-i Neccar’ın mezarlarının yeri tespit edilir. Mezarların üzerine türbe, fethin anısına da cami yapılır. Caminin kuzeydoğu köşesinde, avlu girişinde Hz. İsa’nın havarilerinden Yunus ve Yahya, son cemaat yerinin solunda, 4 metre derinlikte de Habib-i Neccar ve Şem’un Sefa’nın kabirleri yer alır.
Yeni şafak’ta yer alan habere göre, 969 yılına kadar cami olarak kullanılan bu ilk yapı, Bizans’ın işgaliyle kiliseye çevrilir. Şehrin defalarca el değiştirmesine bağlı olarak kâh cami olur, kâh kilise. Nihayet, Haçlılar ve Moğolların korkulu rüyası Memlûk Sultanı Baybars 1268 yılında şehre hakim olur ve o günden beri de cami olarak kalır. 1853 yılında büyük depremde yerle bir olunca, 1857 yılında bugünkü haliyle tekrar inşa edilir.