ALİ BAYRAMOĞLU-YENİŞAFAK
“Başka çıkış yok”
Gazetelerde ilk haberlerden biri Başbakan’ın açıklamasıydı:
“Bu mücadeledeki kararlılığımız herkes tarafından bilinmelidir. Nitekim Türkiye’nin Kuzey Irak’taki hava operasyonları da dün ve bugün devam etmiştir ve çok etkin bir şekilde hedeflere dönük olarak neticeler elde edilmiştir”.
Devletin yöneticisi, kamu güvenliğinden sorumlu, devletin işleyişinden sorumlu, bir numaralı yetkili olarak Başbakan’ın, terör ve şiddetin toplumda yaratabileceği yılgınlık karşısında bu tür açıklamalar yapması doğal, hatta kaçınılmazdır.
Ancak bu sözlerin aynı zamanda savaş iklimine işaret eden sözler olduğuna da şüphe yok. Savaş ikliminde, toplumsal ve siyasal meselelerin yerini asayiş sorunu ve sorunları alır. Nitekim bugün Kürt meselesinin yerini tümüyle örgüt meselesi almış bulunuyor. Çatışma ve şiddet, siyaseti emmiş, içine hapsetmiş bulunuyor.
Peki bu zincir nasıl kırılacak?
Aslında ön koşul basit ve tek:
PKK’nın tek taraflı, süre koymadan derhal eylemlere son vermesi, siyasetin koşullarını kabul ettiği ve bunlara razı olduğunu açıklaması gerekiyor.
Ardından, siyaset koşullarının tekrar oluşturulması, bunun için boğulmaya çalışılan, ancak kendisi de elinde zaman zaman alev püskürtücüyle dolaşan HDP’nin kurucu, yapıcı, nispeten özerk bir siyasi işleve kavuşması, kavuşturulması, siyasi iktidarın güvenlikçi dili bırakıp, siyaseti yeniden inşa edecek adımlar atması icap ediyor.
Bu nasıl gerçekleşecek?
Bunun en etkili yolu, toplumun her kesimiyle, milyonlarıyla şiddet karşısında ortak ve yüksek bir ses çıkarmasıdır. Bu, kanaat önderlerinin, AK Parti karşıtlığını Kürt meselesi üzerinden besleyen kesimlerin (Erdoğan’ın kişisel savaşı tarzı gibi vurgularla ifade edilen) takıntılarını bir kenara itip, şiddeti, hak ve demokrasi gibi kavramların arkasına gizleyen PKK politikalarına itiraz etmelerini gerektirir. Şiddetisiyasi bir değer, siyasi bir araç olarak görme eğiliminin sorgulanmasını, örgüt şiddetini türev şiddet, sonuç şiddet, haklı şiddet gibi tasnif etme çabalarından vazgeçilmesi gerekir.
Kolay değil. Onlarca yılın taraf olma, siyasi pozisyonla var olma ve düşünme geleneği ve duruşu, aydın zihniyeti bir çırpıda elbet değişmeyecektir. Ama bu durumu ve sorumluluğu bir kenara tekrar not etmekte fayda var.
Bayrak o zaman siyasi partilerdedir.
MHP’yi bir kenara koyalım. Bahçeli sokaktaki şiddeti durdursun, öfkesine gem vursun yeter.
Devlete ve siyasi iktidara ise düşen çok şey var.
Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a yapılması gereken, sadece kararlılık gösterme ve meydan okuma değildir, aynı zamanda siyasete yönelik umudun ayakta tutulmasıdır, kapanan siyasi kapıların tekrar açılabileceği mesajının kuvvetle vurgulanmasıdır.
Yapılması gereken güvenlik tedbirlerini tek araç, tek yol olarak lanse etmek değil, güvenlik tedbiri alırken aynı zamanda siyasetin de önünü açmaktır. Örneğin HDP’yi sistem içine çekmenin yolunu bulmak, siyasi aktörleri ve alanı şiddet karşısında korumaktır.
Erdoğan bir süre önce örgütün “çözüm sürecinden istifade ederek örgütün bölgeye silah depoladığını” söylüyordu. Ancak, MHP tezlerinden farkını ortaya koyabilmesi, siyasete güven ifade etmesi için şunu ima etmesi gerekirdi: “Burada sorun çözüm sürecinde değil, örgütün teşhir edilmesi gereken davranışındadır, verilen bir açıktadır, istihbarat açığındadır…”
CHP ve HDP’ye de düşen çok iş var…
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız
AHMET KEKEÇ-STAR
“Siz kardeşsiniz!“
Çok içerlemiştiniz… BDP’nin (bugünkü HDP’nin) Kemalist bir parti olduğunu yazdığım için sosyal medya hesabınızdan, bloglarınızdan, köşelerinizden verip veriştirmiştiniz…
Hem Maocu hem Kemalist bir vatandaş da günlerce çemkirip durmuştu kendisine tahsis edilen köşede; gerekli etkiyi uyandıramayacağını anlayınca da işi şımarıklığa dökmüştü, kültürü konusunda bilgi sahibi olmam için bazı şirinlikler yapmıştı.
Demirtaş’ı sazıyla sözüyle “Türkiye Türklerindir” bayrağı altına oturtup bir güzel cilalamıştınız… “Oyum HDP’ye” kampanyaları düzenlemiştiniz…
Bunlar yeni zamanların işleri…
Eski zamanlarda da Erdoğan nefretinin motive ettiği “unsurlar” olarak aynı dayanışma fotoğrafının içinde yer alıyordunuz… MHP’si, CHP’si veHDP’siyle aynı hedefe ateş ediyordunuz.
Gülten Kışanak’la eski BDP (yani HDP) Elazığ İl Başkanı arasında geçen “Burada MHP’yi destekleyelim, AKP 5-0 yapmasın” konuşmasını hatırlıyor musunuz?
Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ın, “MHP’nin baraj altında kalması bizi kaygılandırmaktadır” açıklamasını hatırlıyor musunuz?
BDP’nin hanımefendi milletvekili Aysel Tuğluk’un, “400 milletvekiliyle de gelseler, bu anayasayı yaptırmayacağız onlara” beyanatını hatırlıyor musunuz?
Yine Gülten Kışanak’ın, “Kürt sorununa yaklaşım konusunda Sayın Devlet Bahçeli’yi Başbakan Erdoğan’dan daha samimi buluyorum” sözlerini hatırlıyor musunuz?
Hasip Kaplan’ların, Mahmut Alınak’ların, Selahattin Demirtaş’ların, Ertuğrul Kürkçü’lerin, şunların bunların, Kemalist retorikle çağdaşlıktan, ilericilikten, aydınlanma felsefesinin faziletlerinden söz eden açıklamalarını hatırlıyor musunuz?
Eli kanlı terörist Cemil Bayık’ın, “PKK’nın en büyük savaşımı dinsel gericilikledir” beyanatını ve bu beyanatın Beyaz Türk mahallesinde estirdiği“heyecan fırtınasını” hatırlıyor musunuz?
Biz hatırlıyoruz. Ve hiç şaşırmıyoruz.
Böyledir zaten.
Kürt siyasetinin “temsilcisi” olduğunu ileri sürenler, “Kürt solu” içinden çıkmışlardır. Kürt solu da, “Türk sol hareketinin” bir cüzü, bir uzantısı, yedekte tutulan bir parçasıdır.
Sol, Türkiye’de, “emek” telakkisi üzerinden yükselmedi, resmi ideolojinin açtığı alanda kendini var etti. Dolayısıyla, resmi ideolojinin çekim alanından kurtulamadı. Resmi ideolojiyle (yani Cumhuriyet’in değerleriyle) meselesi de kardeşler arasındaki bir meseleydi, bir “yer kapma savaşı”ydı. Yani, kopuşlar ve karşıtlıklar konjonktürel zaruretlerden kaynaklanıyordu, asla “radikal bir kopuşa” işaret etmiyordu.
İttihat ve Terakki’den neşet etmiş Türk solu ilerlemecidir, şeklen batıcıdır, devrimcidir, laiktir, pozitivisttir… Hatta Kemalist’tir. Türk solunun bir cüzü (uzantısı) olan Kürt solu da ilerlemeci, batıcı, laik ve pozitivist nitelikleriyle ortaya çıkacaktı… Ve öyle oldu.
HDP’ye bakıyoruz, Türk solunun bütün hastalıklarını tevarüs etmiş görüyoruz ve hiç şaşırmıyoruz.
Kürt soluna (yani HDP’ye) göre, bölge, “geri bir bölge…”
Bu “geriliğe” neden, feodal unsurların ayıklanamamış olması.
Dolayısıyla, Kemalizm’in Türkiye’nin batısında yaptıklarını, Türkiye’nin doğusunda yapmak ve “dinci-gelenekselci” anlayışlarla mücadele etmek iktiza…
Kendince “Kürt açılımı” yapan, Kürt Enstitüleri kuran, Kürtçe televizyonu başlatan, OHAL’i kaldıran, Kürtçe yayıncılığı “yasak” kapsamından çıkaran, resmi asimilasyon politikalarına son veren, çözüm sürecini başlatan AK Parti hükümeti de, yine HDP’lilere göre bu dinci-gelenekselci anlayışın bir ürünü ve uzantısı…
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız
AHMET TAŞGETİREN-STAR
“Bozgunculuk”
Gülen hareketi için tarih ne yazacak?
Bilmem bu soruyu kendilerine soruyorlar mıdır o yapı içinde yer alanlar, sorumluluk üstlenenler?
– Bir kere sadece “Tayyip Erdoğan karşıtlığı” ekseninde şeytanla bile işbirliği yapabilir bir halet-i ruhiye içine girdikleri yazılacak. Şu andaki işbirliklerinin de, ondan aşağı kalır yanı bulunmadığı yazılacak.
Amerika’daki neo-con odaklarla işbirliği içindeler.
Avrupa’daki Türkiye karşıtı odaklarla işbirliği içindeler.
HDP ile işbirliği içindeler.
CHP ile işbirliği içindeler.
Sol, liberal, ateist, ne bulurlarsa Tayyip Erdoğan karşıtı olmak kaydıyla herkesle işbirliği içindeler.
– Ülkenin, bir terör örgütü ile evlatlarının canı pahasına mücadele ettiği bir süreçte, bozgunculuk rolünü en kötü biçimde üstlendikleri yazılacak.Evet bunu yapıyorlar. Şehit cenazeleri üzerinden siyasi muhalefet çıkarmak için müthiş bir medya provokasyonu yürütüyorlar.
Bozgunculuğu, bir ateisti ekrana çıkartıp, Kur’an’daki “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin…” mealindeki ayeti “Ne demek bu?” diye eleştirtecek kadar ileriye götürdüler. Dinledi mi acaba Fethullah Gülen, Şahin Alpay’ın o sözlerini ve içinden “Ne diyor bu adam?” diye bir isyan geçti mi, yoksa “Değil mi ki Tayyip Erdoğan’a vuruyor, ne söylerse kabulümüz” mü dedi? Ne yaptı Egemen Bağış’ın o çirkin “Bakara – makara” sözlerini 7 Haziran öncesinde ev ev dolaşıp Ak Parti aleyhinde kullanan paralel ablalar-abiler?
– Bir dini Cemaatin, bir dindar toplum önderini yok etmek için uluslar arası odakların projesi çerçevesinde nasıl kullanıldığı yazılacak.
Evet, Tayyip Erdoğan, kim ne derse desin, kendini aşan bir misyonun sembol ismi haline gelmiştir.
İslam coğrafyasında Türkiye’nin ve İslam toplumlarının kendilerine emperyalist odaklarca tayin edilen 100 yıllık parantezi aşması mücadelesinde bir rol yüklendi bu kadroya. Bu Türkiye’nin de kendi kendisi olması mücadelesi idi.
Bu kadro, son derece dikkatli bir politika ile Türkiye’nin stratejik derinliğini fonksiyonel hale getirmeye çalıştı. “Komşularla sıfır sorun” bunun içindi. Ekonomik ilişkilerle Ortadoğu’nun bir barış coğrafyası haline getirilmesi çabaları bunun içindi. Öyle ki bölge ülkeleriyle ortak bakanlar kurulu toplantısı yapılacak bir ilişki çerçevesi gelişmişti.
Tam o sırada “Arap Baharı” sürecinde, bölgede emperyalizmin uzantısı diktatörlerin yıkıldığı ve “Türkiye’yi örnek alan siyasi kadrolar”ın iktidar olduğu bir süreç gelişti.
Ama bir merhalede, bölgeyi denetim altında tutmak isteyen güçlerle Türkiye’nin tercihleri arasında çelişkiler ortaya çıktı. Ve o çelişkilerin merkezinde Tayyip Erdoğan’ın liderliği görüldü.
Tayyip Erdoğan Türkiye’nin lideri idi. Türkiye ise bu coğrafyanın yere kapaklandığı tarih kesitinde yine bu coğrafyanın merkez ülkesi idi. Hani insan düştüğü yerden kalkacaksa, İslam dünyasının kalkışının da Türkiye’den olması beklentisi vardı.
Ayrıca Erdoğan’ın, arkasında çok güçlü bir halk desteği vardı. Bu hareketin lideri olarak 13 yıllık iktidarı süresince Türkiye’de pek çok sosyal, ekonomik hamleye imza atmıştı.
Ve bir gün bu coğrafyanın en acılı sorununda dünyanın seyrettiği bir platformda, eli kanlı canilere “One minute, bir dakika, siz çocukları ve katilleri öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye haykırmıştı.
Tayyip Erdoğan’ın böyle bir merkez liderlik odağı haline gelmesinin “One minute” ile alakalı olduğu söylenebilir.
Operasyon, işte bu Tayyip Erdoğan’a karşı yapılıyor ve bir tırnak içinde “dini cemaat”, adeta kendi insanını vurmaya soyunduruluyor.
Tayyip Erdoğan ve onun şahsında İslam dünyasının bir hamlesi düşürülürse, bunun tarihi “Gülen hareketi”nin arkadan vurması ile birlikte yazılacak.
Gülen hareketi, diyalog vs. gibi yaklaşımlar çok eleştirilse bile, benim de iştirak ettiğim yoğun bir hüsnü zanla Türkiye’nin ve İslam’ın evrensel bir hamlesi gibi görüldü, onun için olmalı ki, bizzat Erdoğan ve diğer Ak Parti kadroları dahil birçok devlet adamı onlara destek verdi.
Kimse, bir arkadan hançerlenmeyi beklemedi.
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız
BERİL DEDEOĞLU-STAR
“PKK ve IŞİD: Tek strateji, iki farklı taktik”
Nasıl oluyor da Irak ve Suriye’de IŞİD gibi bir vahşet örgütü hedefine öncelikle Kürtleri koymuşken ve bu örgütle de en etkin mücadeleyi Kürt parti ve örgütleri verirken PKK’nın yüzü Türkiye’ye döndü?
IŞİD kendisine Irak ve Suriye’de alan açarken, açtığı bu alanlarda adeta devlet kurarken, buna engel olacağını gördüğü her grubu da keserken, PKK gibi bir örgütün Türkiye’yi kana bulacağına gidip IŞİD’le mücadele etmesi beklenmez miydi?
IŞİD, yaptığı tüm eylemlerle kendi karşısında iki tür koalisyon oluşmasını teşvik etti. Bunlardan biri, Batılı devletlerin koalisyonu idi. IŞİD, NATO ya da NATO üyesi devletlerin bir araya gelip Irak ve Suriye’ye askeri olarak müdahale etmesini, hatta mümkünse bu arada Türkiye’nin de karadan komşu ülkelerine girmesini istedi. Bu isteğini hem Türkiye’ye yönelik eylemleriyle hem de Avrupa’da yaptığı eylemlerle defalarca gösterdi.
Ancak IŞİD’in daveti, farklı bir karşılık buldu; Batı koalisyonu esnek biçimde kuruldu ve alanda sadece ABD ile Türkiye aktif rol aldı. Yani diğerleri alanın dışında bırakıldı. Ayrıca, tüm tahriklere rağmen Türkiye Irak ve Suriye topraklarına girmedi.
Farklı ‘davet’ biçimleri
Türkiye’yi IŞİD nedeniyle Suriye’ye askeri olarak sokma girişiminin son halkası Kobane oldu; Türkiye bir tercihe zorlandı. Ya Kobane’yi kurtarma adına ya da Kobane’yi kurtarmadığı için Türkiye’ye kızan Kürtlerin ayaklanması nedeniyle Suriye’ye girecekti.
Türkiye ikisini de yapmadı. Diğer bir ifadeyle Türk askeri doğrudan Suriye iç savaşında ve Suriye topraklarında yer almadı. İç dengeler bir yana, Türkiye bu tutumu sürdürürken “alana alınmayan” Batı koalisyonu üyelerinin kendisini köprü olarak kullanma, sonra da köprüyü atıp Türkiye’yi dışarda bırakma arzularını biliyordu.
IŞİD üzerinden tasarlanan bu planlama yürümeyince, IŞİD bu kez karşısında ikinci bir koalisyon oluşması için çaba sarf etti. Bu da Irak, Türkiye ve Suriye Kürtlerini bir araya getirecek bir koalisyondu. Türkiye, bu koalisyonun oluşmaması için epey çaba sarf etti; etmeye de devam ediyor. Başlangıçta Irak ile Suriye’deki Kürt kuruluşları bir araya getirilmeye çalışıldı; bu iki ülkede meşru siyaset yapma derdinde olmayan örgütler muhatap seçildi. IŞİD bir örgütse, “karşı” tarafın da örgüt olması makul bulundu. Ancak bu da hemen yaşama geçemedi; büyük oranda oyunu Erbil yönetimi bozdu.
Oyunu görmek
Söz konusu gelişmelerin hemen ardından ise PKK devreye girdi. PKK, Türkiye’yi iç savaşa sürüklüyor gibi gözükmekle birlikte, esasen Kandil’e yani ülke dışına yönlendirdi. Bir anlamda IŞİD’in yapamadığını PKK üstlendi.
Düz mantık, PKK ile IŞİD’in birbirlerine ters düşen işler yapmasını öngörür. Oysa bu iki örgüt sonuç itibarıyla aynı etkiyi yaratacak işlemler yapıyorlar. Üstelik PKK’lı militanlar Türkiye’de kan dökerken tam da IŞİD’in yapmak istediğini yapmış, kendilerinin bertaraf edemediği Kürtleri Türk askerine vurdurmuş oluyorlar. Anlaşıldığı kadarıyla Ortadoğu’da savaşan büyük güçler, hangi örgütten ya da hangi devletten kaç kişinin öldüğüyle hiç ilgilenmiyorlar. Onların derdi, geçici bir süre “üzerinden” hareket edebilecekleri bir örgüt bulmak.
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız
SİBEL ERASLAN-STAR
“Cizre’deki ‘ayıp perdesi’”
“Türkiye’de bir iç savaş yürütüyoruz”… Bu sözleri söyleyen bir siyasetçi. Cizre halkının oylarıyla seçilip Cizre’ye belediye başkanı olmuş Leyla İmret’e ait. Merkezi ABD’deki Vice News adlı haber ajansında John Beck’in kaleme aldığı bir haber/makalede geçiyor.
(7 Ağustos 2015)
6/7 Ekim 2014’te başlayıp 50’nin üzerinde insanın ölümüyle sonuçlanan –aslında bir ucu halen süren– Kobane kalkışmasının ardından Cizre’deki ölümleri incelemek üzere bölgeye giden Mazlumder’in hazırladığı rapor, 26 Ocak 2015 tarihli. Raporda; hendekler kazılarak kuşatılmış mahallelerden, semtlerden, muhitlerden, sokaklardan, çoğu “çocuk” olduğu ve “rutin”leştiği vurgulanan eli silahlı timlerden bahsediliyor.
Dünya Bülteni ajansında 7 Eylül 2015 tarihli fotoğraflı haberde, Cizre’deki “kurtarılmış” mahalle ve sokaklara kurtaranlarca çekilmiş “perde”leri gördük. Güvenlik güçlerinden korunmak maksadıyla gerildiğini söylüyorlar. Ama aynı perdelerin ardında, kendi halklarına uyguladıkları şiddeti, baskıyı, kötülüğü de saklıyorlar. Tek yüzü yoktur perdenin, en az iki yüzü, önü ve ardı vardır.
Cumhuriyet gazetesi 10 Eylül 2015’te Selahattin Demirtaş öncülüğünde Cizre’ye yürüyüşe geçen HDP’lilerin haberini verirken, yorumun altlarında, yürüyüşçülerin yaptığı “çevre temizliği”ne dikkat çekiyor. Sanki “onları anasından doğduğuna pişman edin” diye gürleyen bir vahşet çağrısını yapan aynı kişi değilmiş de… Sanki bir takım çevre gönüllüleri gidiyormuş gibi Cizre’ye…
Maruz kaldığımız bu medya illüzyonu tam da evlerimize ocaklarımıza ateşler yağarken, şehitlerimizin tabutları sıraya geçmişken, cereyan ediyor. Ve vahşet, gizli bir elin çektiği o ayıplı perdenin altında kalıyor.
***
Yüzde 91.97 ile kazanmış HDP, son seçimlerde Cizre’yi… Peki bu kadar yüksek oranla kazandığı bir kentte niçin belediyenin iş makineleriyle habire mahalleler arası hendek açmakla meşguller… Neyi istiyorlar, arzu ettikleri nedir hiç sorarlar mı kendilerine? Yüzde 91.97 ile kazandığı bir kentte niçin “iç savaş” yürüttüğünü söylüyor o belediye başkanı ve daha da mühimi, kime karşı? Kendiniz gibi olmayan “öteki” Kürtleri, tek tek “çevre temizliğine” tabi tutarak, ya öldürerek, ya sürerek, nereye kadar gideceksiniz…
“Cizre’de ezan okunmuyor” demiş eski arkadaşımız Hüda Kaya. Ah be yeni Hüda, Cizre’de ezan okuyacak müezzin mi bıraktı sizin “çocuk”lar?
***
Ağır geldi HDP’ye 80 milletvekili 103 belediye. Şöyle yükte hafif pahada ağır bir “iç savaş” dururken, çok geldi siyasetin yükü!
Cizre’deki “temizlik” işleri, Ceylanpınarı’nda da sürdürülüyor, PKK’lı olmayanlara hayat hakkı tanımayan bir temizlik. Kobane’de de sahne almıştı. Perdelerin altındaki insansızlık kabusu. Perdelerin ardından fışkıran mülteciler. Bazıları deniz kıyılarına vuruyor o çocukların, sığamadıkları için yurtlarına. Macaristan’da kameramanlarca tekmelenip yerlere seriliyor kurtarılmış halklar… Aydınlatılmış Kobane halkının bir ucu, Uruguay’da haymatlos olarak çıkıyor sonra… Hangi halkın kurtuluşu, hangi öz yönetim. Bırakalım allahaşkına bu beyhude yalanları!
Siz!
Gözünü Tayyip Erdoğan nefreti bürümüş ırkçı Türk Solu’nun ve medyasının kanatları altında… Her gün “bizi yetim bırakmayın, ölüyoruz, bizi destekleyin” diye mesajlar attığınız ABD, Almanya ve AB yönetimleriyle… Düne kadar sizi işkence ve faili meçhuller dehlizine kilitlemiş derin ve paralel güçlerle bugün kolkola girmiş sizler… Kendi halkına hendek kazan, kendi halkını yakan, kendi halkını ensesinden kurşunlayıp yurdunu ona dar eden… Kendisi gibi düşünmeyeni kazıyan, kovan, süren…
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız
ABDURRAHMAN DİLİPAK-YENİ AKİT
“Topyekûn saldırı”
PKK’yı gözünüze çok yaklaştırırsanız arkasındaki koskoca bir şer cephesini göremezsiniz.
Öte yandan; şer cephesi için tek sorun Erdoğan ya da AK Parti değil. Hatta tek başına Türkiye de değil. Hedef İslam dünyasıdır.
PKK böyle davranmak zorunda. Eğer böyle davranmazsa ipini çekerler.. Avrupa on binlerle ifade edilen militanlara şirinlik olsun diye kapılarını açmıyor. Bunca parayı hayırlarına harcamıyorlar. Bitmeyecekleri ata, sağmayacakları ineğe yem vermez bunlar.. Bu silahları av yapsınlar diye vermiyorlar.
DAEŞ durduk yerde icat edilmedi.. DAEŞ’i bahane ederek PYD’ye açıkça silah desteği verdiler. Eğitim ve istihbarat sağladılar, kendi ajanlarını bu kapıdan bölgeye soktular..
Bu saldırı topyekûn bir saldırı. Bu kirli savaşta herkes var. Kimse kendini kandırmasın bu artık bir terör saldırısı değil, postmodern bir savaş. Yedi düvel birden saldırıyor. PKK’nın ateşkes ilanı ya da Apo’nun bu yöndeki bir çağrısı, uluslararası koalisyon “evet” demedikçe hayata geçirilemez..
Aslında istedikleri, Türkiye’yi teslim alarak İslam dünyasına yeni bir düzen vermek.. Bu işgal operasyonunda Türkiye’yi taşeron olarak kullanmak..
Bu şer ittifakını Gezi ayaklanması gibi düşünün.. Bu yapıda herkes var. Hatta İran, Suriye üzerinden ve PEJAK üzerinden bu şer ittifakına destek veriyor. İsrail, Suriye, Mısır bu kirli oyunda birlikte hareket ediyor.. Almanya deyince zaten orada ABD, İngiltere, Fransa, İsrail ve Vatikan var demektir.. Bu yapı içinde Yunanistan da var, Kıbrıs Rum Kesimi de.. İskandinav ülkeleri de var, BENELÜX ülkeleri de.. Topyekûn saldırıyorlar.. Tayyib Erdoğan’ı Abdulhamid Hana benzetiyorlar.. İslam Birliği fikri bu şer ittifakını korkutuyor. Kendilerine “one minute” denmesini hazmedemiyorlar. “Dünya 5’ten büyüktür” çıkışını içlerine sindiremiyorlar. Mavi Marmara’nın kötü bir örnek olduğunu ve tekrarlanmaması gerektiğini, bu işe kalkışanların pişman edilmesi gerektiği fikrindeler.. Biraz da “kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” kabilinden birilerine aba altından sopa gösteriyor, meydan okuyor, tehdit ediyor. Birilerinin gözünün kirişini kırmak istiyorlar.
Bu ihanet çetesinin içinde NATO üyesi müttefik bildiklerimiz de var, AB içinde birlik olma senaryosunun üyeleri de var. Kimi halkı Müslüman ülkelerin işbirlikçi yöneticileri de bu haçlı ittifakına destek veriyor.
Bu saldırılar sadece PKK, DHKP-C değil, son saldırıda Ermeni teröristlerin de olduğu iddiaları sözkonusu.. Paralel yapı da çeteye dahil, Masonik örgütler, beyaz Türkler, Derin devlet, herkes bu koalisyona dahil.. “Topyekûn savaş” ilan ettiler..
Kapitalist borsa spekülatörleri, Komünist maskeli taşeron örgütler, faşist militanlar, ılımlı İslamcılar, sağ-sol, Alevi-Sünni yedekleri ile birlikte hepsi cephede.. Bunların kadrolarında şeyh de var, fahişe de.. Yoksulunu da, zenginini de kışkırtıyorlar.. Liberalini, çevrecisini, herkesi bu kirli savaşın içine çekmeye çalışıyorlar.
Bir takım hainler, bu işi sanki AK Parti’nin seçim malzemesi için ürettiği yalanını yaymaya çalışıyorlar..
Bu olay PKK ile başlayıp biten bir terör eylemi değil, bunu görelim. Uluslararası bir koalisyonun Türkiye’ye karşı savaş ilanı ile karşı karşıyayız. PKK, derin devlet, Paralel devlet, DHKP-C bunların hepsi, bu savaşı başlatan uluslararası çetenin taşeron örgütleridir..
Ankara’nın bu durumu BM’ye, NATO’ya, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne, İslam Konferansı, Arap ve Afrika Birliği’ne, AİHM’e, BM İnsan Hakları Komiserliği’ne taşıması gerekir.. Bunların siyaset, bürokrasi, STK, medya, iş dünyası içindeki uzantılarının da bir an önce tasfiye edilmesi gerekir.
PKK’nın arkasında Almanya’nın olduğunu bilmeyen var mı? Ya da Paralel Yapı’nın CIA’nin Truva atı olduğunu bilmeyen var mı?
Bu saldırı dünya barışına bir tehdittir.. Bu ateş bir gün döner tutuşturanların evini de yakar.
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız
MEHMET ŞEVKET EYGİ-VAHDET
“Onların Kötü Yolu”
1- Onlar Rahman’a değil Tağuta, Deccallara, Fir’avna, Nemrud’a ve diğer kezzablara iman ederler.
2- Onlar, Resul-i Kibriya, beşeriyetin kurtulma vesilesi, insanların en iyisi olan Muhammed Mustafa’yı (Salat ve selam olsun ona) inkar, tekzib ederler ve felaha saadete götürücü nurlu yolunu beğenmezler.
3- Onlar ahirete, insanın dünyada yaptıklarının hesabını Mahkeme-i Kübra’da vereceğine, cezaya ödüle, Cennet ve Cehenneme inanmaz.
4- Onlar Allahtan korkmaz.
5- Onlar dünya şehvetlerine uymuş, işlenmesi yasak ve haram olan her konuda azgınlaşmıştır.
6- Onlar ıslah (düzeltme, iyileştirme) için çalışmazlar, ifsad ederler, fitne ve fesat çıkartırlar.
7- Onlar sömürgecilerden, emperyalistlerden, zalimlerden, haksızlardan yanadır.
8- Onlar kadınların ve kızların iffet ve haysiyetlerine değer vermezler, onların gözünde kadın seks ve şehvet aracıdır. Seks ve şehvet için her kötülüğü yapar, her haramı işlerler.
9- Onlar ribacı, faizci, lüpçü, beleşçidir.
10- Onlar azınlıkta oldukları halde, çoğunluktaki Müslümanları ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci, parya olarak görür.
11- Onlar âdil ve hak bir idare istemezler, Deccalî bir vesayet rejimini arzularlar.
12- Onlar bu memleketin asıl sahibi çoğunluğun temel hak ve hürriyetlerini kabul etmezler.
13- Onlar imana, namaza, oruca, iffete, doğru ahlaka ve mukaddesat-ı islamiyeye düşmandır.
14- Onların içlerinde Bezbojnik şeytanları gizlenmiştir.
15- Onlar insanı ve diğer yaratıkları Rahman’ın yarattığı inancına kabul etmezler; insan ve yaratıklar maddeden evrim yoluyla türemiştir safsata ve yalanına inanırlar ve bu sapık dogma ve teoriyi ilmî bir gerçek olarak sunarlar.
16- Onlar şu veya bu sapık ideolojilerin bağlısı ve bağımlısıdır.
17- Onlar doğru ve dürüst değildir.
18- Onlar çoğunluğun temel haklarını, hürriyetlerini çiğnerler.
19- Onlar hak dini inkar eder, sapık ideolojilere din gibi inanırlar.
20- Onlar kendilerini aydınlık ve ilerici, Rahman’a iman ve itaat eden mü’minleri karanlık olarak gösterirler.
21- Onların ağababaları inançları, fikirleri, görüşleri yüzünden nice mü’mini idam ettirmiş, zalim mahkemelerde süründürmüş zindanlarda inletmiştir.
22- Onların belli başlı değerleri şunlardır: Küfür, şirk, nifak, fısk, fücur, fitne, fesat, günah, inkâr, kizb, yalan, aldatma, zulüm, baskı.
23- Onların büyük kısmı, Yahudilerin bile inkar ettiği sahte bir Mesih’e iman eder.
24- Türkiye’yi babalarının çiftliği veya mandırası gibi görürler. Halkı severim edebiyatları, mandıracının ineklerini ve buzağılarını sevmesine benzer.
25- Müslüman çoğunluğun mâzisini, tarihini, iftihar ettiği büyüklerini, mukaddesatını, millî kimliğini, millî kültürünü inkar ve tahkir ederler.
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız
KURTULUŞ TAYİZ-AKŞAM
“PKK’nın Cizre planı”
Şırnak’ın Cizre ilçesinde 4 Eylül’den beri sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Gelen haberler hiç de iç açıcı değil. Ölenler ve yaralananlar avar. Bu nedenle olsa gerek kamuoyu da Cizre’de neler olup bittiğini merak ediyor. Konuyu araştırmak için bölgede ulaştığım kaynaklar “12 Ağustos” tarihine ve Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret’in açıklamalarına dikkat çekiyor. Son olaylar PKK’nın, 12 Ağustos günü Cizre’de “Özyönetim” ilan etmesiyle başlıyor. Sokak aralarına hendekler kazılıyor, mahalle aralarına barikatlar kuruluyor, sayıları 100’lerle ifade edilen YDG-H militanı ilçede isyan başlatıyor. YDG-H üyeleri roketatarlar, el yapımı bomba, mayın ve silahlarla adeta ilçeyi rehin alıyor.
Cizre’yi karargâh tutan silahlı militanların amacını ise Belediye Başkanı Leyla İmret açıklıyor: “Cizre’de Türkiye’ye karşı iç savaş yürütüyoruz.” İmret’in, İngiliz medyasına yaptığı açıklamada Cizre’yi “Türkiye’ye karşı başlattıkları iç savaşın merkezi” olarak tanımlıyor. HDP’li belediye başkanı, Cizre’den Güneydoğu’ya ve Türkiye’ye yayılacak bir iç savaş çıkarmaya çalıştıklarını gizleme gereği bile duymuyor.
* * *
Evet, PKK 12 Ağustos’ta Cizre’de “Özyönetim” ilan ettikten sonra buraya yaklaşık 200 YDG-H’lı silahlı militanını yığdı. Kobani efsanesiyle doldurduğu silahlı gençleri, “ne olursa olsun ilçeyi silahla savunmaya” zorladı. PKK Cizre’den bir Kobani çıkarmak istiyordu. Fakat sonuç planladıkları gibi olmadı. Devlet “sokağa çıkma” yasağı ilan ederek silahlı unsurları tek tek etkisiz hale getirme yoluna gitti. Ve bu yöntem, PKK’nın etkili olmasını engelledi. Önceki gün telefonla PKK’ya bağlı bir televizyon kanalına bağlanan yöneticilerden biri de canlı yayında ağlayarak Cizre’deki son durumu şöyle anlattı: “İlçede 200 silahlı genç var, devletin üzerlerine gelmesi halinde bunlar ölebilir, örgütün bunu durdurması gerekiyor. ”
Bu konuşma, PKK’nın silahlandırdığı gençleri nasıl ölüme sürüklediğini de açıkça gösteriyor. Kandil “Özerklik”, “Özyönetim”, “Kobani direnişi” gibi efsanelerle dolduruşa getirip silahlandırdığı gençleri, Cizre’de devlete öldürterek iç savaş yangınını Güneydoğu’ya yaymayı planlıyordu. PKK’nın tırmandırdığı terör, HDP’nin tahriki ve MHP’nin de katkısıyla yangın Batı’ya da sıçrama eğilimi gösterdi. Batı’da Kürtlere yönelik birtakım saldırı olayları yaşandı. Hükümetin sağduyulu çabalarına rağmen PKK ve HDP hâlâ Türkiye’yi iç savaşa sürüklemeye çalışıyor.
* * *
Kürtler, PKK’nın iç savaş çıkarma denemesine destek vermedi. Güneydoğu’da hayatı cehenneme çevirenin PKK ve HDP olduğunu Kürtler belki de ilk kez bu kadar yakından ve net bir şekilde gördü. PKK’nın bugün devlete karşı sürdürdüğü savaşta tek bir doğrusu yok. Bölge halkı barış ihtimalini ortadan kaldıranın PKK olduğunu bir kez daha açıkça gördü.
PKK’nın saldırıları karşısında devlet kendisini geç de olsa toparladı. Devlet gücünü ve kararlılığını örgüt üzerinde hissettirmeye başladı. İçişleri Bakanı Selami Altınok, dün düzenlediği basın toplantısında Cizre ile ilgili gelişmeler hakkında kamuoyunu bilgilendirdi. Cizre’deki sokağa çıkma yasağının devam ettiğini hatırlatan Selami Altınok, şu ana kadar 800 kilo patlayıcının ele geçirildiği bilgisini verdi. Ayrıca 21 roketatar ve onlarca uzun namlulu silah da ele geçirildi. Altınok, operasyonlarda sivillere ise zarar verilmediğini belirtti.
Cizre’de daha fazla can kayıplarına yol açmamak için devletin daha dikkatli olması gerekiyor. PKK, gençleri devlete öldürterek milletle devlet arasında kapanması güç yaralar oluşturma peşinde. Devlet bu tuzağa düşmemeli.
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız
SERPİL ÇEVİKCN-MİLLİYET
“Önce şehirler arındırılacak”
Türkiye yeniden terör sarmalına girerken en çok merak edilen konuların başında çatışma ve operasyonların böyle devam edip etmeyeceği, devletin kısa ve orta vadede nasıl bir yol haritası izleyeceği geliyor.
Ankara’da karar alıcıların koridorlarında konuşulan yol haritasını önemli bir devlet yetkilisinin aktardıkları çerçevesinde şöyle özetleyebilirim:
Önemli bir devlet yetkilisinin aktardıklarına göre, devletin ilk hedefi şehirlerdeki kalkışma ve bu cesareti veren altyapıyı ortadan kaldırmak.
Şehir yapılanmasına darbe
PKK’nın saldırı yöntemlerini değiştirerek özellikle il ve ilçelerde örgütlendiği, KCK ve YDG-H’lileri silahlandırdığı, il ve ilçe merkezlerinin yakınlarında kamplar oluşturduğu biliniyor.
Devlet de yeniden başlayan çatışma sürecinde önceliğini il ve ilçelerdeki terör yapılanmasına vermiş durumda.
Devletin ilk hedefi şehirlerdeki kalkışma ve bu cesareti veren altyapıyı ortadan kaldırmak.
Devlet yetkilisinin, devam eden operasyonlar konusundaki değerlendirmesi, “Operasyonlar üzerine, şehir kenarlarındaki teröristler artık kamplarda değil araziye dağıldılar. Bu kamplara yönelik yoğun operasyon gerçekleştiriliyor ve bu kesintisiz devam edecek. Ancak arazide de takip edilerek etkisiz hale getirilmeleri için ayrı bir çalışma yürütülüyor” şeklinde.
Aynı devlet yetkilisi seçimlere kadar şehirlerdeki ve yerleşim yerlerine yakın yerlerdeki operasyonların tamamlanmasının hedeflendiğini belirterek, “Seçimler yapılacak. Ertelenmesi gibi bir şey söz konusu değil. Ancak seçimin sağlıklı yapılması için şehirlerdeki ve yerleşim birimlerindeki temizliğin o tarihe kadar tamamlanmasını hedefliyoruz. Mahalle mahalle, sokak sokak gereken yapılıyor” dedi.
Hakkari ve bazı ilçeleri, Diyarbakır’ın Silvan başta olmak üzere bazı ilçeleri, Tunceli kırsalı ve Ovacık, Muş Varto, Şırnak Cizre, Mardin Kızıltepe gibi bölgelere yoğunlaşılmasının sebebi bu.
Devlet, bütün güçlerini kullanmakta kararlı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, bir süre önce valiliklere gönderdiği, gerektiğinde askerin de şehirlerdeki mücadelede kullanılmasına yönelik, hangi valiliğin hangi tugaydan asker isteyebileceğini bile detayıyla gösteren genelgesini de bu gözle okumak gerekiyor.
Eğitim almış silahlı gençler
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, bölgenin çözüm süreci boyunca silah deposu haline getirildiği yolundaki ifadeleri, nerelerde ne kadar silah stoğu bulunduğu sorusunu da gündeme getirdi.
Devlet yetkilisi, “Şu anda sokak sokak çatışan, patlayıcıları yollara yerleştirenler YDG-H yapılanması. Bu yapılanma gençlerden oluşuyor. Bu gençler, çözüm süreci devam ederken Kandil’e giderek eğitim almışlar ve dönerken yanlarında silahlarla dönmüşler. Bu yöntemle yoğun bir silahlanma söz konusu. Bir de harici olarak getirilen silahların depolanması, saklanması yöntemiyle silahlanılmış” değerlendirmesini yaptı.
Yöneticiler hedefte
Bilindiği gibi uzunca bir süredir devletin, terör örgütünün Kandil’deki yönetici kadrosunu hedef alma gibi bir stratejisi yok.
Yaşanan son gelişmeler, devletin bu konudaki pozisyonunda da değişikliğe yol açmış durumda.
Devlet yetkilisi, “Kandil’deki yönetici kadrosu kamplardan çıkarak Kuzey Irak’ta araziye gizlenmiş durumda. Devletin psikolojik üstünlüğü de ele geçirmesi gerekiyor. Bunun için hem şehirlerdeki operasyonların başarılı olması lazım hem de lider kadrosundan birkaç ismin etkisiz hale getirilmesi lazım. Bu konuda kararlıyız” ifadelerini kullandı.
PKK gemileri yaktı
Aynı devlet yetkilisi PKK’nın izlediği stratejiyi anlatırken, “7 Haziran’dan sonra örgüt önce bir tereddüt sürecinden geçti. Daha pasiflerdi. Daha sonra ise terör olaylarını üst seviyeye tırmandırıp tırmandırmama sürecine girdiler ve bu kararı verdiler. Son 10 gün içerisinde de gemileri yaktılar. Ya hep ya hiç noktasına geldiler. Bu nedenle terör saldırılarının sürmesini beklemek sürpriz olmaz” dedi.
Öcalan: ‘Beceremediler’
Devletten yansıyan bilgilere göre, İmralı’daki örgüt lideri Abdullah Öcalan, Kandil’in ve HDP’nin tavrından memnun değil ve her iki kanada da tepki gösteriyor. “Çözüm sürecini yönetemediler, beceremediler” ifadelerini kullanıyor. Devlet aygıtında Öcalan’ın şu anda devreye girerek bir çağrı yapmasının bir faydası ya da anlamı olmayacağı gibi hem kamuoyu hem de örgüt açısından ters tepeceği görüşü hakim.
Yarım bırakılmayacak
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde devreye girmek isteyenler olacağı, tek taraflı ateşkes çağrısı yapılmak istenebileceği ancak başta şehirler olmak üzere operasyonların kararlılıkla devam edeceği belirtildi.
Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız