‘Kıyma Parası ile Kitap Almıştım’

Medya
Röportaj: Yılmaz Yılmaz Fikri Bey, okurlarımız için kendinizi tanıtabilir misiniz? 1970 doğumluyum, Erzurum İspir’liyim. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Serbest avukat olarak çalıştım...
EMOJİLE

Röportaj: Yılmaz Yılmaz

Fikri Bey, okurlarımız için kendinizi tanıtabilir misiniz?

1970 doğumluyum, Erzurum İspir’liyim. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Serbest avukat olarak çalıştım, mesleğimi çok seviyorum, çok saygın buluyorum ama artık avukatlık yapmıyorum. Ömrümün 25 yılı bekâr geçti, pardon 15 yıldır evliyim. İrem Şehla ve Gizem Şevval isimli iki kızım var…

Avukatsınız. Nasıl başladınız yazı yazmaya?

5–6 yıl kadar önce, bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştığım Hadi Özışık bir gün arayarak “Fikri Bey, Tuncay Özkan bana tazminat davası açtı, bu davamda avukatlığımı üstlenir misin?” dedi. “Tabii…” dedim. Aradan 15 gün geçtikten sonra, Hadi Bey’in avukatıyız ya, “beni kırmaz herhalde” diye düşünerek yanına gittim. “Hadi Bey, ben İnternethaber’de haftada bir hukuk köşesi yazabilir miyim?” dedim. O da “Tabii…” dedi. Konusu boşanma davası idi, soru cevap şeklinde…

Fakat ilk yazım, ki ömrüm boyunca başka hiçbir yerde yazı yazmamıştım, bir not defterine karalama babında dahi kısa da olsa bir yazı yazmamıştım. Hatta medyaya girdiğim tarihe kadar Hadi Özışık ve kardeşleri dışında tek bir gazeteci, yazar veya televizyoncu ile tanışmıyordum. İşte o ilk yazı tam 50 kişi tarafından okunmuştu. Düşünsenize baktığım bir boşanma davasını kâtip, davalı, müvekkil, hâkim, Yargıtay’da beş hâkim daha derken toplam 9 kişi okurken benim bir boşanma yazısı 50 kişi tarafından okunuyordu! Aradan 2–3 hafta geçti, okunurluğum tavan yaptı ve 300 sayısına ulaşınca bu kez siyasal, sosyal veya kültürel içerikli bir yazı yazmayı düşündüm.

İşte bu yazı yaklaşık 1000 kişi tarafından okundu. Baktım ki okur bu tür yazılara daha çok ilgi gösteriyor, ben de artık bu tür yazılar yazmaya başladım. 3 yıl kadar yazdıktan sonra, Yeni Şafak’tan teklif geldi. İnternethaber’i bıraktığımda okunurluk sayısı ortalama 25.000 idi.

Peki, Yeni Şafak’tan niye ayrıldınız? Takvim’e niye geçtiniz?

Yeni Şafak’ta 2,5 yıl yazdım. Yeni Şafak’tan son derece memnundum ama ayrılmam tek bir sebebe dayalı idi. O da haftada 2 yazı beni kesmiyordu. Artırma talebim kabul görmedi. Tabii, benim artırma talebinde bulunma hakkım kadar yönetimin de artırmama yönünde bir hakkı olduğunu düşünüyorum, mutlaka makul mazeretleri vardır diye düşünüyorum. Sonuçta dostane bir şekilde ayrıldım. 1 ay kadar boşta dolaştım ve geçen yıl bu zamanlar -ki soğuktu ve yağmur çiseliyordu, hiç tanımadığım biri yani Serhat Albayrak aradı ve Takvim’de yazmamı istedi. Tereddütsüz kabul ettim. Ama amacım bir gün Sabah’a geçmekti. 8 ay kadar yazdıktan sonra “Sabah’ta haftada bir de olsa ilaveten yazabilir miyim?” dedim. Serhat Bey “Ben Takvim’i de düşünüyorum, senin şimdilik orada kalman daha iyi olur” dedi.

Açıkçası bugünden geriye dönüp baktığımda Serhat Bey’in yerinde ben olsaydım ben de Fikri Akyüz’ün Takvim’de yazmasını isterdim. Zira gereksiz spekülasyonlara yol açmak istemezdim. Ama ne yazık ki Yeni Şafak ile Takvim okuru arasında doğal olarak bir bakış açısı farkı var. Yeni Şafak’ta günde ortalama altmış mail gelirken Takvim’de ya iki ya da üç mail gelirdi. Bu beni endişelendirdi, acaba okunmuyor muyum diye bir tedirginliğe yol açtı. Böylece yine dostane bir şekilde Takvim’den ayrıldım. Şu anda hiç bir gazetede yazmıyorum. Çünkü teklif gelmedi. Niye gelmedi, açıkçası ben de bilmiyorum. Canları sağ olsun. TV ayağına gelince: Üç haftadır, Kanaltürk’te “Ters Cephe” isimli bir programa başladım.

Takvim magazinel bir gazete, Yeni Şafak duruşu olan bir gazete idi. Yeni şafak’tan Takvim’e geçmek sizce de garip olmadı mı? Okurlarınız bu tercihinizi yadırgamış olmasın? Mesela ben… Düzenli olarak okurdum yazılarınız, ancak Takvim’e geçmeniz –doğrusu- beni çok şaşırtmıştı. Yani; Takvim’in okur portföyü az çok bellidir de.

Yeni Şafak’ın okur kitlesi ile Takvim’in okur kitlesi elbette aynı değil.. Ancak az önce söylediğim gibi, Yeni Şafak’tan bir şekilde ayrılınca arzu ettiğim bir gazetede yazamadım. Sabah grubunun CEO’su -ki o ana kadar tanışmıyorduk, beni arayıp Takvim’e davet edince kabul ettim. Amacım, Turkuvaz Grubuna girip kendimi orada gösterip Sabah’a geçmek idi. Takvim’de okurların beni bu kadar kısa süre içinde bu kadar yoğun protesto edeceğini öngöremedim. Elbette Takvim gazetesine de, okur kitlesine de saygım var. Orada çalışan arkadaşlar gerçekten özveriyle çalışıyordu. Ama bu tepkiler yoğunlaşınca ve Sabah’tan da ışık gelmeyince Serhat Bey’le görüştüm ve dostane bir şekilde ayrıldık.

HER GÜN YAKLAŞIK 2 SAAT KİTAP OKURUM

Yazılarınızda ince bir ironi, ilginç karşılaştırmalar var. Böylesi yazılar yazabilmek için kitapla haşır neşir olmak gerekiyor gibime geliyor. Yanılıyor muyum?

Tabii, kitap okumadan olmuyor. Her gün muntazaman yaklaşık 2 saat kitap okurum. Ama şuna yanarım. Annem ve babam ilkokul mezunu dahi değildir. (Burada parantez açayım, ilkokul mezunu dahi derken yanlış anlaşılmasın. Annem ve babam bana göre dâhidir ama ilkokul mezunu değildir) Evet akraba ve komşular arasında da kitap okuyan olmadığı için ben 17 yaşıma kadar kitapsız bir evde büyüdüm. “Kitapsız” derken, yine yanlış anlaşılmasın, ailem dindardır. Zaten evimizde iki kitap vardı. Biri Kuran-ı Kerim, diğeri ise Hattat Hafız Yusuf Tavaslı’ nın Mızraklı İlmihal’i. Üniversiteye başladığım aydan itibaren harçlıklarımdan biriktirdiklerimle sürekli kitap aldım ve okudum. Bugün çalışma odamın dört bir tarafı kitap dolu: Bakın şimdi aklıma geldi: 17 yaşına kadar iki kitabımız değil üç kitabımız vardı. Üçüncü kitap, Peyami Safa’nın daha doğrusu müstear ismiyle Server Bedii’nin Cingöz Recai isimli kitabı idi. Bu kitabı, annemin kıyma almak için verdiği paradan annemin haberi olmaksızın kestiğim dörtte bir kısmıyla aldım. Evet evet, ben bir hırsızım, bu ifşaatımı da 26 yıl sonra açıklıyorum. Bir kilo yerine 750 gram kıyma almıştım. 250 gramlık parayla da Cingöz Recai! Ama cingözlüğüm uzun sürmedi. Annem şüphelendi ve bakkalda tarttırdı, ben de itiraf ettim. Bugün nerede kıyma görsem aklıma Peyami Safa gelir!

Cingöz Recai bir başlangıç olmuş. Peki, Peyami Safa’nın asıl derinliği olan kitaplarını, yani romanlarını üniversite yıllarında okuyabildiniz mi?

Lise ikinci sınıfta iken bir kitap daha aldım. Böylece evimizde dört kitap oldu. O kitap da Peyami Safa’nın idi. Adı Matmazel Noralya’nın Koltuğu idi. Üniversiteye başladığım aydan itibaren düzenli olarak gazete almaya başlamış idim. Nüfus sayım günleri dahil bir gün dahi aksatmadan sürekli gazete aldım. O zamanlar günde iki gazete alırdım. Ama son on yıldır her gün düzenli olarak 8 gazete okurum. Üniversiteye başladığımda aldığım kitaplardan biri de Engin Ardıç’ın kitabı idi. Üslubu harika idi. Ki, o zaman bir gazetede değil dergide yazıyordu. Bu adamda iş var diyordum, dediğim de oldu, bir kaç ay sonra Sabah’ta yazmaya başladı zaten.

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/