Sabah’ın haberine göre İbrahim Kalın’ın bugünkü yazısı
PKK ve siyasi kolları Türkiye ve Suriye’de terörist faaliyetler yürütürken, bir yandan da barış retoriğini kullanıyorlar. ABD, AB ve başka ülkeler tarafından terörist örgüt olduğu kabul edilen PKK, Suriye’deki savaşı ve DAEŞ’le mücadeleyi bahane olarak kullanıp kendine yeni fırsat alanları açmaya çalışıyor. Hal böyle iken bazı siyasilerin ve medya aktörlerinin 1 Kasım seçimlerinin sonucunu etkilemek için PKK terörünü masum göstermeye çalışması çok hazin bir durum.
“BATI’NIN TERÖR ÖRGÜTÜNÜ ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI OLARAK TAKDİM ETMESİ”
Batı medyasının bir terör örgütünü özgürlük savaşçısı, üyelerini de “isyancılar” olarak takdim etmesi yeni bir şey değil. Ama çarpıcı olan şu ki, bu kez mesele genel seçimlerde siyasi kazanç elde etmekle doğrudan ilişkili. Hangi ideolojik, dini veya siyasi bahaneyle olursa olsun, El Kaide, DAEŞ veya Boko Haram’ı özgürlük savaşçıları veya isyancılar olarak adlandırma düşüncesi bile insanları güldürür. Bunlar açık ve net olarak terör örgütü. Ancak PKK terörü ile örgütün barış retoriğini kullanması arasındaki keskin zıtlık, bu terör örgütünü barış güvercini olarak göstermeye yönelik sayısız çaba sırasında gözden kaçıyor.
“PKK HER KRİTİK DÖNEMDE SİLAH BIRAKMAYI REDDETTİ”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tarihi bir adım atarak önce 2009’da sonra da 2012’de barış sürecini başlatmasına ve çok sayıda demokratik ve ekonomik önleme rağmen, PKK her kritik dönemeçte silah bırakmayı reddetti. Örgüt barış sürecini, esasen kendi tabanını güçlendirmek ve Suriye’deki faaliyetlerini genişletmek için kullandı. Şimdi de kendisinin barış istediğini ama Türkiye’nin bunu reddettiğini iddia ediyor. Barış sürecini aslında kimin sabote ettiğini ve barışı kimin reddettiğini görmek için aşağıdaki olaylara bir göz atmak yeterli.
İşte son iki yılın kısa bir kronolojisi: 21 Mart 2013’te Abdullah Öcalan PKK’ya yönelik ilk silahsızlanma çağrısını yaptı.
7 Mayıs 2013’te Murat Karayılan PKK’nın Türkiye’deki tüm militanlarını geri çekeceğini açıkladı.
“TAYYİP ERDOAĞAN’IN DEMOKRATİKLEŞME TALEBİNE PKK YDG-H İLE CEVAP VERDİ”
2 Temmuz 2013’te, PKK Diyarbakır’ın Lice ilçesinde polis karakollarına saldırdı. 9 Eylül 2013’te, Cemil Bayık Kürdistan Toplulukları Birliği (KCK) başkanlığına seçildi. Bayık yaptığı ilk açıklamada, terör saldırılarının yeniden başlayacağını üstü kapalı olarak söyledi.
30 Eylül 2013’te, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan kapsamlı bir demokratikleşme paketi açıkladı. PKK buna, şehirlerdeki yeni gençlik yapılanması Devrimci Yurtsever Gençlik Hareketi’nin (YDG-H) kuruluşunu ilan ederek yanıt verdi.
“TÜRKİYE KOBANİ’YE DESTEK VERDİĞİ HALDE DEMİRTAŞ OLAYLARI TAHRİK ETTİ”
21 Mart 2014’te, Öcalan PKK’ya bir kez daha silah bırakma çağrısı yaptı. Öcalan’ın mesajı Diyarbakır’da Türkçe ve Kürtçe olarak halkın önünde okundu. 1 Haziran 2014’te, Halkların Demokrasi Partisi (HDP) heyeti Öcalan’la görüşmeye gitti. PKK Haziran boyunca sürdürdüğü saldırılarda askerleri ve polisleri şehit etti. 8 Ekim 2014’te, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş Kobani bahanesiyle, üstelik Türkiye Iraklı peşmergelerin şehre girişine izin verdiği ve şehirden kaçan 190 binden fazla insana kapılarını açtığı halde, sokaklara çıkılması çağrısında bulundu. Demirtaş’ın bu çağrısı, 50’yi aşkın kişinin ölümüne yol açtı ve toplumu yeniden kutuplaştırdı. Muhalefet partileri PKK’ya karşı çok yumuşak davrandığı gerekçesiyle hükümete yüklendi. 20 Aralık 2014’te Cemil Bayık, PKK için “silahsızlanmanın ölüm anlamına geleceğini” söyledi. 28 Şubat 2015’te, Öcalan KCK/PKK’ya bir kez daha silah bırakma çağrısı yaptı. Nisan ve Mayıs 2015’te, PKK doğu ve güneydoğudaki şehirlerde güvenlik güçlerine saldırılar düzenledi, 7 Haziran seçimleri öncesinde halkı terörize etti, yol kesti, zorla para topladı, araba yaktı, barajlara saldırdı ve emirlerine uymayan herkesi tehdit etti. 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta [IŞİD tarafından] düzenlenen ve 33 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırının ardından, PKK saldırılarını artırıp açıkça savaş ilan etti. PKK Eylül ve Ekim aylarında ülkenin çeşitli yerlerinde güvenlik güçlerine ve sivillere yönelik onlarca saldırı düzenledi.
“ŞİDDET SAĞCILAR TARAFINDAN UYGULANDIĞINDA FAŞİZM, SOLCULAR TARAFINDAN UYGULANDIĞININDA DEVRİM OLUYOR”
İsteyen herkesin ulaşabileceği bu basit gerçeklerin, PKK şiddetinin gölgesinde sürdürülen ve kendi kendisini idolleştiren barış retoriği efsanesi açısından önemli olmadığı görülüyor. PKK terörünün barış efsanesi, şiddetin “devrimci bir güç” olarak yüceltilmesiyle beraber şimdi yeni bir doruk noktasına çıkıyor. Çoğunluğu Türkçe yayın yapan ama uluslararası medyanın hep görmezden geldiği PKK yanlısı medya organlarına şöyle bir bakıldığında bile, barış söyleminin terörün kanlı bayrağı altında profesyonelce kullanımının akıl almaz bir düzeye ulaştığı ortaya çıkıyor.
Üstelik bu sadece PKK’nın propaganda savaşıyla sınırlı değil. Burada kökleri çok daha derine inen ve solun eski ‘şiddet sağcılar tarafından uygulandığında faşizm, sol tarafından uygulanınca devrimdir’ anlayışı ile ilişkili bir durum var. Şiddet, devrim ve barışa ilişkin bu çarpık anlayışın kökleri Fransız Devrimi’ne ve Avrupa’daki Marksist-Leninist geleneğe dayanıyor. Bu anlayış şimdilerde, PKK şiddetine yaslanarak yeniden canlanmayı ve yeni bir demokratik halk hareketi yaratmayı uman Türk solunun bazı kesimlerince sahipleniliyor. İronik olan şu ki; PKK yalnızca şiddet düşkünü bir terör örgütü değil, aynı zamanda Türkiye, Irak ve Suriye’de yüzlerce rakip Kürdü öldürmüş ve gerici ideolojisini lider kültü, mitolojik bir tarih yorumu, gecikmiş milliyetçilik ve gerçek üzerinde mutlak ve dışlayıcı bir tekel kurma iddiası üzerinde temellendirmiş bir dikta örgütü. Bu gerçekler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı zor durumda bırakma uğruna rahatça örtbas ediliyor.
Gerçek barış, ancak PKK silah bırakır ve hem Kürtleri hem de Türkleri kandırmayı bırakırsa gelir. Türkiye’de barışı gerçekten önemseyenler PKK’nın propaganda makinesi tarafından kandırılmamak için dikkatli olmalı ve PKK hakkında romantik bir imaj çizenlere terörü gerçekten reddedip reddetmediklerini sormalı.