Ezel’in yalnızca Monte Kristo Kontu’ndan uyarlama bir senaryo olduğunu düşünenler yanılıyor.
Dizinin tek bir eserden etkilendiğini sanmak doğru değil. Dostoyevski‘den, Shakespeare‘den, Oscar Wilde‘dan ve daha birçok yazardan ilhamlar taşıdığını senaristleri de söylemişti. Zaman gazetesinden Abdullah Yavuz Altun, senaristlerin hangi filmleri izlediklerini mercek altına aldı.
"Güneşin altında söylenecek söz kalmadı!" demişler. Sanatın her dalında artık postmodern bir durum olarak algılanıyor oradan buradan (ç)alınan şeyler. Orhan Pamuk Nobel’i aldığında yaşanan intihal tartışmalarına, 1990 tarihli Kara Kitap’ta cevap vermişti oysa: "Çaldımsa mirî malı çaldım!" Bir karakterin ağzından, "İntihal yapmaktan çekinme." cümlesini söylettikten sonra, Mevlana’nın da hikâyelerini kendinden öncekilerden aldığını anlatıyordu. Bu postmodern "intihal" vakaları, televizyon dizilerinin de vazgeçilmezi haline geldi.
Uyarlama senaryolardan daha fazla işçilik ve emek gerektiren bu durumun dünya çapındaki fenomeni hiç kuşkusuz Lost dizisi. ATV’de yayınlanan Ezel de, "yerli" Lost olma yolunda hızla ilerliyor. Bir yandan her bölümde insanları şaşırtması, flashback’ler (geri dönüş) kullanması ve bulmaca gibi senaryosuyla benzeşiyor Lost’a; bir yandan da romanlara, şiirlere ve bilindik filmlere yaptığı göndermelerle. Daha başından "bir intikam hikâyesi" olarak sunulan Ezel, önceleri Alexandre Dumas’nın meşhur romanı "Monte Kristo Kontu"na benzetildi. Senaristlerin de inkâr etmediği bu durum, sadece tek bir kaynağa bağlı kalmadıklarının anlaşılmasıyla daha da heyecanlı bir hâle geldi aslında. Şimdi her bölümü izlerken, "Acaba bu kısmı nereden almışlar?" diye düşünmeden edemiyor insan.
Evet, Ezel’in intikam öyküsü Edmond Dantes‘in çabalarına benziyor. Monte Kristo Kontu‘nun başkahramanı Dantes’i hapishaneye götüren süreç de, sevdiği kadın Mercedes’e âşık olan dostuyla başlıyor. İçeride on iki yıl geçiren Edmond Dantes, Peder Faria’nın kaçış planlarına katılıyor. Faria, Ezel’deki Ramiz Dayı karakterine benzese de, Ramiz’in dışarıda da olayı yönlendirmesi, hikâyeyi değiştiriyor. Ezel’in de Edmond Dantes’in de sevdikleri kadından çocukları var; üstelik bunu sonradan öğreniyorlar. Dantes hazineyle, Ezel’se kumarla zengin oluyor. ‘İntikamın soğuk yenen bir yemek olduğu’ gerçeğini düşünürsek, Ezel de tıpkı Dantes gibi uzun soluklu bir maceraya atılıyor. Ancak intikam demişken, Quentin Tarantino’nun Kill Bill filmlerini hatırlamak gerekir. Zira Ezel’in ilk bölümündeki ayrıntılar, Kill Bill’e benziyor. Elinde eski bir fotoğraf tutan Ezel, fotoğraftaki karakterlerin hikâyelerini tek tek anlatıyor. Kill Bill’de de not defterindeki beş ismi bize anlatan The Bride (Gelin) bunlardan intikam alacağını söylemişti.
Hasan Sabbah hikâyeleriyle sevilen Ramiz Dayı’nın da meşhur mafya filmlerindeki karakterlere benzediğini biliyoruz. Ancak Dayı’dan asıl beklenen hareketlerden biri dizinin 10. bölümünde geldi: "Ali Cengiz oyunu"nun Ali’si, Dayı’ya ulaşmaya çalışırken, Samatya’daki bir manavdan portakal alan Ramiz Dayı, The Godfather serisinin unutulmaz karakteri Vito Corleone‘ye (Marlon Brando) selamı çaktı. İleriki bölümlerde mafya babalarının oturduğu bir sofranın başında yine Ramiz Dayı’yı görecektik, tabi bir de masanın ortasındaki portakalları. The Godfather’da portakal görünen sahnelerin ardından birilerinin ölmesi meşhur bir detay olarak akıllarda yer etmişti. Dayı’ya dair bir başka ilham kaynağı da, Ömer’in kardeşi Mert’in odasında gördüğümüz "Citizen Kane" (Yurttaş Kane) filmiydi. Dayı’nın kendi mekânına çekilmesi, Kane’in şatosunu hatırlatıyor. Kane, o şatoda oldukça güçlü ve "yalnız" bir adamdı; Ramiz de kendi yalnızlığını zamanla ele veriyor. Dizi ilerledikçe, Kane’de olduğu gibi Ramiz’de de "eksik parça"nın ne olduğunu sorgulayacağız sanki…
Ezel’in ameliyatını yapan doktorla arasında geçen şu diyalog da, senaristlerin Clint Eastwood‘un unutulmaz filmi Unforgiven‘ı (Affedilmeyen) izledikleri anlamına geliyor: Doktor, "Ben bunu hak etmedim." Ezel, "Bunun hak etmekle bir ilgisi yok!" Filmde ise, "Ben böyle bir ölümü hak etmedim." diyene, "Bunun hak etmekle ilgisi yok!" yanıtı veriliyordu. Bu tip karizmatik cümlelerin yanı sıra, ABD’de yayınlanan Las Vegas dizisinden hatırladığımız birkaç poker numarasını da zikretmek gerek. Gerçi dizi eski Türk filmlerini de unutmuyor. Bir bölümde, Soner isimli mafya babasının sinemayı kapattırarak izlediği Lütfi Akad‘ın "Kanun Namına"sı da bunlardan biri; Ali’nin hikâyesini de anlattıkları bölümde filmden şu replik de yer aldı: "İsmim Nazım. Otuz iki yaşındayım. Bu şehirde doğup büyüdüm. Otomobil tamircisiyim. Bu film benim hikâyemdir."
Ödünç alınan sahnenin, dizinin gidişatıyla ya da hikayesiyle benzerlik içermesi de pek önemli değil. Mesela, dizinin son bölümlerinde karşımıza çıkan "seri katil" ilk göründüğünde yalnızca ayaklarını gösteren bir çekim tercih ediliyordu. Bu çekimi, garip bir yürüyüş destekleyince, The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler) filminin meşhur karakteri Kayser Soze’yi hatırlamamak olmazdı. Mert’in peşinden adam gönderip çantasında sakladığı bilgilerin değerini ona anlatmak isteyen Ezel’se, V for Vendetta (V) filmindeki kahramanın Evey’e (Natalie Portman) uyguladığı "ikna" yöntemini uygulamış oluyordu.