Ergenekon sanıkları neden tahliye edildi?

Hukuk
Engin Dinç’in röportajı Ergenekon davasında tahliyeler art arda gelirken, bu tahliyeler kamuoyunda da büyük tartışma yarattı. Ergenekon’dan yargılanan isimlerin tahliye edilmesi, hem tahliyeleri...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Ergenekon davasında tahliyeler art arda gelirken, bu tahliyeler kamuoyunda da büyük tartışma yarattı. Ergenekon’dan yargılanan isimlerin tahliye edilmesi, hem tahliyelerin nedeninin hem de tahliye kararı verilmesinin ardından 13. Ağır Ceza Mahkemesi hakimlerinin açıklamalarının masaya yatırılmasına neden oldu. Şimdi pek çok insan için Ergenekon’da yargılanan isimlerin neden tahliye edildiğine dair soru cevaplanması gereken bir soru. Bir diğer soru ise kafaları karıştıran 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tavrı. Bu soruları Emekli Cumhuriyet Başsavcısı Av. Reşat Petek’e sorduk. 

TAHLİYELER ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK HAKKININ İHLAL EDİLMESİ NEDENİYLE YAPILDI

Bu Ergenekon tahliyeleri açıkçası zihinlerde kafa karışıklığı oluşturdu. Ergenekon’dan yargılanan isimler beraat etmiş gibi bir havayla cezaevinden çıktıkları için bu konudaki kafa karışıklığı artıyor. Ergenekoncular neden tahliye ediliyor? Bu kafa karışıklığı nereden kaynaklanıyor?

Şimdi şöyle ifade edeyim: Bir defa Ergenekon sanıkları hukuki anlamda tutuklu değil, hükmen tutuklu. Hükmen tutuklu olanlara 5 yıl değerlendirmesi yapılmaması gerekiyor. Çünkü artık hükmen tutuklu statüsünde bunlar. Peki buna rağmen nasıl oluyor da tahliyeler yapılıyor derseniz; burada asıl tahliyeleri başlatan süreç 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 7 aydır kararını yazmamasıdır. Çok açık seçik olarak şu belli: Bu mahkeme, hükmünü açıkladıktan 15 gün sonra karar yazma mecburiyetini biliyor. 5 Ağustos’ta hükmünü açıkladı ve Ergenekon sanıklarına ağır hapis cezaları verildi. Demek ki dosyadaki deliller bunu gerektiriyordu, böyle bir karar verdi ve kamuoyuna da böyle yansıdı. Ama mahkeme heyetinin vicdanının mahkumiyet yönünde oluştuğu, delillerin de bu şekilde sabit olduğu anlaşılması ve kararın açıklanmasına rağmen 7 aydır gerekçeli kararı yazmamasının hukuki sebebini veya mazeretini de kamuoyuna açıklamış değil. 

Peki neden yazmıyor? Şimdi bu sorunun cevabı bulunamaz ve HSYK müfettişleri tarafından soruşturularak neden yazmadığı ortaya konulamazsa bu tahliyelerin neden bu şekilde arka arkaya geldiğinin sırrını da kimse çözemez. Burası önemli. Bakın, tutukluluğun, hüküm verildikten sonra tutukluluk sayılmadığına dair görüş sadece benim görüşüm değil. İnsan Hakları Mahkemesi, mahkumiyet kararı sonrası tutukluluğu, tutukluluk hali olarak kabul etmiyor. Yine Anayasa Mahkemesinin (İkinci Bölüm) 5 Aralık 2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 21.11.2013 tarih 2012/1303 Başvuru sayılı şu kararı görüşlerimi teyit etmektedir:

“Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, bu kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” oİma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüşmektedir. Nitekim AÎHM, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41; Benzer yöndeki AÎHM kararları için bkz: Solmaz/Türkiye, B. No: 27561/02, 16/1/2007, §§ 23-24; Şahap Doğan/Türkiye, B. No: 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da benimsenmiş ve 12 Nisan 2011 tarihli E. 2011/1-51, K. 2011/42 sayılı kararda, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine hükmedilmiştir. Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır.”

Yukarı ilgili bölümünü alıntıladığım kararda görüleceği üzere hem AİHM, hem Yargıtay Ceza Genel Kurulu, ilk derece kararıyla mahkum edilmiş olan tutuklu sanığın hükmen tutuklu kabul edildiğini ve tutukluluk hesabında dikkate alınmadığını kabul etmektedir. Anayasa Mahkemesi de aynı kararları benimsemiş ve kabul etmiştir.

Öyleyse Hükmen tutuklu olanlar nasıl tahliye edildi?

Şayet 5 Ağustos’ta kararını açıklayan yerel mahkeme, yasal süresi içinde gerekçeli kararını yazıp dosyayı Yargıtay’a gönderseydi, dosya hem usulden hem esastan Yargıtay’da incelenecek, tutukluk konusu da dahil temyiz mahkemesi karar verecekti. Hükmen tutuklu statüsünde olanlar hakkında da, dosyadan el çekmiş olan yerel mahkeme yeniden tutukluluk incelemesi yapamayacaktı. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru da reddedilecekti.

Ancak yerel mahkeme 7 ay gibi uzun bir sürede gerekçeli kararını yazmadığı için, tutukluluk hali Yargıtay’da incelenemediğinden dolayı özgürlük hakkının ihlal edildiğine Anayasa Mahkemesi karar verince 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki  Kanun gereğince Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için ivedilikle gereği yapılmak üzere ilgili mahkemesine gönderilmesine, dair karar verilmesi sebebiyle dosya ele alınmış ve hüküm verildiği tarihten önce tutukluluk süresi 5 yılı doldurmuş olan sanıklar hakkında tahliye kararı verilmiştir.

Yani hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem Anayasa Mahkemesi hükümden sonraki süreyi tutukluluk olarak kabul etmiyor. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 12 Nisan 2011 tarihli 2011/1-51 sayılı kararıyla bir genel kurul kararı olduğu için mahkemeleri ve diğer daireleri bağlayıcı bir karar verdi. O zaman bu dosyaya Yargıtay dışında kimse el sürmeden üzerinde bir tutukluluk devamı veya bir tahliye kararı vermemesi gerekir. Yasalar böyle olduğu halde nasıl buraya gelindi diye baktığımızda, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu dosyanın gerekçesini yazmadığını görüyoruz. Yazmayınca da dosya Yargıtay’a gidemedi. Yargıtay’a etkin itiraz başvurusu yapılamadı. Böyle olunca Anayasa’nın 19. Maddesinin 8. fıkrası yani güvenlik ve özgürlük hakkı ihlal edilmiş oldu. Anayasa Mahkemesi de buna dair başvuran avukatın müracaatına böyle bir ihlal kararı verdi. 

Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş ve yargılama usulü hakkındaki kanun hükümlerine göre ihlal kararı verildiği zaman 50. madde gereğince kararın bir örneği mahkemeye gönderilip ihlalin ortadan kaldırılması isteniyor. Bu tutukluluk durumlarının yeniden inceleme süreci bir daha açıldı. Şimdi bu süreç iyi algılanmazsa o zaman tutukluluk süresi azami 5 yıla inince de haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen sanıklar sapır sapır tahliye ediliyor. Şu an çıkamasa da başka suçtan hükümlü olduğu için, Danıştay katili olduğu iddia edilen Alparslan Aslan ve insanların boğazını keserek öldürdüklerini itiraf ettikleri söylenen Zirve davası sanıkları tahliye oldu. Kamu vicdanı bundan rahatsız. Elbette ki hukuk adına da bu yaşanmaması gereken bir tablo. Ama bu süreç nasıl başladı diye sorarsak, iki net cevabı var. Bir, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçesini yazmayarak hak ihlali yapıp, yeniden dosyanın incelenmesine yol açması. Diğer taraftan da mahkemelerin 7 yıl gibi bir sürede yargılamayı bitirmeyerek, hükmünü vermeyerek yasadaki makul süre ve uzun tutukluluk hususunu dikkate almadan yargılamaya devam etmesi. 

13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NİN AÇIKLAMASI HUKUKEN DEĞERLENDİRİLECEK AÇIKLAMALAR DEĞİL

Aynı mahkeme karara, tahliye kararlarına da itiraz etti. Yani ÖYM’ler kaldırılamaz, biz yetkiliyiz ve tahliye kararı vermiyoruz, Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağız dediler. Bu şekilde bir zihin karışıklığı oluşturdular. Bu normal bir durum mu? 

Şimdi onu da söyleyeyim, Bütün olarak değerlendirdiğimizde bir yargısal süreçten ziyade farklı bir şey yaşanıyor. Nedir o yaşanan? Şu anda Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı bir darbe girişimi var. Ve bu darbe girişiminde de bazı yargı organları hukuku, yargı kararlarını araç olarak kullanıyorlar. Çünkü ben aşağı yukarı 40 yıla yaklaşan meslek hayatımda bir mahkemenin, “TBMM’nin çıkardığı kanunu tanımıyorum, bizi ancak HSYK kapatır, TBMM bizi kanunla kapatamaz” diye bir açıklama yaptığına şahit olmadım. Böyle bir şey olamaz. Kanunlar herkesi bağlar. Hele hele Anayasa Mahkemesi’ne müracaat hakkı olmamasına rağmen, yani bir kazan kaldırma hareketi içerisinde olup da, “biz Anayasa Mahkemesi’ne gittik” şeklinde bir açıklama hukuken değerlendirilebilecek bir olay değil. Bunlar, hakikaten siyasal iktidarı devirme teşebbüsünün aracı haline gelmiş durumda. Mutlaka kimin ne derece kusuru, kastı vardır, bunların soruşturulup ortaya çıkarılması lazım. Ben peşinen kimseyi suçlu ilan etmek istemem. Ama ortada görünen bir durum var. Takınılan tavır, Türkiye’de şu anda, paralel yapı olarak da ifade edilen devlet içindeki illegal bir örgütlenmenin seçimle gelmiş iktidarı alt etmek için yaptığı girişimin bir parçası. 

ERGENEKON SANIKLARI İÇİN YENİDEN YAKALAMA KARARI ÇIKARILABİLİR 

Ergenekon’dan tahliye olan isimlerin yargılanması, Yargıtay safhasına geldiğinde yeniden hapse girme ihtimalleri söz konusu mudur? Burada akıllara şöyle bir ihtimal de geliyor; siyasi olarak bir anlaşma yapılmıştır ve Ergenekon tutukluları salıverilmiştir. Süreç sürüncemede bırakılıp Ergenekon’dan yargılananlar dışarıda bırakılacaktır. Sizin bu ihtimal veya yorum hakkındaki görüşleriniz neler acaba? 

Sırayla cevap vereyim. Ergenekon davasında hüküm verilmiş olduğu için, gerekçeli kararın açıklanıp Yargıtay’da incelenerek onanması halinde tahliye olan bu sanıklar hakkında yeniden yakalama kararı çıkarılacaktır. Zaten hüküm verildiği için yeni bir yargılama, yeni bir yasa çıkmadan söz konusu değildir. Bunun altını çizelim. 

İkincisi burada kimlerin çıkıp çıkmayacağı, tahliye olacağı konusunda, siyasetin anlaştığı ve işlem yaptığı yönündeki iddiaların hukuken tutarlılığı yoktur. Peki neden siyasal iktidar bu dönemde uzun tutukluluğun 5 yıla indirilmesiyle ilgili yasa çıkarmıştır? Bunun iki nedeni var. Birincisi, bundan 7 ay kadar önce Anayasa Mahkemesi hukuk önünde eşitlik ilkesi gereği terörle mücadele kanunu kapsamındaki 10 yıllık tutukluluk süresini iptal etti ve hükümete bir yıl süre tanıdı. Zaten hükümet Anayasa Mahkemesi’nin kararı gereği yeni bir yasal düzenleme yapmak zorunda idi. Bu göz önünde bulundurulmadan hükümet bazı sanıkları tahliye için yasa çıkardı denilirse en azından bu gerçek atlanmış olur ki, doğru değil. 

Bu konuda söylenecek ikinci husus da şu: Esasen yasada tutukluluk süresi en fazla 2 yıldır, çok zorunlu hallerde en fazla 3 yıl uzatılabilir. 5 yılı geçemez hükmü ise genel adli suçlarda zaten vardı. Ama uygulamada bazı mahkemeler yasal düzenlemeleri dikkate almadan nereden emir alıyorlar, nereden talimat alıyorlar, hangi şekilde vicdanlarını rahat ettiriyorlarsa yasal hükümleri, özellikle de yargı reform paketleriyle getirilen adli kontrol uygulamak suretiyle tutuksuz yargılamaya gidilmesi esasını uygulamamaya başladılar. Böyle bir durumda, tabii ki siyasi irade de TBMM’ye yeni yasa düzenlemeleri getirdi. Belki 5 yıla çekilmesinin temel nedenlerinden bir tanesi de bu. 

Son cümle olarak şunu söyleyeyim: Yargı mercileri devleti yönetmiyor, yargı Türkiye’yi yönetmeye başlarsa bunun adı demokrasi olmaz, jüristokrasi olur. Yargı makamları var olan kanunları, hukuk kurallarını uygulamakla yükümlüdür. Yargı makamları kanun koyucu değildir, kural koyucu değildir. Demokratik hukuk devletlerinde TBMM, millet adına kuralları koyar, yasaları kaldırır veya yeniden yasa çıkarır, anayasayı değiştirir. Yargı mercileri eğer TBMM’nin fonksiyonunu kendi üzerlerine alıp da, hem yasa koyup hem karar verme yoluna giderlerse ülkede kaos ve kargaşa olur. Bunu da hiçbir demokratik hukuk devleti kabul etmez. Şu anda yaşanan sıkıntı, özellikle 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kanun tanımayan tutumu ve kamuoyuna bunu açıklamasıdır. Bunun İstanbul adliyesinde devam eden soruşturmadaki savcının soruşturma evraklarını basına dağıtıp da ‘soruşturmam engelleniyor gibi’ gerekçelerle, soruşturmanın gizliliğini kendisinin ihlal etmesiyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Yoksa münferit hadiseler olarak değerlendirdiğinizde bu olayı çözemezsiniz. Şu anda yargı içinde siyasal iktidarı devirmek için örgütlenmiş ve birlikte hareket eden, maalesef ve maalesef bir yapılanma olduğu ve anayasayı tanımadığı anlaşılıyor. Belki de olayların temel nedeni budur.