Ekonomi’nin siyaset ve toplumsal olaylarla olan karşılıklı bağımlılığı üzerine ciltlerce kitap yazılabilir. Ekonomi’de yaşanan dalgalanmaların siyasette ve toplumda getirdiği kargaşalara hem dünya hem kendi tarihimizde sık sık şahitlik ettik. Özellikle Türkiye gibi siyasal ve toplumsal istikrarın devamlı olarak kesintiye uğradığı ve tam anlamıyla süreklilik kazanamadığı ülkelerde, siyasal krizler ekonomide de krizleri beraberinde getirdi. Ekonomide yaşanan buhran dönemleri ülkedeki sosyal yapıyı derinden sarsmakla birlikte, toplumun siyasi tercihlerini yaparken öncelikli olarak ekonomik vaatlere bakmasına sebep oldu.
Yıkılan imparatorluğun bakiyesi olarak kurulan Cumhuriyet ekonomik alanda gerek dönemin şartları gerek Anadolu’nun o günkü mevcut koşullarıyla birlikte devletçi bir ekonomik modeli benimsemeyi tercih edecek, devlet eliyle yapılan yatırımlar ve kalkınma planlamalarıyla yeni kurulan Cumhuriyet’in ekonomisi ayağa kaldırılmaya çalışılacaktı.
Dünyada yaşanacak Büyük ekonomik buhrandan Türkiye’de fazlasıyla etkilenecek, zaten savaştan çıktığı için yoksulluk ve sefaletten beli bükülmüş Anadolu’nun üzerindeki kara bulutların şiddeti Büyük Buhranın etkisiyle giderek artacaktı. Büyük Buhran sonrası hazırlanacak I. Beş Yıllık Kalkınma Planıyla ülke sanayi alanında ciddi bir atılım yapacak, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ham maddesi ülke içinde bulunan malların üretimine geçilecekti. İlk kalkınma planının başarıya ulaşmasının ardından 1939 yılında II. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanacak ancak savaş koşullarının etkisiyle bu plan hayata geçirilemeyecekti.
İkinci Dünya Savaşı dünyayı karanlık bir noktaya itmiş ve Avrupa boydan boya bir harabeye dönmüşken savaşa girmeyen Türkiye de savaşa giren ülkeler kadar ağır bedeller ödemiş ve ülke insanı seferberlik durumu için çıkartılan ağır vergilerin altında ezilmişti. Savaş sonrası Müttefikler cephesinin kazanmasıyla dünyada esen demokrasi rüzgarı Türkiye topraklarına da uğrayacak ve ülke çok partili hayata geçecekti. Çok partili hayata geçişten kısa süre sonra Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte Türkiye, yeni yeni başlayan Soğuk Savaş ortamında safını iyice Batı’dan yana netleştirecek, Türkiye’yi Sovyetlere kaptırmak istemeyen Amerika’nın yardım ve kredileriyle birlikte ülkede büyük bir kalkınma hareketi başlayacaktı. Bu kalkınma hareketinde savaş yıllarında halktan toplanıp, devletin kasasında tutulan vergilerin harcanması da etkili olacaktı.
Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte ülke boydan boya bir şantiyeye dönüşmüş, tarımda elde edilen verim artmış ve ülke büyük bir bolluk dönemine girmişti. Ancak 1954 sonrası ilk yıllardaki bolluk yavaş yavaş kaybolmaya ve 1960’lara doğru baş gösteren ekonomik sıkıntılar, Demokrat Parti’nin ilk yıllarındaki bolluk dönemlerini aratmaya başlayacaktı.
27 Mayıs askeri darbesiyle birlikte ülkede siyasi istikrar da kaybolacak 1965-1971 arasındaki Demirelli tek başına AP iktidarı döneminde yapılan ekonomik kalkınma ve atılım hamleleri ülkenin sosyal ve siyasal çalkantılarının etkisiyle çok uzun sürmeyecekti. 1970’lerde ülke bir kez daha büyük bir ekonomik bunalımın içine girecekti. Bu ekonomik bunalımın en önemli sebebiyse 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkarmasıyla birlikte Batı’nın Türkiye’ye karşı başlattığı ambargo olacaktı. Dönemin koalisyon hükümeti Başbakanlarından Süleyman Demirel ülkenin ekonomik durumunu özetlerken ”70 cent’e muhtacız” diyecekti.
1980 yılına geldiğimizde ülkeyi içinde bulunduğu kriz ortamından çıkarma adına Demirel Başbakanlığındaki azınlık hükümeti tarihe 24 Ocak kararları olarak geçecek ekonomik önlem paketini devreye sokacaktı. 24 Ocak kararlarıyla birlikte Türk Siyaseti daha sonraları ülke tarihine geçecek bir isimle tanışıyordu. Bu kişi Demirel’e ”abi” diye hitap eden, dönemin parlak bürokratı Turgut Özal’dan başkası değildi.
70’li yıllar her anlamda ülkede büyük kırılmalara ve kopuşlara sahne olacaktı. 70’ler; Koalisyonlar, muhtıralar, ekonomik krizler, sokak çatışmaları, öğrenci eylemleri derken finali ülke tarihinin en ağır faturasını çıkaracak askeri darbeyle yapacaktı.
12 Eylül askeri darbesi sonrası kurulacak hükümette 24 Ocak Kararlarının mimarı Turgut Özal Ekonomi’den sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev alacak ve 24 Ocak kararlarını uygulamaya devam edecekti. Kısa süre sonra istifa ederek kurduğu partiyle 1983’te iktidara gelen Özal ülkeye ekonomik anlamda çağ atlatacak, yıllardır dışa kapalı bir şekilde krizlerle boğuşan Türkiye’yi dünyaya açacaktı. Türk siyasetine Özal’lı yıllar olarak geçen dönemde ekonomik anlamda yaşanan boyut değişimi herkesin ortak kabulü haline gelecekti.
Siyasi yasakların kalkıp, eski liderlerin siyasete dönmesiyle birlikte Turgut Özal 1989’da Köşk’e çıkacak, 1991 seçimleriyle birlikte de ülkedeki tek başına devam eden ANAP iktidarı 8 yılın sonunda yıkılacaktı.
Türkiye Cumhuriyet tarihinin en çalkantılı 10 yılına DYP-SHP büyük koalisyonuyla birlikte giriyordu. Artan faili meçhuller ve terör saldırıları, siyasi istikrarsızlıkla birleştiğinde ekonomideki bozulmanın boyutu da her geçen gün büyüyordu.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ani ölümüyle koalisyon hükümetinin Başbakanı Süleyman Demirel Cumhurbaşkanlığına çıkacak ve koalisyonun büyük ortağı Doğruyol Partisinin başına Amerika’da eğitim görmüş, ekonomiyi ayağa kaldırır umuduyla halkın bel bağladığı Türkiye’nin ilk kadın Başbakan’ı Tansu Çiller gelecekti. Çok geçmeden Tansu Çiller’in kriz için önerdi 4 Nisan kararları krizi çözmek bir yana derinleştirecek ve ülke büyük bir ekonomik krizin ortasına düşecekti.
4 Nisan kararları ülke ekonomisini yerle bir etmişken, artan terör ülkenin en karanlık yıllarını beraberinde getirecekti. Terör saldırıları, faili meçhuller, suikastler, ekonomik kriz ve kısa süreli koalisyon hükümetleriyle Türkiye büyük bir kırılma döneminden geçerken 28 Şubat süreciyle birlikte 90’lı yıllar da askeri müdahaleyle tanışıyordu. Bu sefer ki müdahale diğerlerinden farklı oluyor, dönemin medyasında amiral gemisinden Ertuğrul Özkök ”bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin” diyordu.
90’lı yıllar kaos ve büyük acılara sahne olurken finali tarihe daha sonraları Postmodern darbe olarak geçecek olan 28 Şubat’la değil, ülke tarihinin gördüğü en büyük ekonomik kriz ve dibe vurmuşlukla yapacaktı. 97’de Asya’da baş gösteren ve 98’de Rusya’da başlayan ekonomik kriz ülkeyi yavaş yavaş etki altına almaya başlayacak, zaten siyasi istikrarsızlıkla boğuşan Türkiye 17 Ağustos depremiyle birlikte artık tamamen dibe vuracaktı. 2000’lere gelindiğinde Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleriyle ekonomi tamamen allak bullak olacak, onlarca banka batacak, firmalar yerle bir olurken Türkiye tarihinin gördüğü en büyük ekonomik krizi çok büyük bedeller ödeyerek atlatacaktı.
Şimdi yukarıda bahsettiğimiz ekonomik krizlere, çıkış sebeplerine ve ülkemizde bıraktığı hasar ve etkilerine bakalım…
1929 Büyük Buhranı ve I. Beş Yıllık Kalkınma Planlaması
‘’1929 Buhranı öncesi ABD’de üretim ve istihdamda yükselmelerin devam ettiği, ücretler düşmese de fiyatların sabit kaldığı, insanların eskisine göre kendilerini daha zengin hissettiği yıllar olarak tanımlanabilir. Örneğin 1925-1929 arasında imalat sanayi kuruluşlarının sayısı 183.900’den 206.700’e yükselmiş, ürettikleri ürünün değeri 60,8 milyar dolardan, 68 milyar dolara çıkmıştır. 1926 yılında Amerika’da 4.301.000 otomobil üretilmiş, bu sayı 1929 yılında 5.358.000’e ulaşmıştır. Bu rakamın neredeyse 1953’teki otomobil sayısıyla aynı rakama tekabül etmesi ABD’nin “kükreyen yirmiler” diye anılmasına yol açmıştır (www.subconturkey.com/2009/Haziran)’’
1920’lere doğru büyüyen ve gelişen ABD ekonomisinde şirketler arasında birleşme ve devralmalarda yaşanan artış ekonomide büyük tekellerin oluşmasına sebep olmuştu. 200’e yakın büyük şirketin elinde bulundurduğu ABD ekonomisi için, bu şirketlerin birkaçının yaşayacağı ekonomik problemler ülkenin genelinde yaşanacak sıkıntıların başlaması demekti.
Devletin klasik liberal düşüncenin benimsediği serbest piyasa modelinde hiçbir şekilde ekonomiye devlet müdahalesi öngörülmüyordu. Bu düşünceye göre ekonomide yaşanacak dalgalanmalar ve krizlerde devletin olaya müdahil olması krizi derinleştirecekti, devletin piyasaya müdahale etmediği durumda her şey kendiliğinden olağan akışına geri dönebilirdi.
New York Borsası 1928 başları ile 1929 Ekim ayı arasında büyük yükseliş gösteriyordu. 3 Ekim 1929’a gelindiğinde bu yükseliş sona erdiği ve bir kaç büyük şirketin hisse senetlerinde düşüşler gözlendi. 24 Ekim 1929’da (Kara Perşembe) işlem yapan Hollandalı ve Alman yatırımcılar portföylerini boşaltmaya ve piyasadan çıkmaya başladılar. Böylece borsadaki gerileme daha da hızlandı. Ancak borsanın çöküşü birkaç gün sonra 29 Ekim 1929 Salı günü gerçekleşti. “Kara Salı” olarak tarihe geçen o gün, 1929 fiyatlarıyla 4.2 milyar dolarlık bir zarar doğdu. Kısa bir süre içinde 4000 civarında banka iflas etti.
1920lerden beri tasarruflarını yükselen borsada değerlendiren insanlar, borsanın çöküşüyle birlikte bu süreçte tüm maddi varlığını kaybetti ve işsiz kaldı. Dev sanayi firmalarının tek tek iflas etmesinin ardından insanlar hayatlarını idame ettirebilmek için tarıma yöneldiler. Aşırı oranda değer kaybeden para nedeniyle alış verişlerde para yerine takas sistemi kullanılmaya başlandı.
Devletin başlangıçta hiçbir şekilde krize müdahale etmeyişi, yaşanan krizi derinleştirmiş, tarihin gördüğü en büyük ekonomik kriz Amerika’yı silindir gibi ezip geçmişti. Sokaklar evsiz ve aç olan onlarca insanla dolmuş, açlık ve sefalet ülkenin dört bir yanını tümüyle etkisi altına almıştı.
Amerika’da yaşanan ekonomik kriz kısa sürede Avrupa’da ve Türkiye’de de etkisini gösterecekti. Ekonomisini yeni yeni toparlamaya çalışan Türkiye 1929 Büyük Buhranının etkisiyle, yeni bir kalkınma planlamasına geçiş yapacaktı.
Önemli ölçüde Sovyetler Birliği`nin makine, araç-gereç ve teknik yardım desteği ile tasarlanmış ve yürütülmüştür. Dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün 1932 yılı Mayıs ayında proje için Sovyetlere gitmiş, aynı yılın yaz aylarında Sovyet teknik uzmanları Türkiye`ye gelmişler, öngörülen yatırımlar için çeşitli bölgelerde incelemeler yapmışlar ve aynı yıl sonunda raporlarını tamamlamışlardır.
2 senelik inceleme ve raporlamanın sonunda 17 Nisan 1934’te yürürlüğe giren Beş Yıllık Kalkınma Planlamasına göre ham maddesi Türkiye’de bulunan ürünlerin fabrikaları Anadolu’nun farklı bölgelerinde devlet eliyle kurulacak ve işletilecekti. Çeşitli illerde kurulan iplik, dokuma, kağıt, gülyağı, şeker, suni ipek ve demir fabrikalarında ülkenin tüketim ihtiyacı göz önüne alınarak hareket edilecekti. Bu plana birlikte hem halka iş imkanı yaratılacak, hem tarımdaki ürünlerin fabrikalarda işletilerek, ülke yerli sanayisini kuracaktı.
Beklenen verimin alındığı I. Beş Yıllık Kalkınma Planlamasından sonra 1939 yılında enerji kaynaklarının merkeze alındığı II. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanacak ancak II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte plan uygulamaya dökülemeyecekti.
Türkiye II. Dünya Savaşı’nın yoğun baskısını her şekilde hissedecekti. Seferberlik ilanı sonrası ekonomideki sorunlarla başa çıkamayan tek parti hükümeti sorunu halkın üzerine ağır vergiler yükleyerek çözmeye çalışacaktı. Halk bu baskı ve yoksulluğun faturasını yıllar sonra kurulacak sandıkta İnönü ve arkadaşlarına kesecekti.
Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla birlikte Türkiye’de her anlamda bir değişim rüzgarı yaşanacak, bu değişim rüzgarı kendisini ekonomide de hissettirecekti. Tek parti döneminin katı devletçi politikalarını gevşeten Adnan Menderes’li Demokratlar ülkeyi baştan aşağı bir şantiyeye çevirecek ülkede boydan boya yollar, barajlar, tarım sulama alanları yapılmaya başlanacaktı.
Demokrat Parti iktidarına başlangıçta Batı’nın verdiği maddi destek bir süre sonra kesilmeye başlayacaktı. 1957 seçimleri sonrası ülke ekonomisinde başlayan krizin çözümü için kredi isteğini reddeden, Amerika’ya karşı Menderes yıllar önce Sovyet desteğiyle hayata geçirilen Kalkınma Planlamalarının benzerlerini hayata geçirme isteğini belli etti. Ancak kısa bir süre sonra devrilen Adnan Menderes’in ömrü böyle bir planı hayata geçirmeye vefa etmedi…
Kıbrıs Çıkarması ve Ekonomik Ambargo
27 Mayıs sonrası askeri vesayetin gölgesinde geçen yıllarda Türkiye ekonomik olarak pek parlak durumda değildi. I. Koalisyonlar döneminin Adalet Partisinin iktidara gelişiyle son bulmasının ardından ekonomide rahat bir nefes alan ülke, AP iktidarının ilk yıllarında planlanan ekonomik büyüme rakamlarına ulaşabiliyordu. Ancak sosyal çalkantıların, sokak olaylarının ve askeri vesayetin yoğun bir şekilde baskı altına aldığı iktidarın ekonomide yürüttüğü başarılı politika kısa sürecek ve 1969’da ülke bir ekonomik krizle karşılacak, 1 Amerikan doları 15 Türk lirası olacaktı.
Yaşanan ekonomik krize rağmen 1969’da tekrar tek başına iktidar olan Adalet Partisi 1971 yılında muhtırayla devrilecek ve ülke 1973 seçimlerine kadar geçen 2 senede askerlerin denetimindeki sıkıyönetimde teknokrat hükümetlerle idare edilecekti.
73 seçimleriyle birlikte CHP’nin genç genel başkanı Bülent Ecevit 1. Parti olarak girdiği mecliste Erbakan’ın MSP’siyle birlikte tarihe karpuz hükümeti olarak geçecek CHP-MSP koalisyonunu kuracaktı. Tam bu dönemde Kıbrıs’ta Türklere karşı uygulanan katliamlarının sonunda Türkiye 1959 Londra anlaşmasının kendisine verdiği garantörlük yetkisine dayanarak Ada’ya çıkarma yapacaktı.
Türkiye’nin Kıbrıs’a yaptığı çıkarma dünya kamuoyunun gündemine oturacaktı. Türk müdahalesine karşı çıkan Batı’nın başlattığı üstü örtülü ambargoysa ülkede büyük çapta bir krize dönüşecekti.
1974’te petrol fiyatlarının patlayarak 4 katına çıkması Türkiye ekonomisini olumsuz etkilemişti. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte batılı ülkelerin üstü örtülü ekonomik ambargosu başladı. Bütün dünya petrol tasarrufuna yönelirken Türkiye petrole sübvansiyon vererek tüketimi patlattı. Dış ticaret açığı 769 milyon dolardan 2.3 milyar dolara fırladı. Bütçe 303 milyon dolar açık verdi.
Dış Ticaret Açığı 769 milyon dolardan 2,3 milyar dolara fırlamıştı. Bu olumsuz faktörler nedeniyle turizm gelirleri de azaldı. Türkiye’nin bütçe açığı rekor büyümeyle 303 milyon dolar oldu. Türkiye Ekonomik Krize girmişti. Hükümet bir döviz darboğazına girdi. Bu darboğazı aşmak için dışarıdan yüksek faizli borçlar alındı. Bu borçların alınması teşvik edildi.
1974 krizi 1980’ler boyunca kendini zaman zaman hissettirecek, daha sonra gelen hükümetlerin hiçbiri tam anlamıyla buna çözüm bulamayacaktı. Günü kurtarmaya yönelik yapılan hamleler ülkedeki ekonomik darboğazı daha da derinleştirecekti. 1980 yılına gelindiğinde ülkede artan anarşi ve yoksulluğa cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte siyasi istikrarsızlığın ne denli içinden çıkılmaz bir hale geldiğinin görülmesi de eklendi. Ülkede gaz, şeker, ekmek kuyrukları alıp başını giderken, karaborsacılık her geçen gün artıyordu. Kendi aralarındaki rekabetin içinde kaybolan siyasiler yaklaşan sonu görmüyor, belki de görmek istemiyor, ülke son sürat giden bir tren gibi uçuruma doğru hızla yaklaşıyordu.
1980 Krizi, 24 Ocak Kararları ve Türk Ekonomisinde ÖZAL’lı Yıllar
OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarını %150 artırması ekonomiyi tümden yıktı. OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 ve 1980’de ikinci kez yüzde 150 oranında artırdı. Bu şok Türkiye’de işsizliği yüzde 20’lere fırlattı. Enflasyon yüzde 63.9’a yükseldi. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düştü. Benzin, tüp, ampul bulunamıyordu.
Hükümet ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için 24 Ocak Ekonomik İstikrar Tedbirleri, bilinen adıyla “24 Ocak Kararları”nı yürürlüğe koydu. Bu tedbir paketi genel itibariyle devletin ekonomiye müdahalesinin asgariye indirilmesini, rekabeti engelleyici müdahalelerin önlenmesini ve ekonominin uluslararası piyasalarla bütünleşmesini amaçlıyordu. Buna göre Enflasyon aşağıya indirilecek, dış ticaret açığı ihracat artırılarak kapatılacak, büyüme hızı yükseltilecek ve piyasa ekonomisine önem verilecekti.
24 Ocak kararları belli ölçüde etkisini göstermeye başlayınca, tedbir paketini hazırlayan Turgut Özal, 12 Eylül darbesi sonrası kurulacak hükümette Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak ekonominin başına getirilecekti.
24 Ocak kararlarında amaçladığı ülkeyi dış dünyaya açarak serbest piyasaya geçişi sağlamayı amaçlayan Turgut Özal 1983 seçimleri sonrası Başbakan olduktan sonra da bu kararları ana ölçüde yürütmeye devam etti.
Başbakan olduktan sonra ülkenin kabuğunu kıracak Turgut Özal başlangıçta IMF ile Stand-By anlaşması imzaladı. Anlaşmaya göre, ihracata teşvik verilecek, kamu harcamaları kısılacak, TL yüksek oranda devalüe edilecekti. Bütçe açığı kısılacak, yabancı sermaye girişi sağlanacak, KİT’lere ürünlerine zam yetkisi verilecekti. Bu uygulamalar sonucunda ihracatın GSMH’deki payı %11’e çıkartılmıştır. Enflasyon aşağı çekilmiş, siyasetteki rahatlamayla beraber ülkede bir rahatlık meydana gelmiştir.
Özal ülkenin kendi içine kapanık halinden kurtulması yolunda önemli adımlar atacaktı. 1987 referandumuyla ülke siyasetinin ağır topları Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’in yasakları kalktı ve ANAP iktidarının sallanmasıyla Özal tek başına iktidarı mevcut koşullarda alamayacağını bildiği için Köşk’e çıkmak zorunda kaldı. Özal’ın olmadığı ANAP’sa Demirel, Erbakan, Türkeş gibi sağ siyasetin kurtlarına karşı çok fazla direnemeden 1991 seçimlerinde iktidarı devretti. 1991 seçimleriyle birlikte ülke bir kez daha koalisyonlar ve krizler dönemine giriyordu…
5 Nisan Krizi
Turgut Özal’la atılım yapan ülke ekonomisinin bu durumu pek uzun sürmedi. III. Koalisyonlar döneminin başlamasıyla birlikte ülkenin makus talihi bir defa daha tekerrür ediyordu. Özal’ın ani ölümü sonrası Cumhurbaşkanlığına Süleyman Demirel’in çıkmasıyla, ülke tarihinin ilk kadın Başbakanı olarak Tansu Çiller siyasetin iki numarası olacaktı.
Erdal İnönü’yle kısa bir koalisyon ortaklığı yaptıktan sonra, Çiller’e koalisyon yapacak yeni partner ise SHP’nin genç genel başkanı Murat Karayalçın olacaktı. Siyasette yeteri kadar tecrübe sahibi olmayan iki ismin ortaklığında yürüyen DYP-SHP ittifakı 1994 yılında büyük bir ekonomik krizle yüzleşmek zorunda kalacaktı.
Ülke ekonomisindeki kötü gidişi durdurmaya yönelik 5 nisan 1994’te hükümet dengeleri yeniden kurmak amacıyla yeni kararlılık önlemleri paketini ilan etti. Dövize olan akını kesmek ve kısa dönemli kamu borçlarını ödeyebilmek için mayıs 1994 tarihinde %400 faizli borçlanma kağıtlarını piyasaya sürmek zorunda kaldı. Dengeleri düzeltmeden yapay yolla faiz oranlarını düşürme çabası faiz oranlarında çok daha yüksek oranda bir sıçramaya neden olacaktı.
Koalisyon ortağı Tansu Çiller önlemleri tek tek açıklarken yanında bulunan Başbakan Yardımcısı Karayalçın birçok fabrikanın özelleştirilmesini toplantı sırasında öğreniyordu. Çiller önlemleri sıraladıkça, Murat Karayalçın’ın yaşadığı şaşkınlık yüzünden okunuyordu.
Krizin sonunda ücretlerin düşürülmesi, işsizlikte büyük bir artışa sebep olmuş, dolarda yapılan devalüasyonla birçok esnaf batmıştır. Ülkede üç basamaklı enflasyon dönemi açılmış ve ekonomik bunalım 90’lar boyunca bir şekilde devam etmiştir.
Son Çöküş; 2001 Krizi
90’lar her anlamıyla istikrarsızlık yılları olmuş, ülke bu dönemde en karanlık yıllarını yaşamıştı. 2000lere doğru giderken ekonomik olarak zaten kötü durumda olan ülke 98 Asya krizi ve 99 Rusya krizinden de nasibini alacaktı. Ülkedeki Uzakdoğulu şirketlerin bir bir ülkeyi terk etmesi ekonomiyi kötü yönde etkilemişti. Rusya’daki krizse ülkenin en önemli gelir kalemlerinden biri olan turizm sektörünü vuracaktı. 1999’un Ağustos ayında yaşanan depremse ülkenin can damarı olarak görülen Marmara bölgesini vuracak, zaten kötü olan durumu iyice içinden çıkılamayacak noktaya götürecekti. Siyasetteki durumun pek parlak olmadığı, 28 Şubat vesayetinin ülkenin tepesine çöktüğü yıllarda Türkiye içinde bulunduğu durumdan çıkışı yine bir dibe vurmuşlukta bulacaktı.
Kasım 2000’de başlayan ekonomik krizi 7.5 milyar dolarlık IMF ek kredisiyle bir şekilde püskürten Türkiye kısa süre geçmeden büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacaktı. MGK toplantısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlatmasıyla ortaya çıkan siyasi kriz, derinlerde bekleyen ekonomik krizi tetikleyecekti.
Başbakan Bülent Ecevit’in MGK’da yaşananları açıklaması üzerine 21 Şubat günü borsa yerle bir oldu. Yerli parayı savunmak için gecelik faizlerin astronomik oranlara yükselmesine rağmen, yerleşiklerin yoğun döviz talebi nedeniyle Merkez Bankası’nın 5 milyar dolarlık döviz satışıyla sonuçlandı. Kamu bankalarının likidite ihtiyacının karşılanamaması, ödemeler sistemini kilitleyecek boyutlara ulaşmıştı.
Banka sistemindeki büyük çöküşü önlemek için TL’nin yabancı para birimleri karşısındaki değeri dalgalanmaya bırakıldı. Bir gün önce 670 bin TL olan dolar 1 milyonu aştı. Bunun sonucunda yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca 21 Şubat’ta bankalar arası para piyasasında gecelik faiz %6200’e kadar çıktı. Yapılan bu örtülü devalüasyon ile TL’nin değeri %40 civarında düştü. Devletin borcu da 29 katrilyon TL arttı.
Siyasal istikrarsızlıkla yıllardır boğuşan Türkiye uzun yıllardır devam eden istikrarsızlığın bedelini yine ağır ödeyecekti. İşini ve tüm malvarlığını kaybeden yüz binlerce insanın olduğu ülkede intihar vakaları artıyor ve ülkenin sosyal yapısı büyük bir çöküş yaşıyordu. Kasım 2000 ve Şubat 2001 yılında yaşanan ekonomik krizlerle ülkede birçok insanın hayatı kararacak, yoksulluk her tarafı saracaktı. Siyasilerin kendi arasında yaşadığı anlaşmazlıkla tüm bu dibe vurmuşluğun bedelini ödeyen halk faturayı 3 Kasım 2002 seçimlerinde daha önce mecliste yer alıp, bu durumda sorumluluğu olan partilere kesecekti.
Türkiye III. Koalisyonlar döneminin bedelini de çok ağır bir şekilde ödeyecek, 3 Kasım seçimleriyle birlikte Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde tek başına iktidara gelen AK Parti gerek ülke siyasetinde, gerek ülke ekonomisinde, gerek sosyal yapıda çok köklü reformlarla ülkeyi devraldığı karanlık yıllardan, çok daha aydınlık ve umut dolu yıllara taşıyacaktı.
Gençöncüler- Tunahan Elmas