“Hiçbir zaman fidye ödemedik”

Olaylar
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Musul’da alıkonulan Türk vatandaşların kurtarılmasına ilişkin, “Buraya kolay şeyle gelmedik. Kimse kolaycı, sihirli kelime etrafında veya yöntemin etrafında düşün...
EMOJİLE

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Musul’da alıkonulan Türk vatandaşların kurtarılmasına ilişkin, “Buraya kolay şeyle gelmedik. Kimse kolaycı, sihirli kelime etrafında veya yöntemin etrafında düşünmesin, oraya yönelmesin diye, söylüyorum, gün be gün işleyen, nakış gibi örülen ve psikolojik kontrol yönetmeye dönük strateji uyguladık” dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, NTV-Star ortak canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Davutoğlu, Musul’da alıkonulan Türk vatandaşlarının Türkiye’ye getirilmesine ilişkin öne sürülen takas meselesiyle ilgili soru üzerine, “Bu tür süreçler son derece kritik süreçler. 11 Haziran’dan bu yana sadece orada bulunan, Musul’da kalan görevlilerimiz, vatandaşlarımız değil, hepimiz son derece kritik bir sınavdan geçtik aslında” diye konuştu.

“Bu, bizim ilk sınavımız değil, devlet olarak” diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Ben, Dışişleri Bakanılığına geldikten sonra bununla birlikte 200’ü aşkın vatandaşımızı değişik şartlardan kurtardık. Herbirinin özel şartları var. O şartları doğru değerlendiremezseniz bir kayıpla karşılaşırsınız, çok gereksiz bir adımla kendi vatandaşlarınızın güvenliğini riske edersiniz. Elhamdülillah, şu ana kadar 200’ü aşkın vatandaşımızı çok zor şartlardan kurtardık. Kimisi Afganistan’da, kimisi Irak’ta, kimisi Suriye’de, kimisi Lübnan’da, kimisi Somali’de, değişik yerlerde, tereyağından kıl çeker gibi tabiri caizse aldık. Bu konuda bir kere herkesin, bu yöntemin daha çok bu meselenin bizatihi kendisi üzerinde durulması lazım.”

“Birçok ülkenin vatandaşı, bu süreçlerde ciddi kayıplar yaşamışken, hepimizi de insan olarak üzen görüntüler ortaya çıkmışken, eğer Türkiye Cumhuriyeti devleti 49’u görevli, 46 vatandaşı, 3’ü Irakta kaldı yerel görevli olduğu için, kurtarabilmiş, bu şartlarda ülkemize getirilmişse bunun sevincini herkes yaşamalı” ifadesini kullanan Davutoğlu, şöyle konuştu:

“Bu sadece, bu sürece doğrudan katkıda bulanan görevlilerimizin, yani güvenlik görevlilerimizin, istihbarat görevlilerimizin, süreci yöneten bizlerin başarısı değil aslında, bütün Türkiye’nin başarısıdır. Bugün yurt dışından bakanlar, 2 gün öncesine göre, Türkiye’yi her zaman itibarlı gördüler ama daha güçlü, daha itibarlı ülke olarak görüyorlar. Çünkü bu şartlarda vatandaşını alabilen her ülke ve her ülkenin tek tek bireyi kazanır. Bir kere bunu tespit etmek lazım.”

“Hiçbir zaman fidye ödemedik”

Davutoğlu, daha önce de Türk pilotlarının Lübnan’dan, gazetecilerin Suriye’den, işçilerin Libya’dan kurtarılmasını anımsatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tüm bunlara baktığımızda, bunların hemen hemen tümünün içinde bulunduk. Önemli bir kısmında yöneten biri olarak söylüyorum, dikkatsiz sarf edilen söz, dikkatsiz yönetilen süreç, sonunda sadece vatandaşların kaybına değil aynı zamanda ülkenin itibarının kaybına yol açıyor. Birçok ülke vatandaşının bulunduğu yerlerden alınmasına yardımcı olduk. Bunun da onlarca örneğini verebilirim. Burada sır ne, neye dikkat etmek gerekiyor? Her bir olayın kendi içinde, mantığı olduğunu görmek gerekiyor. Bir yerde uyguladığınız yöntem, diğer bir yerde geçerli olmayabilir. Mesela biz, prensip olarak hiçbir zaman fidye ödemedik. Çünkü fidye ödemeniz bir sonraki kaçırmaların zeminini teşkil ediyor. Herkes o zaman Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, kaçırıldığı zaman para kazanılacak bir şey gibi bakmaya başlıyor. Birini kurtarırken çok sayıda vatandaşı riske edebiliyorsunuz.”

“Bu olaylarda geçerli olan psikolojilerin yönetimi”

Kaçırılan kişilerin kurtarılmasında kullandıkları yöntemin psikoloji yönetimi olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şunları söyledi:

“Bütün bu olaylarda geçerli olan, orada uyguladığımız, psikolojilerin yönetimi. Yani onu kaçıran kişilerin psikolojisini yönetmek sizin işiniz. Kaçırılmış vatandaşlarınızın psikolojilerini ve çevrede olan unsurların psikolojilerini de. Eğer bunu yönetemezseniz hangi yöntemi uygularsanız uygulayın başarısız olursunuz. Benim eğer bir gün akademik hayata dönmem biraz hayal oldu da ve yazsam, bu tür durumlarda nasıl davranılır diye sorsan, birincisi psikoloji yönetimi. Geride kalan ailelerin psikolojilerini yöneteceksiniz. Karar sürecinde olanların psikolojilerini yöneteceksiniz. Orada kurtarma operasyonuna gönderdiğiniz elamanların psikolojisini yöneteceksiniz. Oradaki bu durumda rehinelerimizle sürekli temas halinde olduğumuz için Öztürk Bey ile ve diğerleriyle onların psikolojilerini yöneteceksiniz. Onları kaçıranların, müzakere dolaylı müzakere yöntemiyle psikolojilerini yöneteceksiniz.”

Musul’da alıkonulan Türk vatandaşları için ilk başta “Rehine” ifadesini kullanmadıklarını anımsatan Davutoğlu, “Ta ki rehine muamelesi yapılana kadar. Neden? Rehine dediğiniz anda bir pazarlığın başlaması gerekir. Şu 3 aylık dönem, o kadar farklı aşamalardan geçti ki yani ayrı ayrı psikolojiden devam etti. Bir, vatandaşlarımızın rehine psikolojilerine girmelerini istemedik. Sonra onu kaçıranların şu mesajı almalarını istedik; ‘siz onlara rehine muamelesini yaparsanız biz de size başka türlü muamele yaparız.’ Bu algı yerleşti. Uzun bir süre kaçıranlar, orada tutanlar, Türkiye düşmanı olmadıklarını, bu rehinelere bir şey yapmayacaklarını söylemek durumunda kaldılar. Neden? Çünkü şunu da biliyorduk, Musul halkı büyük çoğunluğuyla Türkiye’ye müzahir halktır. Orada yaşayan insanlar, orada bulunan sıradan bir Musullu, normal şartlarda Türklere zarar vermeyi düşünmez. Geçmişte onların haklarını koruduğumuzu bilir. Tarihi bağları bilir” dedi.

Davutoğlu, Musul’da, IŞİD’de bulunmamış ancak savaş esnasında şu veya bu şekilde bir tür eylem içinde olmuş, hem ABD işgali hem daha sonra Maliki politikalarına karşı tepki göstermiş geniş bir kesim olduğuna işaret ederek,  “Bunların bir kısmını geçmişte siyasi sürece sokmak için bizzat ben 2005, 2006 yıllarında daha o zaman başdanışmanken ikna etmek istedik, artık siyasi sürece girin, Şii, Sünni ilişkileri normal seyre otursun diye. 2006 mezhep çatışmaları esnasında ve hatırlayacaksınız birçok kurumu o zaman soktuk” diye konuştu.

Musul’daki Türk vatandaşlarının Türkiye’ye getirilmesi sürecinde, MİT Müsteşarının, bazen de bizzat kendisinin Türkiye’ye gelen yerel Arap aşiretlerin temsilcileriyle konuştuğunu anlatan Davutoğlu, şunları söyledi:

“Bu iş için Musul’da etkili olabilecek herkes bir şekilde Ankara’ya, İstanbul’a geldi. Bunları artık kamuoyuyla daha rahat paylaşabiliriz. Orada temaslar kurduk, ekiplerimiz oraya gitti. Erbil’de sürekli bulunan timlerimiz oldu. Orada zaten var olan eskinden beri var olan güvenlik timlerinin yanında istihbari olarak bu süreci yöneten timlerimiz oldu. Buraya kolay şeyle gelmedik. Kimse kolaycı, sihirli kelime etrafında veya yöntemin etrafında düşünmesin, oraya yönelmesin diye söylüyorum. Gün be gün işleyen, nakış gibi örülen ve psikolojik kontrol yönetmeye dönük strateji uyguladık. Belli aşamaya kadar, kamyon şoförlerimizin kurtarılmasına kadar bu yöntem belli ölçülerde başarılı oldu.”

“Hani ‘Ortadoğu’ya bulaşmayın’ diyenler var ya…”

Alıkonulan vatandaşların başında nöbetçi gibi bırakılan kişilerin etnik kökeninin, kabile geçmişinin çıkarıldığını dile getiren Davutoğlu, “Kimlerle nasıl akses kurulabilir. Bu, yeni tecrübe de değil. Biz 26 bin vatandaşımızı Libya’dan çıkarırken de yine o süreci yönettiğimde Güney’den, Fizan diye bildiğimiz Güney’den Bingazi’ye kadar gelene kadar her bir aşiretle temas kurmuştuk. Bu, Türkiye gücü. Hani ‘Ortadoğu’ya bulaşmayın’ diyenler varya, aslında böyle bir gücümüzü pozitif yönünde görmekten aciz olanlar. Eğer alanda olmazsanız başınıza bir şey geldiğinde size taraftar olacak, yardımcı olacak kimseyi de bulamazsanız” ifadesini kullandı.

“Irak halkının hiçbir kesimi bizim düşmanımız değil”

“Musul bizim düşmanımız değil, oradaki Sünniler bizim düşmanız değil, Irak halkının hiçbir kesimi bizim düşmanımız değil” diyen Davutoğlu, şöyle konuştu:

“Dolayısıyla geçiçi olarak orada IŞİD var, geldi diye bütün Musul halkını göremezsiniz, aksine Musul’da bizim başkonsolosumuz tek başkonsolosluk olduğu için, tek yabancı misyon olduğu için Musul halkının sevgisini kazanmıştır. Dolayısıyla öncelikle çevre şartlarıyla birlikte birinci hedefimiz vatandaşlarımızı sağ ve salim tutmak. Bununla birlikte ikinci şey bir arada tutmak. Bir arada tutmadığınız zaman her birine ayrı ayrı çaba sarfetmeniz gerekiyor. 8 yer değişti. Her yer değişim esnasında onu takip etmek, her değişime göre çevre şartlarını tekrar kontrol etmek. Şunu da ifade edeyim, Genelkurmay Başkanımız, hepsinin çok ciddi katkıları var. 24 saat en ufak hareketlerini dahi takip ediyorduk. Bir durumda neler yayabileceğimizin planları da yapılıyordu.”

“Elimizden gelse ilk gün alırdık”

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Amerika’nın, herhangi bir ülkenin veya koalisyonun Musul Başkonsolosluğu çalışanlarının Türkiye’ye getirilmesi operasyonuyla alakasının bulunmadığını belirterek, “Elimizden gelseydi ilk gün alırdık, elimizden gelseydi bir ay önce alırdık. Bir an bile onları orada bırakmazdık” dedi. 

Davutoğlu, IŞİD’in Irak, Suriye kanadı olduğunu, Erbil’e dönük ABD operasyonları ve çatışmalar yoğunlaştığı zaman çevre şartlarını kontrol etmekte zorlanmaya başladıklarını söyledi. 

”Bomba isabet ederse, istenilmeyen bir sonuç doğarsa” gibi noktaları hesap etmek gerektiğini anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Bütün bunları gece gündüz düşünmenin ne kadar zor, ne kadar çileli bir şey olduğunu yaşayanlar bilir. Bugün, içimizdeki çoşkunun sebebi, bütün o ızdırabı, çileyi hep beraber yaşadığımız için. Bu rehinelerin ya da ailelerinin yaşadığı bir süreç değil. Bir taraftan da Türkiye’de böyle bir psikoloji yönetiminden bihaber ya da bihaber olmadığı halde sırf bize muhalefet olsun diye iki güne bir rehineleri riske etme pahasına, ‘Süleyman Şah’a pazarlık yapıldı, onunla böyle oldu’ diye sorumsuz yayın yapan bazı basın yayın organları oldu ki çoğu, bütün yayın organlarına müteşekkirim, sorumlu yayın yapan, bu konuda uyarılarımızı, tavsiyelerimizi dinleyen. Ama bunun yanında neredeyse her gün Meclis’te çıkıp bu konuda bizi açıklamaya zorlayanlar oldu. En kritik dönemde gensoru verdiler. Gitmişim genel başkanları bilgilendirmişim, ‘ayrıca Meclis’i bilgilendirsin, açık oturumda bilgilendirsin’ diyor. Neyi konuşacağız açık oturumda, neyi söyleyeceğiz. Bir de bir taraftan siyasi olarak bunları göğüslüyorsunuz.”

“Onların başına en ufak bir şey gelse Türkiye türbülansa girebilir”

“Hükümetin IŞİD ile anlaştığı, çalışanların cumhurbaşkanı seçimi için kaçırıldığı, seçimden önce bırakılacağı, sonra da kongrede Davutoğlu için bırakılacağı” yönünde spekülasyonlar yapıldığını hatırlatan Davutoğlu, şöyle konuştu: 

“Bu, akıl, izan alır bir şey mi. Buna ahlaki vasıflarımız zaten izin vermez de siyaseten de birisi bombalar sürerken o vatandaşları orada tutmanın, bizim kongre ya da seçimi, yüz binde bir bile olmaz ama onlar orada dururken onların başına en ufak bir şey gelse bütün Türkiye türbülansa girebilir, toplumsal psikoloji anlamında söylüyorum. Nihayet onu da kontrol ederdik belki ama bütün bu şeyleri tek tek kontrol edeceksiniz, bu taşları. Sadece siz kontrol etmeyeceksiniz. Siz talimat veriyorsunuz, MİT Müsteşarlığımız yapıyor, ama oraya giden eleman da bu psikolojiyi bilecek, konuşan, temasları sağlayan.”

Davutoğlu, süreçte, din adamlarını, Arap aşiretlerini devreye soktuklarını belirterek, hava bombardımanlarıyla zor şartlar oluşunca konsolosluk çalışanlarının bu kez Irak değil, Suriye üzerinden salıverilmelerine yönelik yöntemler üzerinde durduklarını anlattı. 

“Operasyon için illa kan dökülmesi gerekmez”

Böylesine önemli bir olayda tabirler üzerinden tartışmalar yürütüldüğünü aktaran Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Neredeyse birileri bu vatandaşlarımızın başına bir şey gelmedi diye ağıt yakacak şekilde dün televizyonda gördüm, şu MİT’e operasyon yapanlar kimlerse aynı çevreler, şimdi de yok ‘Davutoğlu temas demiş de Cumhurbaşkanı operasyon demiş.’ Bundan bir şey çıkarmaya çalışıyorlar. Şimdi çok istiyorlarsa ‘operasyon’ diyorum. Operasyon için illa kan dökülmesi falan gerekmez. O gün benim temas demem, sabah 6’ya kadar bir dakika uyumamışız ve ben o şartlarda televizyona açıklamaya çıkıyorum, yine hiç uyumadan Şanlıurfa’ya iniyorum, hiç uyumadan Ankara’ya geliyoruz ve bu şartlarda kelime oyunlarına bakıyorlar. Bu kadar basitlik olur mu? Evet, bu bir operasyondu, eğer tatmin edecekse burada söylüyorum. Diplomaside ‘operasyona başlıyoruz’ dediğimizde bu, bazen bir büyükelçiyi çağırıp nota vermek olabilir. Bazen bir tahliye operasyonu olabilir. Bunların kafası hep polisiye kafa olduğu için, onların hep anladığı operasyon illa kan dökülecek, bu muydu arzuları. Yine de bunları da önemsemiyorum. iki gündür sokaktaki insanların yüzündeki tebessümü, gözlerindeki ışıltıyı görmek bize yetiyor. Büyük bir iş başarıldı. Emeğe geçenlere tekrar tekrar teşekkür ediyorum.”

Konsolosluk personelinin, süreçte onurlu bir şekilde görevlerini yerine getirdiklerini, ailelerin de vakur şekilde beklediğini vurgulayan Davutoğlu, sonunda herkesin bayram yaşadığını dile getirdi. 

“Sadece üçümüzün bildiği…”

Sonuçta önem taşıyanın söz konusu vatandaşların ülkelerine dönmeleri ve ailelerine kavuşmaları olduğuna değinen Davutoğlu, şunları söyledi:

“Şimdiye kadar, demin söylediğim olayların her birinde ayrı yöntem uygulandı. Bunlar belli bir mahremiyet içinde yürütülür, bazı şeyler var ki çok sınırlı bir şey içinde verilir. O gün yürüyen süreçte, sadece Cumhurbaşkanımız, benim ve MİT Müsteşarımızın bildiği hususlar var. Sadece üçümüzün bildiği. Genelkurmay Başkanımızın, silahlı kuvvetlerimizin görevi gereği bildiği zaten güvenlik toplantısında da detaylı olarak ele aldığımız, her türlü planlamaları da içeren konular var. 

Operasyonun neticesi önemli. O kardeşlerimizden birinin bir saç teline zarar geleceğini bilsek biz, bildiğimiz her şeyi unuturuz. Burada bizim için önemli olan en doğru zamanlamayla en doğru araçları kullanarak neticeyi elde etmek. Bunun da hiçbirini zikretmeyiz. Zikrettiğim tek şey var dikkat ederseniz, fidye ödemedik, ödemeyiz. Bu, milli bir operasyondur. Birileri, ‘CIA yardım etti de Türkiye aldı’ diyor. Hayır, alakası yok. Bu zamanlamanın, Amerika’nın veya herhangi bir ülkenin, koalisyonun buradaki operasyonla alakası yok. Elimizden gelseydi ilk gün alırdık, elimizden gelseydi bir ay önce alırdık. Bir an bile onları orada bırakmazdık.”

Davutoğlu, süreçte, konsolosluk çalışanlarını almaya çok yaklaştıkları anlar olduğuna işaret ederek, şunları söyledi:

“Hatta temmuz ayının başıydı. Ramazan öncesinde getirebilmek için Türk Hava Yollarını özel olarak arayıp, ‘iki uçağı hazır tutun her an bir şeye ihtiyaç olabilir’ diye Genel Müdüre söyledim. Ama o gün alamadık. Hareket mobilize edildiğinde yön değiştirdiler. Yani bunların hepsi geçmiş olan hususlar. Birçok kere çok yaklaştık. Her yerle ilgili, sekiz yer için de ayrıca planlamalar yapıldı. Olağanüstü durumda ne yapılır, ne edilir. Bunlar da yapıldı ve iftihar ederek söylüyorum, Dışişleri Bakanı olduğum dönemde, Sayın Başbakanımızın talimatıyla bu koordinasyonu bizzat sağlıyordum. Başbakan olduktan sonra bizzat çözüm süreci ve güvenlik mekanizmalarını kurarak her ikisini de bu konuları da ele aldık. Cumhurbaşkanımıza arz ettiğimiz hususlar da oldu. Ama herhalde cumhuriyet tarihinde istihbarat, diplomasi ve silahlı kuvvetler koordinasyonunun bu kadar etkin olduğu çok az dönem vardır. Bütün kurumlarımıza teşekkür ediyorum. Burada öncü rolü doğası gereği istihbarat teşkilatımız aldı ama diplomasi de silahlı kuvvetler ayağı da son derece etkin şekilde devreye girdi. Diğer ilgili bütün ayaklar devreye girdi. Başka bir senaryoda, belki başka unsurlar öne çıkardı. Ona ihtiyaç kalmadan, yani silahlı kuvvetlerin şeyine ihtiyaç kalmadan çözülmüş olması da aslında en sağlıklı, en az zararla yapılacak bir şeydi, ne gerekiyorsa o yapıldı ve neticeye ulaşıldı. Devlet olmanın gereği her ihtimali göz önüne almaktır. 8 yer için de her yer değişiminde her türlü ihtimal. Nihayette bu tür operasyonlar her zaman risk barındırır. Hep biz böyle bir ihtimale gerek olmadan, sabırla, metanetle çalışmaya önem verdik.”