Julian Assange Hakkında Her Şey

Kişiler
JULİAN ASSANGE HAKKINDA HER ŞEY – 1 Wikileaks kurucusu ve yazı işleri müdürü Julian Assange, röportajlardan çok da hoşlanmayan, dahası günümüzde İngiliz Adalet Bakanlığı tarafından adına uygulan...
EMOJİLE

JULİAN ASSANGE HAKKINDA HER ŞEY – 1

Wikileaks kurucusu ve yazı işleri müdürü Julian Assange, röportajlardan çok da hoşlanmayan, dahası günümüzde İngiliz Adalet Bakanlığı tarafından adına uygulanan seyahat yasağı nedeniyle ulaşılması oldukça güç bir isim. Bugüne kadar kendisiyle yapılan en kapsamlı röportajın ilk kısmı ise birkaç gün önce İsviçreli kuratör ve sanat tarihçisi Hans-Ulrich Obrist tarafından tamamlandı. ‘The Interview Project’ isimli deneysel röportaj projesi kapsamında düzenenlen ve İngilizce aslına buradan ulaşabileceğiniz Julian Assange röportajının birinci bölümüne girişi aşağıda okuyabilirsiniz.

Hans Ulrich Obrist: Her şey nasıl başladı?

Julian Assange: 1970’lerde Avustralya’da büyüdüm. Ebeveynlerim tiyatrolarda çalışıyordu. Bu nedenle çok dolaştık, 50’den fazla kasabada yaşadım ve 37 farklı okulda okudum. Yaşadığım kasabaların çoğu kırsal bölgelerdeydi, o yüzden çocukluğum Tom Sawyer gibi geçti. At bindim, ıssız mağaralara keşif gezintileri yaptım, balık tuttum, dalış yaptım ve motosikletimle gezintilere çıktım. Bu anlamda klasik bir çocukluk yaşadığımı söyleyebiliriz. Ancak farklı olaylar da yaşadım, misal annemin Maralinga’daki İngiliz atom bombası test alanı hakkında bilgi sızdırdığı Adelaide’de yaşarken. Bir gece annem, ben ve kuryemiz Avustralya Federal Polis’i tarafından gözaltına alındık. Polis, anneme gece yarısından sonra böyle işlere kalkışırsa ebeveynlik hakkını yitirebileceğini, bir daha böyle şeyler duymak istemiyorsa da siyasi meselelerden uzak durması gerektiğini söylemişti.

Çocukken oldukça meraklı biriydim, sürekli neyin neden olduğunu çevremdekilere sorar, bilgiyle aramdaki her türlü engeli bertaraf etmeye çalışırdım. Bundan sebep, 15 yaşına geldiğimde ücretli bilgisayar programlarının paylaşılmasını engelleyen şifreleri kırmaya başladım. Daha sonra bu merak hükümetlere ait bilgisayarlardaki bilgileri gizleyen şifreleri kırmaya evrildi. İnternet öncesi dönemde Avustralya oldukça geri kalmış bir yerdi. Entelektüel olarak dünyaya açılma şansına sahip olmak mükemmel bir duyguydu. Genç ve dünyanın geri kalanından çok uzakta yaşayan biri için, henüz 17 yaşında Pentagon’un bilgisayarlarında fink atmak gayet özgürleştirici bir deneyimdi. Ve fakat o dönemde hazırladığım yeraltı dergisinin etrafında toplanan grubumuz bir gün Federal Polis güçlerince basıldı. Büyük bir operasyondu. Buna rağmen dünya hakkında öğrendiğim tüm bu bilgileri diğer insanlarla paylaşmam gerektiğini düşündüm. Buna istinaden de Avustralya’daki internet endüstrisinin ilk örneklerinden birini kurdum. Serbest konuşma özgürlüğünü destekleyen bu İSS (internet servis sağlayıcı) ile birkaç yılımı insanları internetle tanıştırarak geçirdim ve ardından kendime yeni enetelektüel hedefler aramaya başladım.

HUO: Yani eksik bir şeyler mi vardı?

JA: Eksik bir şeyler vardı. Bu da beni şifrelemeyi alışılmışın aksine, insan haklarını korumak için kullanmaya itti. Matematik, fizik ve politik aktivizm üzerine ürettiklerimin sonucu olarak parçalar yerine oturmaya başladı. Ve fark ettim ki yaptıklarımın ve diğer insanların yaptıklarının bir sınırı vardı. Dünyanın gerçekte nasıl işlediğini açıklayabilmek için gereken bilgiye haiz değildik. Tarihin en önemli sütunlarından biri kayıptı. Tarihin üç çeşit formu vardır. Birinci tip bilgi, yaratılışı ve korunması dahil olmak üzere, bir endüstri kolu ya da bir lobi tarafından sübvanse edilir. Misal su pompasının çalışma disiplini ya da çeliğin üretilişi ve diğer alaşımlarda kullanılması vb. Ancak bu bilgi genelgeçer endüstriyel işlemlerin bir parçası olduğu için halihazırda kullanıcısı ve koruyucusu da mevcuttur. Yani bu tür bilgileri saklama işlemi çoktan tamamlanmış vaziyette.

HUO: Bu durum aşikar.

JA: Bu bilgiyi koruyan bir sistem mevcut. Bir diğer bilgi türü ise entelektüel kaydımız. Artık arkasında destek olacak bir ekonomiye sahip değil. Yavaş yavaş yok olabilir. Misal kitapların basımı sona erer, elde olan kopyaların sayısı azalır. Ancak bu oldukça yavaş ilerleyen bir süreç çünkü bu tür bilgileri yok etmek için bilhassa çaba sarfeden birileri yok.

Bir de üçüncü tip bilgi olarak adlandırdığım ve benim ilgi alanıma giren bir bilgi türü var. Birtakım insanların kayıt altına girmesini engellemek için müthiş çaba sarfettiği bir bilgi türü bu. Üçüncü tip bilgi yayınlanmasından önce ya da sonra hasıraltı edilir, sızdırıldığında ise bunu engellemek için teşebbüsler vakit geçmeden başlar. Yani entelektüel tarihimizin ilk iki sütunundan biri ardında büyük bir ekonomiye sahipken diğeri de yok edilme tehdidi altında değil. Bu yüzden çok da ilgimi cezbetmiyorlar. Ancak az önce değindiğim üçüncü sütun tarih boyunca hepimizden gizlendi. Medeni dünyanın anlayış ve anlama üzerine kurulu olduğunu düşünürsek, bu durum anlayışımızın ortasında koca bir delik olduğunu gösterir. Biz adil ve medeni bir dünyadan yanayız. Medeniden kastım ise sanayileşmiş değil, insanların aptalca şeyler yapmadığı, daha akıllıca hareket ettiği bir dünya.

HUO: Bu anlattıkların şu anki konumuna nasıl geldiğini açıkça gösteriyor. Şu anda birçok kişi seni kahramanı olarak gösterirken ben de başlangıçta seni etkileyen, esinlendiğin insanları merak ediyorum.

JA: Takdirimi kazanan çeşitli kahramanca hareketler ya da düşünce sistemleri oldu, ancak entelektüel dayanışma içerisinde olduğum insanlardan bahsetmek daha doğru olur diye düşünüyorum. Werner Heisenberg ve Niels Bohr gibi mesela. Matematikle ilgilenince bunu anlıyorsunuz. Heisenberg ve Bohr’un matematiği doğal felsefenin bir koludur. Kuantum mekaniğini anlamak için bir sistem ya da epistemoloji geliştirdiler. Bu entelektüel silsilenin içerisinde sebep-sonuç üzerine sağlıklı düşünmenin sırları da gizli. Matematik okurken zihninizi her bir entelektüel adımdan geçirmeniz gerekir. Çünkü iyi ispatlar oldukça yaratıcıdır ve bir adımdan diğerine geçebilmek için zihininizin tüm enerjisini kullanmanız gerekir. Tüm zihninizle tek bir düşünceye yoğunlaşmanız elzemdir ve bir süre sonra fark edersiniz ki bu mental düzenleme bir yazarın kitabını yazarkenki hâline çok benzer. Yani mental benzerlik ve dayanışma hissi güçlenir. Kuantum mekaniği ve onun modern evrimi bana değişim ve sebep-sonuç ilişkisini daha sağlıklı anlama yönünde bir teori kazandırdı. Daha sonra bu düşünceyi geri yönlü kullanarak bir başka alana adapte etmekle ilgilendim. Ulaşmak istediğimiz bir son var ve ona ulaşmak için hangi değişikliklerin gerektiğini araştırdım. Bilginin dünya etrafındaki dolaşımının nasıl da birtakım eylemlere sebebiyet verdiğini açıklamak için bu analoji geliştirdim. Eğer ki ulaşılmak istenen nokta daha adil bir dünya ise kendimze sormamız gereken soru da şu: Ne tür eylemler daha adil bir dünya yaratmaya katkıda bulunur? Ne tür bir bilgi akışı bu eylemlere öncülük eder? Ve bu bilgi akışı nereden gelir? Bunları anladıktan sonra ‘sebep-sonuç’un bir yerde başlayıp bir yerde sona ermekten çok bir döngü olduğunu anlarsınız. İşte biz de eylemlerimizle bu amaçlanan sona ulaşmaya çalışıyoruz. Eylemlerimizle dünyayı yeni bir gidişata sürüklüyoruz ve bunu da başlangıç noktamız olarak düşünmekteyiz. Yani kısacası gözlemleme, düşünce ve eylem süreci devam ediyor.

JULİAN ASSANGE HAKKINDA HER ŞEY – 2

İsviçreli kuratör ve sanat tarihçisi Hans-Ulrich Obris’in Wikileaks kurucusu Julian Assange ile gerçekleştirdiği röportajın ikinci bölümü…

HUO: Fen, matematik, kuantum teorisi… Bunların tümü yaptığınız işte mevcut. Wikileaks öncesi eylemlerinize baktığımızda yalnızca Avustralya’nın internetle tanışmasında önemli bir rol oynamanızın yanısıra ilk hacker’lardan biri olduğunuzu da görüyoruz. ‘Underground: Tales of Hacking, Madness and Obsession on the Electronic Frontier’ isimli kitabın ortak yazarısınız. Hacker geçmişinizi merak ediyorum, ayrıca bu kitabı da elbette, zira yayımlandıktan sonra hacker’lık adına yapılan bir çok eylemde temel alınan bir eser oldu.

Juila Assange: Yirmi yaşıma gelene kadar Melbourne’de yaşayan bir bilgisayar korsanıydım. ‘International Subversive’ adında bir yeraltı mecmuası hazırlıyordum. Uluslararası ve gizli bir bilgisayar korsanlığı ekibine dahildik. O dönemde henüz kıtalar internet üzerinde birleşmemişti ancak uluslararası bağlantılar sağlamanın farklı yollarını kullanıyorduk. Yani her ülkenin kendine has interneti mevcuttu, buna rağmen internet dünyası daha o tarihte belirli sistem ve ağlara bölünmüştü.

HUO: ABD’deki The WELL gibi yani.

JA: Evet, onun gibi ya da ABD’deki üniversiteleri birbirine bağlayan ARPANET gibi. Ayrıca x.25 adında, telekomünikasyon şirketlerince yönetilen ve kullanıcıları arasında bankalar ve büyük çapta şirketlerin olduğu bir ağ da vardı. Biz korsanlar zaman zaman bu bilgisayar ağlarının derinliklerinde çalışırken birbirimizle karşılaşıyorduk. Ya da Fransızlara ait olan QSD ya da Almanya’da faaliyet gösteren ALTOS gibi chat ağlarında buluşuyorduk. Ancak çok küçük bir ekipten bahsediyorum. Ülkeler arasında düzenli olarak ve özgürce seyahat edebilen kişi sayısı sadece 20 civarındaydı. Bu ekip gerçekten az kişiden oluşuyordu ve internet faaliyete geçmeden önce de aktifti. Daha sonra internetin faaliyete geçmesiyle oraya kaydık, ancak o da henüz emekleme dönemindeydi ve sadece üniversitelerin araştırma departmanları, ABD’nin askeri taşeronları ve Pentagon’un tekelindeydi. O dönemde internet; bilim insanları, bilgisayar korsanları ve iktidarın bir arada oynadığı bir çocuk parkı gibiydi. Dünyayı daha yakından tanımak ve iktidar anlayışı üzerine kendi felsefesini geliştirmek isteyen biri için oldukça ilgi çekici bir yerdi. Nihayetinde telefonlarımız dinlendi ve düzenlenen baskınlar sonucunda yaklaşık 6 yıl süren yasal bir süreç başladı. Kitapta anlatılan benim davam, ancak dünya çapındaki tüm bilgisayar korsanlarını temsil edebilmek adına oradaki rolümü bilhassa küçülttüm.

HUO: Bu durum aynı bölgede faaliyet gösteren farklı grupları da bir araya getirdi, değil mi? Ayrıca o zamanlar ahlaklı bir hacker olarak tanınıyordun.

JA: Evet, zaten bence o dönemdeki bilgisayar korsanlarının büyük çoğunluğu öyleydi, çünkü bu işin en iyileri arasında ahlaklı olmak bir standarttı. Şunu unutmamak gerekir ki bizler entelektüel bir cepheydik ve aramızda çok genç isimler de vardı. Gençlere mental adaptasyonu sağlayabilmek için ihtiyacımız vardı. Entelektüel bir cephe olduğumuz için ekibimizde, resmi kurumlarda eğitim almamış olsalar da, oldukça zeki insanlar vardı.

HUO: ABD ile, yani Stewart Brand, Bruce Sterling ya da Kevin Kelly gibi The WELL’in bilinen isimleriyle bir bağlantınız var mıydı?

JA: Yok denecek kadar azdı. The Well ABD’deki belli başlı bilgisayar korsanlığı ekiplerini etkiledi ancak biz epey yeraltı bir camiaydık. Bu yüzden bağlantılarımız hiçbir zaman afişe olmadı ve biz de bununla her daim gurur duyduk. Bizi tanıyanlar bizden bahsetmedi, bizden bahsedenler ise bizi tanımıyordu. ABD’de az sayıdaki bazı bilgisayar korsanları konferanslara dahi katılıyor ancak bu işi ciddi olarak yapanlar, risk faktöründen ötürü hiçbir zaman ortalıkta görünmedi, ta ki tutuklanana kadar. İşin başlangıcı forum gibi yerlerdi, ABD’deki P-80 veya Avustralya’daki Pacific Island gibi gizli bölümleri de olan mesaj panoları. Ancak belli bir aşamaya geçtikten sonra geniş çevrelerce bilinmeyen, yeraltı forumları kullandık. Ayrıca ALTOS gibi x.25 ağlarını da kullandık. ALTOS çoklu sohbet ortamı sağlayan ilk değilse bile, ilk ağlardan biriydi fakat kullanmak için x.25 hesabınız olması gerekirdi. Bazı banka ve telekomünikasyon şirketi çalışanları bu hesaba sahipti, ancak gençlerin o ağa girmek için sadece iki şansı vardı: Ya iyi bir bilgisayar korsanı olmalıydınız ya da babanız büyük bir telekomünikasyon şirketinde çalışıyor olmalıydı.

HUO: e-flux’un bir önceki sayısında anarşizm tarihi ve korsanlığı Hakim Bey ile uzun uzun tartıştım. Ki o da bir anarşist olarak hiçbir zaman demokrasi aşığı olmadığını, ve demokrasinin anarşistlere cazip gelecek olan tek formunun doğrudan demokrasi olduğundan bahsetti. Bilgisayar korsanlığı yaptığın günlerde sen de anarşist fikirlerden etkilendin mi?

JA: Şahsen etkilenmedim. Pierre Joseph Prudhon ve Peter Kropotkin isimleri etrafında dönen anarşist düşünce geleneği hayat görüşümün bir parçası olmadı. Benim etkilendiğim siyasi figürler Alekasndr Solzhenitsyn, The God That Failed isimli kitaptaki anti-Stalinist karakter ve Kara Panterler’e kadar uzanan radikal Amerikan oluşumlarıdır.

HUO: Özgürlük hareketleri yani.

JA: Evet, çeşitli özgürlük hareketleri ancak entelektüel içeriklerinden ziyade coşkulu tarzları ve güçlü iradeleri beni etkiledi. Bu geleneğin 1994’te zirve yapan Cypherpunks gibi daha sonra yaptığım işlerde de etkileri oldu. Cypherpunks ismi Cyberpunks ile ilgili bir kelime oyunu, Cyberpunk gerçek bilgisayar korsanları tarafından daima saçmalık olarak değelendirilmiştir. Nihayetinde Cyberpunks gibi yaşayan bizdik ama bunun hakkında sürekli konuşan ve sanatsal yakıştırmaları yapan başkalarıydı. Bu konudaki eli yüzü düzgün kitapları anlayışımızın tanıtımı için faydalı gördük ancak elbette birçok elitist ve marjinal grup gibi biz de davamızı popülerleştirme çabalarından nefret ediyorduk. Cypherpunks California, Avrupa ve Avustralya’da yaşayan kişilerden mütevellit bir oluşumdu. Kriptografiyi kullanarak bireyler ve devlet arasındaki ilişkinin doğasını değiştirebileceğimizi gördük. Tam anlamıyla özgürlükçü bir politik geleneğe sahip olduğumuzu söyleyemem ancak soyut anlamda düşünebilen kişilerle birlikte bu düşünceleri gerçeğe dönüştürmek için çabaladık. Aramızda yüksek matematikten, kriptografiden, mühendislik ve fizikten anlamanın yanısıra siyasetle de ilgilenen bir sürü isim vardı. Bu isimler birey ve devlet arasındaki ilişkinin değişmesini ve devlet tarafından suistimal edilen gücün, bir şekilde bireyler tarafından kontrol altında tutulmasını savunuyordu.

HUO: Wikileaks’in de temeli bu mu?

JA: Hem evet hem de hayır. Wikileaks’in bir parçası hâline gelmesine rağmen, Cypherpunks’ı oluşturan düşüncelerle alakası olmayan bir çok entelektüel katman mevcut. Fakat matematik ve bilgisayar programcılığını hükümetin iktidarı üzerinde bir kontrol mekanizması olarak kullanmak Cypherpunk hareketiyle ortak değerimizdir.

Kaynak: www.yenimedyaduzeni.com