Katilin sırra kadem bastığı ya da biz bilsek bile takipçilerinin hiç bir şekilde katili tepeleyemediği ‘kusursuz’ cinayet vakaları özellikle polisiye edebiyatın ve sinemanın en sevdiği motiflerden.
Teknoloji ve bilim ilerledikçe deneyimli ya da potansiyel katiller gerçek hayatta da daha yaratıcı silahlar ve yöntemler elbette geliştirdi, ama becerileri henüz kurgulanmış muadillerinin becerilerine ulaşamadı. Çünkü çoğu katil, onu kolayca ele verebilecek çok basit ipuçlarından tamamen habersizdir.
Peki edebiyatta yazarın kolayca kaçmasına izin verdiği bu ‘süper zeki’ katiller, gerçek hayatta olur mu? Gerçek dünyada ‘kusursuz’ cinayet işlemek ve katilin paçayı kurtarması mümkün mü?
YATIŞ AÇISI BİLE BİR İPUCU
Bir cinayete kaza süsü vermeye çalışmak en eski yöntemlerden. Ancak bir patolojist maktulun bedenini incelerken sadece ölüm nedenini araştırmıyor. Kurbanı öldürdüğü söylenen şey her neyse, ona ait büyük küçük tüm verileri de doğrulamaya çalışıyor, bunlara kendi bulduğu verileri ekliyor. Örneğin olası bir mücadele esnasında maktulun bedeninde kalmış olabilecek ezikler, tırnak izleri, maktulun tırnaklarının içinde katilin deri konusundan parçacıklar, başkasına ait taze salya, kan vs. pek ala olayın kaza değil cinayet olduğunu ele verebiliyor.
Elbette bunlar, katilin o esnada düşünebileceği şeyler değil. Silahlı saldırı ile öldürülmüş birinin bedenine kurşunun hangi açıdan, ne kadar hızla, ne kadar mesafeden, birkaç kurşun sözkonusuysa, ne kadar aralıklarla girdiği kolayca tespit edilebiliyor. Üstelik bunlar basit şeyler ama yine de cinayet anında pek az katilin aklına tırnakların içini temizlemek, kendi saçlarından dökülen kepeği toplamak, eldivenle su içtiği bardaktan salyasını temizlemek geliyor. Bir mikron deri ya da salya, DNA testi yardımıyla pek çok durumda katilin neredeyse tüm profilini ortaya çıkarıyor.
Katil kurbanını öldürdüğü anda örneğin hipostasisin konumunu ayarlamak şöyle dursun, ne olduğunu bile bilmez. Öldürür, cesetten kurtulur ve kaçar. Halbuki hipostasis çok önemli bir ipucudur; birisi öldüğünde kan basıncı düşer ve bedendeki kanın önemli bir bölümü yerçekimi marifetiyle bedenin yere yakın kısmında toplanır. Bu da ölüm anında bedenin pozisyonunu, cesedin bulunan yerde öldürülüp öldürülmemiş olduğunu belli eder. Ceset bulunduğunda sağ yanına yatıyor ama hipostasis sol yanında toplanmış ise maktulun taşındığı ortaya çıkar.
Ayrıca cesedin yerle temas ettiği tarafında üstüne yapışmış bulunan toprak ve tozlar, mikroskobik farklılıklar gösteren bileşenler olduğu için cinayetin işlendiği mekan da anlaşılabiliyor. Zira kırsal kesim bile olsa toprak bileşenleri incelenerek cinayet yerinin neresi olabileceği aşağı yukarı tespit edilebiliyor.
DELİLLER YOK OLMUYOR
Polisiye romanlarda rastladığımız, delilleri asitle yoketme fantezisi de pek doğru sayılmaz. Çünkü plastik ve yağ türevleri başta olmak üzere pek çok bileşik asitte erimez. DNA testi ile kolayca tespit edilebilen maktul özellikleri, bu dış delillerin yardımıyla birleşince neredeyse ortaya maktulun mesleğini bile belli eden sonuçlar çıkabiliyor.
Katilin kim olduğunun tespitinde en zorlanılan cinayet silahlarından biri zehir. Zira kurban yaşama gözlerini yumduğu anda katili kilometrelerce uzaktaki akrabasının evine çoktan varmış olabilir.
Gerçek hayatta rastlanan en son ‘ileri teknoloji’ zehirleme vakası, gizli bilgileri Batı istihbaratı ile paylaşan eski KGB elemanı Alexander Litvinenko‘nun zehirlenerek öldürülmesiydi. Zehirin tespiti günler aldı çünkü polonyum-210 ilk kez bu şekilde kullanılıyordu.
Ancak katilin bilmediği ya da atladığı şey, polonyum-210’un da pek ala onu ele verebileceğiydi. Bu maddenin bıraktığı alfa radyasyonu, çok küçük miktarlarda da olsa tespit edilebiliyor ve katilin izi bu şekilde sürülebiliyor; ne zaman maktulun yanında olabileceği, ne zaman ayrıldığı, yiyeceği ya da içeceğine maddeyi ne zaman ve ne miktarda koyduğu, hangi kapıdan girip nereden çıktığı, arabasını nereye ve ne zaman parkettiği, oradan ne zaman ayrıldığı, ya da metroya hangi istasyondan ne zaman bindiği gibi pek çok şaşırtıcı veri buradan bulunabiliyor.
Kısacası polisiye edebiyattaki o ‘kusursuz’ cinayet bugünkü teknolojik takip yöntemleri karşısında imkansız görünmekte. DNA izi zor bulunan bir katil bunu bilse bile, onun dışında binlerce değişkeni de aynı anda hesaba katmak zorunda. Zira adli bilimin yararlandığı ipuçlarının sayısı o kadara arttı ki, sadece tek bir hata bile katili ele verebiliyor. Dolayısıyla ‘kusursuz’ cinayet planlayan birinin kurtulma umudu tek bir şeye bağlı: Bıraktığı izleri göremeyecek kadar gevşek bir adli tıp departmanına denk gelmesi!