Eğitimcilerin daima akademik başarılar konusunda görüş vermesine alışmış durumdayız. Oysa uzmanlara pek sormadığımız ve üzerinde çok düşünmediğimiz ama oldukça önemli bir başka konu var: Her yaşta hayatımızda mutluluğun anahtarı olan sevgi!
Çocukların hayat boyu yaşayacakları duygu durum ve davranış bozukluklarının temelini anne ve baba ile bebeklik itibariyle yaşadıkları sevme-sevilme süreci oluşturuyor. Erich Fromm’un Sevme Sanatı olarak adlandırdığı bu değerli öğretinin, kişinin mutluluğunu belirlediğine dikkat çeken ERA Kolejleri’nden PDR Bölüm Başkanı ve Uzman Pedagog Gülçin Aşkın Çetin, her insanın doğasında koşulsuz kabul görme ve sevilme ihtiyacı olduğunu söylüyor. Bu gereksinim, fiziksel ihtiyaçlar gibi zorunlu bir sosyal-psikolojik ihtiyaç. Bununla beraber sevilmek de tek başına yeterli olmuyor, onun kadar önemli bir diğer ihtiyaç ise sevmek.
Duygusal Gelişim İçin Koşulsuz Sevgi…
Daha anne karnındayken başlayan içgüdüsel süre, doğumdan sonraki anne ilişkisindeki deneyimleriyle birleşince bebekte “seviliyorum” duygusu oluşur. Bu sevilme; hiçbir koşula bağlı değildir. Ağlasa da kussa da geceleri uyumasa da anne ona hep sevgi verir. Bu koşulsuz sevgi hiçbir çaba gerektirmeyen, huzur ve mutluluk veren bir duygudur. Dünyanın bütün tadı anne sevgisinde yatar. Bu sevgi yoksa çocuk için dünyanın da hiçbir anlamı kalmaz. Çocukların küçük yaşta, fiziksel, sosyal ve duygusal gelişiminin sağlıklı olması, annenin koşulsuz sevgisi ve ilgisi ile sağlanabilir. Hayatın ilk 6 yılında, çocuğun anne sevgisini koşulsuz ve tam olarak alması çok önemlidir.
Babanın Aşırı Otoritesi Zararlı
Altı yaş itibariyle çocuğun sevilme ihtiyaçları değişmeye başlar. Bu dönemde, çocuğun ihtiyaç duyduğu şey; baba sevgisi ve yönetimidir. Baba, çocuğa çevresinde karşılaştığı sorunlarla nasıl başa çıkacağını öğreten roldedir. Çocuğa yaşına göre, yeterlilik duygusu aşılamalı, onu cesaretlendirmeli ve desteğini hissettirmelidir. Aşırı otoriter ve tehditkâr bir tutum benimseyen babalar, çocuğun ileriki yaşlarında baba otoritesi olmadan, kendi başına sorunlarını çözebilen ve özgüven sahibi bireyler olmasının ne yazık ki önüne geçerler.
Çocuk, büyüyüp olgunlaştığında, içinde bir annelik ve babalık vicdanı oluşmuş olacaktır. Bu iki ayrı ses hayat boyu onu yönlendirecek ve yönetecektir. Annelik sesi “Her ne olursa olsun, seni seviyorum!” diye seslenirken babalık sesi, “Seni sevmem için hata yapmamalısın, yaparsan da sonuçlarına katlanırsın!” der. Bu seslerle tüm yaşamı boyunca kişi, kendi denetim mekanizmasını kendisi yürütecektir. Kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve kendi başına sağlıklı kararlar alabilmesi, bu mekanizmanın ne kadar sağlıklı olduğuna bağlıdır. Bunun için aile içinde daha küçük yaştan itibaren, çocukları gelecekteki bağımsız hayatlarına hazırlamak gerekir. Bunun alt yapısını oluşturarak, sağlıklı bir ruhsal hayat ve sağlıklı kararlar alabilen özgür yetişkinler için anne babanın çocukluk dönemindeki tutum ve davranışları çok önemli yer tutar.
Bazı ebeveynler, çocuklarının büyüyüp bağımsızlaşmaları için yeterli desteği vermekten çekinirler. Anneler çocuklarını kendi korkularının veya hayata karşı güvensizliğinin gölgesinde yetiştirmemelidir. Anne, önce kendine sonra da dış dünyaya karşı güvenli bir duruşta olmalıdır. Sonra da çocuğunun bağımsızlığını desteklemelidir. Ancak bu şekilde sağlıklı bireyler yetişebilir. Aksi halde aşırı bağımlı ve özgüveni düşük, dolayısıyla hayat kalitesi de bu doğrultuda düşük bireyler yetişir.
Her insanın, çocukken de büyüdüğünde de aslında ihtiyacı olan şey, koşulsuz sevgi ile beraber bir de sınırlardır. Bu denge anne ve baba sevgisini çift yönlü ve olması gerektiği gibi alan çocuklarda sağlanabilir. Eğer çocuk, sadece anne veya sadece baba ile tek yönlü bir bağ kurduysa, diğer yön eksik kalacak ve hayatı boyunca onu etkileyecektir.