Damla Karayerli’nin Sabah gazetesindeki haberi…
Tüm Türkiye Ramazan’da bambaşka bir ruha bürünüyor. Ramazan’ın coşkusu evlerde, sokaklarda, meydanlarda paylaşıldıkça çoğalıyor. Eş dost, akraba birbirinin iftar sofralarını bereketlendiriyor. Memleketlerinden uzaktaki üniversite gençliği ise anne yemeklerini, aile ortamını pek çok özlüyor. Biz de Boğaziçi, Marmara ve İstanbul Üniversiteleri’nde başka başka bölümlerde okuyan, üniversiteli gençlerin evlerinin yolunu tuttuk, üç ayrı öğrenci evinde üç ayrı iftara konuk olduk. Öğrenci evlerindeki Ramazan coşkusuna fotomuhabiri arkadaşlarım Metin Arabacı ve Yağmur Dinç ile birlikte bire bir şahit olduk. Her öğrenci evinin ana yemeği tavuktu. Erkek öğrenciler futbol muhabbeti, genç kadınlar ise derslerini konuştu.
İSMAİL KOŞ, ÇABUK OL SARIMSAK YOK
Saat 19.00. Yer Üsküdar’da bir öğrenci evi. Dört üniversiteli kalıyor evde. İftar için hazırlıklara başlanmış bile. İstanbul Üniversitesi’nde İşletme bölümünde okuyan Burak Beyaz evin ‘aşçı şefi’. Malatyalı. Liseden beri evinden uzakta, yurtta yaşamış. Yemek konusundaki ustalığı o yıllardan kalma. Evin diğer sakinleri için mutfak neredeyse bir muamma. İftara iki saat var yok. Değme aşçılara taş çıkartan Burak, “Elim lezzetlidir. Şehriyeli domates çorbası ve tavuk sote yapacağım. Küp küp doğradığım tavukları sivri biberle kavuracağım, bol baharatlı olmalı” diye tarifini paylaşıyor. Sonra gülerek bir itirafta bulunuyor: “Pilav yapmayı çok isterdim ama tek yapamadığım yemek pilav. Size çubuk makarna yapacağım.”
ANNEMİN YEMEKLERİNİ ÖZLEDİM
Bir elle domates çorbasını karıştırırken, diğer eliyle doğradığı biberleri tavada kavuruyor. “Marifetlisin” deyince “Genelde yaptığım en lüks ve uğraştırıcı yemekler bunlar. Yemekler benden sorulur” diyerek gururlanıyor. Evin en büyük sorununu paylaşıyor: “Bulaşık olmasa yemek yapmada sorun yok. Bulaşıkları yıkamaya 16.30’da bir başladım, 19.00’a kadar anca bitti” deyip gülüyor. Bir de Karadeniz türküsü patlatıyor ki sormayın! “Derelerde taş olsam gözlerunde yaş olsam. Sevdalık kervanına ben de arkadaş olsammm” Ne diyelim böyle güzel ses için ‘Ağzına sağlık!’ denir.
Söz anne yemeklerine geliyor. Bir buçuk yıldır memlekete gidememiş; üniversite, sınavlar, staj, iş hayatı derken Malatya gözünde tütmüş. Ocak başında anne özlemini anlatıyor: “Annem telefonun ucunda ‘Oğlum bugün ne yemek yaptın? Ne zaman geleceksin?’ diyerek ağlıyor. Annemin haşlama içli köftesi, iç pilavı ve sırınını çok özlüyorum. Sırın yufka, yoğurt ve tereyağı ile yapılır. İstanbul’da kaç kez denedim. Annemin yaptığı gibi olmadı” diyerek iç çekiyor.
İstanbul Üniversitesi’nde işletme okuyan bir diğer ev sakini İsmail Havuz ise salonda bilgisayar başında. Uçak bileti satın alma telaşında: “Bütünlemeler, staj derken İstanbul’da kaldık. Bayramda Kayseri’deki ailemin yanına gitmek istiyorum” diye anlatıyor derdini. Hafif bir kırgınlıkla, komşuların bir tencere yemekle kapılarını çalmadığını söylüyor Burak. İftar saati yaklaşınca telaş yapıyor mutfakta çalışan Burak, “Sarımsak yok İsmaaail, çabuk koş, al gel” diye bağırıyor. Ramazan öğrenciler için aynı zamanda sosyalleşme demek.
Ev sahiplerimiz Üsküdarlı esnafla ahbap olmuş. İftara Burak’ın kuzeni Furkan Akbulut dışında, Üsküdar esnafından berber Mustafa Toprak ve Volkan Elmas da davetli: “Üsküdar esnafıyla öğrenciler arkadaştır. Ramazan bizler için Üsküdar Belediyesi’nin arkasındaki çay ocaklarında sosyalleşerek geçer. 30-40 kişi birlikte iftar açarız” derken dertleniyor: “Ama oralar yıkılacak. Yaz abla, yaz! Üsküdar’da yaşayan tüm üniversite gençliği kara kara ‘Burası yıkılırsa biz nereye gideceğiz?’ diye düşünüyor. Orada yeşeren kültürü heba etmesinler. Yıksalar bile çay ocaklarına orada yer açsınlar” diyerek yetkililere sesleniyor.
SOFRA HAZIR, BUYURUN!
Yemekler ocakta pişe dursun, evin üçüncü ferdi, Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümünde okuyan Tarık Alkan eve giriyor. Sımsıcak pideler almış. İftara 20 dakika kala alınan masa örtüsü özenle masaya seriliyor. Çatallar kaşıklar diziliyor. Davetliler zamanında iftara yetişiyor. Herkes masada toplaşırken Furkan: “Ramazanlar buluşmak için imkân doğuruyor, birlik ayı” diyor. Ezan sesiyle birlikte iftarlar açılıyor. Leziz mi leziz yemekler övülerek yeniyor. Mustafa ve Volkan: “Her eve bir Burak lazım” diye masaya espriyi bırakıyor.
SOFRADA FUTBOL MUHABBETİ
Sofrada Avrupa Şampiyonası’nda Türkiye’nin durumu masaya yatırılıyor. “Ne olacak bu milli takımın hali” konusu gençlerin derdi. Fatih Terim’in kadro seçiminde yanlış yaptığından dem vuruyorlar. Yemekten sonra Üsküdar Belediyesi’nin arkasındaki çay ocaklarına iniliyor. Tavşankanı çayla sohbet demleniyor. “Sahura kadar ayaktayız, burada herkes birbirini tanır” diyerek masalara selam paslanıyor.
BATAKTA YENİLEN ÇAYI DEMLER!
Üsküdar Valide-i Atik Mahallesi’ndeki dört yolda İstanbul Üniversitesi’nde işletme okuyan Mehmet Ali Erkan ile buluşuyoruz. Bodrum katındaki evlerine geçiyoruz. Evde Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Emre Demirci ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Sezgin İlhan karşılıyor bizi. Ev ahalisinin tamamı futbol tutkunu. Pür dikkat televizyondaki maçı izliyorlar. Birbirlerini lise yıllarından tanıyorlar, sekiz yıldır dostlar.
Evin yemekleri Mehmet Ali’den soruluyor. Ev ahalisi ona Mali diyor. Mali “Ben usta, onlar kalfa ve çırak” diyerek gülüyor. Mali ustaya: “Yemek yapmak sana mı kaldı?” diye sıkıştırıyorum. İstifini bozmadan: “Onların yaptığı yemeği ben yemem. O yüzden yapıyorum” der demez kahkaha kopuyor. “O kadar kötü mü yapıyorlar?’ deyince: “Mutfak batıyor! Yemek yapmayı severim, lezzetli de olur. Mutfak da batmaz. Annemin yemeklerini en çok ben özlüyorum! Oruçken yemek yapmak yorucu. Annemin su böreğini özledim. Olsa da yesek!” diyor. Ara ara herkes maça odaklanıyor. “Gol kaçtı be!” yorumları arasında yemek konuşmak epey bir zorluyor.
KARNIYARIĞI NASIL YAPAYIM?
Sezgin arada maçı takip ederken sohbeti de derinleştiriyor: “Bazen aş eriyorum resmen! Hele Ramazan’da annemin yemeklerini arıyorum. Canım, annemin karnıyarık ve dolmasını çekti. Mali’ye yapması için rica ettim. Yapamadı!” diyor. Mali ise: “Karnıyarık istenince ‘Kendine gel, Ben nasıl yapayım?’ dedim. Bazen özel istekleri abartıyorlar” deyip kahkaha atıyor. İftara bir buçuk saat var. Evin aşçısı Mali menüsünü paylaşıyor: “Pirinç pilavı ile tavuk sote yaptım. Arkadaşların canı çikolatalı puding çekmiş. O da var. Geriye bir çorba kaldı” diyor. Epey esprili gençler. İftar saatine az zaman kalınca Mali usta hazır çorbasını yapmak için mutfağa dönüyor, püf noktasını anlatıyor: “İçine hafifçe margarin ve tuz koymalı. Gerçek mercimek çorbası yapabilirdim. Sınav bitimine denk geldi. Bu daha pratik” deyip başlıyor çorbasını karıştırmaya.
İFTARA DAVET EDİN
Bulaşık bu evin de büyük sorunu. Ama ev taşıma işinde çalışıp para yerine eski bulaşık makinesini evlerine almışlar. Dünyalar onların olmuş. Söz komşulardan açılınca “Çat kapı elinde tencere ile gelen yok mu?” diye soruyorum. Mali: “Eve elinde tencereyle gelen komşu yok! Ama bir abla iftara çağırdı, oraya gideceğiz. Herkes öğrencileri iftara çağırsın! Çünkü komşuya yemeğe gidince ailemizle berabermiş gibi hissediyoruz; sıcacık yemeklerle anne sıcaklığı ortamı oluşuyor” diyerek özlemini aktarıyor.
İstanbul Üniversitesi İşletme bölümünde okuyan Hidayet Tılı da iftara davetli. Kapı çalıyor, içeri giriyor, hemen sohbete dahil oluyor: “Karpuz sipariş ettiler, aldım geldim! Beyazıt’ta oturuyorum, ben de onları iftara davet ettim ama daha gelmediler. Biz öğrenciler için her zaman Ramazan. Biz bir öğünde yemeği geçiştirenleriz. Ama bu ayda iftar davetleri bir başka güzel oluyor” diyor. İftarı beklerken (Trivia Crack) bilgi yarışması oynamayı ihmal etmiyoruz; gazeteden bir arkadaşı öğrencilerin işbirliğiyle yeniyorum.
İftar telaşı başlayınca ocağın altı açılıyor, yemekler ısıtılıyor. Yer sofrası için gazete sayfaları yere seriliyor. Mali sofrada ne eksik diye kontrol ediyor. Ezanla birlikte oruçlar açılıyor. Tavuk sote, pilav ikilisi leziz mi leziz. Hazır mercimek çorbası ise gerçeğini aratmıyor. Yemekler beğenilince mutlu olduğunu söylüyor Mali. İftar sofrasının ana konusu ise futbol. Futbol kritiğinin biri bitiyor, diğeri başlıyor. İftardan sonra gençler üşengeçleşiyor. Çaysız da olmaz hani! Mali “Çayı demlemek için batak oynansın, yenilen çayı demlesin” diyor. Emre “Bana uyar!” diye yanıtlıyor. Batak başlıyor, heyecanlı geçiyor. Mali yenilince çayı demlemek de ona düşüyor! “Sahura kadar ayaktayız, batak da sahura kadar sürer” diyor Emre.
ERKEK ÖĞRENCİ EVLERİNDE BÖYLE TARİF BULAMAZSIN!!!
Hepsi Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan kız öğrenciler. Geçen yıl yurttan ayrılıp öğrenci evine çıkmışlar. Hisarüstü’nde okula yakın bir öğrenci evi tutmuşlar. Boğaziçi Psikoloji’de okuyan Elvan Özdel ve sosyoloji öğrencisi Şeyma Durmuş ile buluşuyoruz. Alışveriş yapılmış, eller dolu. Yaz okuluna kaldıkları için okuldan eve dönüyorlar. Bir apartmanın birinci katındaki eve varıyoruz. Ev ahalisi heyecanlı. İftara misafirleri var. Başka bir öğrenci evinde yaşayan, Boğaziçi Üniversitesi’nde rehberlik ve psikolojik danışmanlık okuyan Nagehan Akyağ yardıma gelmiş. “Yemek yapmak için gönüllü oldum. Arkadaşların misafirleri çok, kendilerine göre telaşları var. Ben mutfakta, onlar muhabbette olsun” diyor.
ANNEMDEN TARİF ALDIM
İftar olmak üzere. Dört kız hızlıca işe girişiyor. Elvan, evde normalde nöbet sistemi olduğunu anlatıyor: “Bir gün yemekleri ben yaptıysam ertesi gün arkadaşım yapar. En çok da barbunya ve tarhana çorbası yapıyoruz” diyor. Nagehan’ın aklı yemekte: “Mercimek çorbasını yaptım bile. Şimdi yanına pirinç pilavı ve fırında tavuk yapacağım” diyor. Ama almış başını bir telaş. ‘Ya yemekler iftara yetişmezse!’Biri biriken bulaşıkları yıkama derdinde, diğeri salata hazırlıyor, bir başkası evin aşçısı Nagehan’a yardımcı.
Erkek öğrenci evlerine gittiğimi, yemeklerden sorumlu bir kişi olduğunu, bulaşığın sorun teşkil ettiğini anlatınca hepsi şaşırıyor. Elvan heyecanla: “Aa! Neden nöbet sistemi getirmemişler?” diyerek erkek öğrencilere tavsiyede bulunuyor. Aşçımız Nagehan ise baharatları bulma derdinde. “Ne yapıyorsun sen?” diye sorunca “Galiba tavuğu terbiye ediyorum” diyerek espri yapıyor. Hepsi birden kahkahayı patlatıyor.
Arada birbirlerine yemek tarifi veriyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nde yurtta kalan ve yardıma gelen arkadaşları Ebru Tat da reyhan şerbeti tarifi veriyor, hayli ilgi çekiyor. Şeyma ise “Kesin, erkek evlerinde böyle tarif yoktur” deyip nazire yapıyor. Elvan’ın aklı fikri annesinin yemeklerinde: “Annemin biber dolmasını, etli güvecini çok özlüyorum. En zorlandığım yemekler de onlar” diyor.
İFTAR SOFRASINDA DERS MUHABBETİ
Kızların çoğu yemek tariflerini annelerinden almış. Ama annelerinin yaptığı lezzeti yakalayamadıklarından dertli gençler. Nagehan da bundan mustarip: “Kızlarla mutfakta ‘Ah annem olsa ne güzel yapardı. Asla annemiz gibi olamayacağım’ diye dertleşiriz. Bu yüzdende Ramazan’da anneler mutlaka aranır, ölçüler alınır. Ama hep karıştırırım” diyor. Şeyma söze dahil oluyor: “Tarifi bire bir verse bile hiçbir zaman onunki gibi olmuyor ki” diyor.
Mutfakta dört genç kız olunca yemekler hızlıca yetişiyor. Birden Şeyma: “Pilav lapa olmuş galiba. Bu sefer benim yüzümden değil” deyince Nagehan, “Pilav, pirincin huyuna göre değişir” derdi annem diyor. Kız öğrenci evlerinde anne muhabbeti daha bir farklı oluyor. “Ocağı açık bırakmayın!” ile başlayan mutfak kuralları listesi, temizlik kuralları da duvara asılı. Birden kapı çalıyor. Altı kişi bir anda eve doluyor. Hepsi de Boğaziçili. Sohbete geçildiğinde, “İftarlarda yeni yeni dostluklar doğuruyor. Ramazan ve sofralar bereketleniyor” diyor Elvan.
Misafirler 12’yi bulunca masa yerine yer sofrası hazırlanıyor, oruç açıldıktan sonra sofranın ana konusu ne futbol ne de başka bir şey. Boğaziçi’nde yaz okulu yeni açıldığı için herkes birbirine hangi dersi aldığını soruyor. Hocalar hakkında bilgiler paylaşılıyor. Merve ise “Pilav efsane olmuş ya!” deyince “Kızım o kadar övme pilavı, sonra ben çekemiyorum onu” diyor Elvan. İftardan sonra hep birlikte temizliğe başlanıyor, kimi bulaşığa girişiyor, kimi evi süpürüyor. “Ramazan’da sahur ve iftar daha zevkli ve eğlenceli geçiyor öğrenci evlerinde. Özellikle kampüste yapılan sahurlar ise dillere destan” diyor Şeyma.