O, daha ergenlik çağına gelmemiş bir çocuktu, İnsanlardan uzak, Mekke vadilerinde dolaşır dururdu. Kureyş’in efendilerinden Ukbe İbn Muayt’ın koyunlarını otlatırdı. Halk onu Ümmü Abd’in oğlu diye çağırırdı. Fakat asıl adı Abdullah, babasının adı da Mes’ûd’du.
Bu çocuk, yeni ortaya çıkan Peygamberle ilgili haberleri duymuş, fakat hem yaşının küçüklüğü, hem de Mekke halkından uzak oluşu sebebiyle o haberlerle ilgilenememişti. Onun yaptığı tek iş, Ukbe’nin sürüsünü erkenden kıra götürmek ve akşam olunca da geri getirmekti.
Bir gün, Mekke’li çocuk Abdullah İbn Mes’ûd, vakarlı ve orta yaşlı iki kişinin uzaktan kendisine doğru geldiklerini gördü. Onların yorgun ve bitkin bir halleri vardı. Çok susamışlar, dudakları ve boğazlan kurumuştu.
Onun yanına geldiklerinde, selâm verip şöyle dediler :
«Küçük! Bize şu koyunlardan susuzluğumuzu giderecek ve terimizi soğutacak kadar süt sağıver!» Çocuk :
«Yapamam, koyunlar benim değil. Onlar bana emanettir…» dedi.
Adamlar, onun bu sözünü yadırgamadılar ve yüzlerinde bir memnuniyet ifadesi belirdi.
Daha sonra birisi ona :
«Sen bana kısır bir koyun göster», dedi.
Çocuk yakınındaki küçük bir koyunu gösterdi.
Adajn ilerleyip o koyunu yakaladı, Allah’ın adını söyleyerek eliyle koyunun memesini sıvazlamaya başladı. Çocuk hayretle seyrederken kendi kendine şöyle diyordu :
«Acaba kısır koyunlar ne zamandan beri süt veriyorlar?»
Fakat az sonra koyunun memesi şişip süt akmaya başladı. Öbür adam yerden oyuk bir taş aldı ve içini sütle doldurdu. Kendisi ve arkadaşı ondan içtiler. Gerisini Abdullah kendisi anlatır: «Sonra bana da içirdiler. Ben nerdeyse gördüğüme inanamıyordum. Hepimiz süte doyduğumuzda, mübarek adam koyunun memesine “Dürül!” dedi. Meme hemen dürüiüp eski halini aldı».
«Söylediğin bu sözü bana da öğret». O da bana şöyle cevap verdi : «Sen mutlaka öğrenecek ve âlim olacaksın…»
İşte bu, Abdullah İbn-i Mes’ûd’un İslâm’daki hikâyesinin başlangıcıdır…
Çünkü o mübarek zat Rasûlüllah’ın (s.a.v.) tâ kendisiydi. Arkadaşı da Hz, Ebû Bekir’den başkası değildi.
İşte o gün, Rasûlüllah’la (s.a.v.) Ebû Bekir Kureyş’in yaptığı ezi yetin fazlalığı ve başlarına gelen belânın şiddetinden dolayı Mekke vadilerine çıkmışlardı. Gocuğun Rasûlüllah’la (s.a.v.) arkadaşını sevip onların tesîri altında kaldığı gibi, onlar da çocuğu sevmişler, onun güvenilir ve ciddî oluşu hoşlarına gitmiş ve onda iyi şeyler olduğunu sezmişlerdi.
Bir süre sonra Abdullah İbn-i Mes’ûd müslüman oldu. Hizmet etmek için kendini Rasûlüllah’a [s.a.v.) arzetti. Rasûlüilah (s.a.v,) da onu hizmetinde alakoydu.
O günden itibaren bu şanslı çocuk Abdullah İbn-i Mes’ûd koyun gütmekten, yaratılmışların ve milletlerin efendisinin hizmetine geçmiş oldu.
Abdullah İbn-i Mes’ûd, adeta bir gölge gibi Rasûlüllah’tan (s.a.v.) hiç_ ayrılmaz oldu, Mekke ve Mekke dışında gittiği her yerde onun yanındaydı. Evinin içinde ve dışında da. Hatta Rasûlüllah (s.a.v.) uyuduğu zaman onu uyandırır, yıkandığında ona örtü tutar, dışarı çıkmak istediğinde ayakkabılarını giydirir, içeri girmek istediğinde de ayaklarından çıkarırdı. Onun bastonunu ve misvakını taşır, odasına girmek istediğinde, önce o girerdi. Öyleki Rasûiüllah (s.a.v.) ona, istediği zaman yanına girmesine ve sakmmaksizın sırlarını öğrenmesine izin vermişti. Hatta o, «Rasûlüllah’ın (s.a.v.} sırdaşı» diye isimlendirilmişti.
Abdullah İbn-i Mes’ûd, Rasûlüliah’ın (s.a.v.] evinde eğitilmişti. Onunla doğru yolu bulmuş, onun ahlâk ve nitelikleriyle ahlâklanmış ve onun bütün özelliklerini almıştır.
Ondan şöyle de söz edilmektedir:
O, huyu ve şekli Rasûlüllah’a (s.a.v.) en yakın olandır.
İbn-i Mes’ud Rasûlüllah’in (s.a.v.) okulunda öğrenim görmüştür. O, sahabenin Kur’ân-ı en iyi okuyanı, içindeki manaları en iyi anlayanı ve Allah’ın dînini en iyi bileniydi.
Buna, Arafat’ta dururken Ömer İbnu’l Hattab’a gelen bir kişinin hikâyesinden daha iyi delil yoktur.
O kişi şöyle dedi:
«Ey Müminlerin Emîri! Ben Kûfe’den geldim. Orada mushafları ezbere yazdıran birisi var».
Hz. Ömer, benzeri az görülen bir şekilde öfkelenip nerdeyse patlayacak hale geldi ve sordu :
«Yazıklar olsun sana! Kim o?» Adam :
«Abdullah İbn-i Mes’ud» diye cevap verdi. Hz. Ömer’in öfkesi geçip eski haline dönünce :
«Vallahi, böyle birşeye ondan daha lâyık birinin kaldığını zannetmiyorum. Şimdi sana ondan bahsedeceğim» deyip konuşmaya başladı : .
«Rasûlüllah (s.a.v.) bir gece Ebû Bekr’le müslümanJarın durumunu konuşuyordu. Ben de onların yanındaydım. Sonra hep birlikte dışarı çıktık. Bir de baktık ki tanımadığımız birisi mescidde namaz kılmaktadır, Rasûlüllah (s.a.v.) onu dinlemeye başladı. Daha sonra bize dönüp şöyle dedi:
«Kim Kur’ân-ı indiği andaki tazeliğiyle okumaktan hoşlanıyorsa» İbn-i Ummi Abd gibi okusun».
, Abdullah İbn-i Mes’ud dua etmek için oturunca, Rasûlüllah (s.a.v.) da şöyle demeye başladı :
«İşte, istediğin sana verilecektir!» Hz. Ömer de şöyle ilâve etti :
«İçimden dedim ki : Vallahi yarın erkenden Abdullah İbn-i Mes’ud’a gideceğim ve Rasûlüliah’ın (s.a.v.) onun duası için verdiği garantiyi ona müjdeleyeceğim. Erkenden kalkıp gittim ve ona müjdeyi verdim ama anladım ki Ebû Bekr benden önce davranıp ona müjdeyi vermiş.
Allah’a yemin ederim ki, şimdiye kadar Ebû Bekr’le giriştiğim hayır yarışlarının hiçbirinde onu geçemedim. O beni daima geçmiştir».
Allah’ın Kitab-i hakkındaki bilgisi Abdullah îbn-î Mes’ud’u şöyle konuşturmuştur:
«Kendisinden başka tanrı olmayan Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın Kitabı’ndan hiçbir âyet inmemiştir ki, ben onun nerede ve ne hakkında indiğini bilmiyeyim. Eğer birisi Allah’ın Kitab’ini benden daha iyi bilir ve ona ulaşmak mümkünse mutlaka yanına giderdim».
Abdullah İbn-î Mes’ûd kendisinin bu özelliği hakkında müf etmiyordu :
Hz. Ömer yolculuklarından birinde bir kafileyle karşılaşır. Gece vakti ve karanlık olduğu için kafilenin adamlarını tanımamaktadır. Kafilede Abdullah İbn-i Mes’ud da vardır. Ömer birisinin onlara şöyle seslenmesini söyler:
«— Bu topluluk neredendir?» Abdullah :
«— Derin vadiden» diye cevap verir. Ömer:
«— Nereye gitmek istiyorsunuz?» der. Abdullah :
«— Beyt-i Atîk’a» der. Ömer:
«— Onların arasında bir alim var», der. Yine birisinin onlara şöyle seslenmesini emreder :
«— Kur’ân’m en büyük âyeti hangisidir?» Abdullah Ona şöyle cevap verir:
«—Allah, ondan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yarattıklarını gözetip durandır». (Bakara 255) Ömer:
«—Onlara seslen… Kur’ân’m en çok hüküm taşıyan âyeti hangisidir?» der. Abdullah şöyle cevap verir
«— Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi emreder». (Nah! : 90) Ömer onlara :
«— Kur’ân’m en veciz âyeti hangisidir?» dedi. Abdullah da :
— Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür». (ZiIzâl/7-8) Ömer şöyle der :
«— Onlara seslen : Kur’ân’ın en korkutucu âyeti hangisidir?» Abdullah şöyle cevap verir :
«—Bu, sizin kuruntularınıza ve Kitab ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allah’tan başka ne dost ve ne de yardımcı bulur». [Nisa : 123) Ömer : «Onlara şunu da sor dedi :
«— Kur’ân’m en çok ümit veren âyeti hangisidir?» Abdullah şöyle cevap verdi:
«— De ki : Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullar! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü o, bağışlayandır, merhametlidir», (Zümer : 53)
Ömer şöyle der : «Onlara sor?» :
«— Aranızda Abdullah İbn-i Mes’ud var mı?» Onlar da :
«— Evet» dediler.
Abdullah İbn-i Mes’ud sadece Kur’an okuyucusu, ilimle uğraşan ve çok ibâdet eden birisi değildi. O — bunların yanında— güçlü, sağduyulu, gayretli ve ciddi meselelerde çok atılgan birisiydi.
Bütün bunlara, yeryüzünde Rasûlüllah’tan (s.a.v.) sonra Kur’ân’ı yüksek sesle okuyan ilk müslüman oluşu ona yeter.
Bir gün Rasûlüllah’ın ashabı Mekke’de toplanmıştı. Sayılan çok az idi. Aralarında şöyle konuştular :
«— Kureyşliler Kur’ân’m, şu ana kadar kendilerine yüksek sesle okunduğunu duymadılar. Kur’ân’ı onlara duyuracak birisi yok mu?»
Abdullah İbn-i Mes’ud :
«— Onlara Kur’ân’ı ben duyuracağım» dedi. Onlar :
«— Biz, Kureyşlilerin sana eziyet etmelerinden korkuyoruz. Ancak akrabası çok olan birisini istiyoruz, eğer ona bir kötülük yapmak isterlerse, akrabaları onu korur ve onların kötülük yapmalarına mani olurlar». O da şöyle dedi :
«— Beni bırakınız, şüphesiz Allah beni korur ve savunur».
Abdullah ertesi gün mescide gidip, kuşluk vakti Makam-ı İbrahim’e geldi. Kureyşliler, Kabe’nin etrafında oturmuşlardı. O, makamın yanında durup şunu okudu :
«Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla». Sesini yükselterek :
«Kur’ân’ı o çok esirgeyici Allah öğretti. İnsanı o yarattı. Ona konuşmayı öğretti..» (Rahman : 1-4) Okumaya devam etti. Kureyşliler farkına varıp : «İbn-i Ummi Abd ne dedi?» diye sordular :
«Allah kahretsin!» Muhammed’in getirdiği bazı şeyleri okuyor».
Ayağa kalktılar, okumakta olan Abdullah’ın yüzüne gözüne vurmaya başladılar. O da bir miktar okumuştu. Daha sonra kanlar içinde arkadaşlarının yanına gitti. Onlar :
«— İşte biz bundan korkuyorduk» dediler. O da şöyle dedi :
«—Vallahi, Allah’ın düşmanları hiçbir zaman yanımda şu andaki durumlarından daha zayıf olmamışlardır. Eğer isterseniz, yarın aynı şekilde onların yanına gideyim». Onlar şöyle cevap verdiler :
«— Hayır, bu kadarı yeter, sen onlara sevmediklerini duyurdun
Abdullah îbn-i Mes’ud, Hz. Osman’ın halifeliğine kadar yaşamıştır. Ölüm döşeğindeyken, Hz. Osman ziyaretine geldi ve dedi ki :
«— Şikâyetin nedir?»
«— Günahlarım»,
«—Ganin ne istiyor?»
«— Rabbimin rahmetini».
«— Senelerden beri almaktan çekindiğin maaşının veriimesini emredeyim mi?»
«— Artık ona ihtiyacım yok».
«— Hiç olmazsa, senden sonra kızlarına kalır?»
«— Kızlarımın fakir düşmesinden mi korkuyorsun? Ben onlara her gece Vakıa sûresini okumalarını tavsiye ettim. Rasûlüllah’ın şöyle dediğini duymuştum: «Kim her gece Vakıa sûresini okursa, o asla darlık görmez».
Gece olunca Abdullah İbn-i Mes’ûd Allah’ın adım zikrede zikrede ve ortun ayetlerini okuya okuya Rabbine kavuştu.[2]
[1] Hz. Muhammed (s.a.v.)
[2] Abdullah İbn Mesud hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız
1- EI-İsabe (es-Seâde baskısı}, IV/129-T3O
2- El-İstîab (Haydarabad baskısı), 1/359-362
3- Usdu’1-gabe, M/256-260
4- Tezkiratu’l-huffaz, i/12-15
5- EI-Bidaye ve’n-nihaye, VM/162-163
6- Tabakatu’ş-Şa’ranî, e, 29-30
7- Şezeratu’z-zeheb, 1/38-39
8- Ez-Zehebî, Tarîhu’l-İsiâm, Ü/100-104
9- Siyeru a’Iâmi’n-nubela, 1/331-357
10- Sifetu’s-safue, 1/154-166
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/80-86.