İlk filmin 1895’te, ilk renkli filmin 1902’de yapıldığı, bugüne kadar büyük gelişmelere sahne olan dünya sinemasının 120 yılı aşkın tarihinde, ilk sesli film olan “The Jazz Singer”ın üzerinden 92 yıl geçti.
Tarihte sessiz sinema döneminden sesli sinemaya geçişin kilometre taşı olarak gösterilen “The Jazz Singer (Caz Şarkıcısı)” adlı filmin ilk gösteriminden bu yana 92 yıl geçti.
New York’ta 6 Ekim 1927’de izleyiciyle buluşan, ilk kez görüntülerin ve seslerin beraber kaydolduğu, aynı zamanda ilk uzun metraj film olma özelliği taşıyan yapımın yönetmenliğini Alan Crosland üstlendi. ABD yapımı filmin başrollerinde ise Warner Oland, Al Jolson ve May McAvoy yer aldı.
İlk filmin çekildiği 1895’ten, gerçek sinemanın doğum yılı olarak gösterilen ve yapımcılığını Warner Bros’un gerçekleştirdiği “The Jazz Singer” filmine kadar bütün filmler diyalogsuz olarak çekilmişti. “Sessiz Sinema” diye adlandırılan bu dönemde senaryodaki diyaloglar ara yazılarla veriliyor ve tüm filmler müzik eşliğinde gösteriliyordu.
Sessiz sinema döneminde birçok başyapıta imza atıldı
Charlie Chaplin’den Einsenstein’a, “western” türünden komediye kadar pek çok klasiğin ve ilkin başladığı, aynı zamanda sinemanın sanat haline gelmesinde büyük payı olan ve başarılı eserler çıkartan sessiz sinema dönemi, birçok başyapıta da sahne oldu.
Louis ve Auguste Lumiere kardeşlerin kamera ve projektörün bir arada olduğu “Sinematograf” aletini icat ettikten sonra sanattan çok bir belgeleme aracı olarak keşfedilen dünya sinemasında, ilk film gösterimleri de Lumiere Kardeşler’in çektikleri kısa filmlerle birlikte 1895’te başladı.
Lumiere kardeşlerin aynı yıl yaptıkları “Duvarın Yıkılışı”, filmin tersten gösterime sunulmasıyla, ilk özel efekt kullanılan film olarak kayıtlara geçti. İlk komedi filmi ise Lumiere kardeşler’in çektiği “Islanan Bahçıvan” oldu.
Bu filmleri izleyenler arasında yer alan marangoz ve sihirbaz George Melies, gördüklerinden çok etkilenerek sinemaya adım attı ve 1902’de çektiği “Ay’a Yolculuk” adlı film, sinema tarihinin hem ilk senaryolu filmi hem de ilk bilim kurgu filmi olarak kabul edildi.
Aynı yıl İngiliz mucit Edward Raymond Turner tarafından çekilen, papağan, Japon balığı ve ayçiçekleriyle oynayan çocukların bulunduğu görüntüler, dünyanın ilk renkli sinema filmi olarak kayıtlara geçti.
Bu dönemden sonra ilk sinema salonlarının adı olan Nikelodeon, 1905’te ABD’de açıldı. 1906’da Avustralya’da “The Story of Kelly Gang” isimli 70 dakikalık bir film gösterime girdi ve o zamana kadar yapılmış en uzun film oldu.
Sessiz sinema döneminde ayrıca 1911’de ilk kez filmlerin başında jenerik yayınlanırken, sektör yavaş yavaş Hollywood’a kaydı ve Oscar Apfel ve Cecile B. De Mille’in yönettiği 1913 tarihli “The Squaw Man” Hollywood Yapımı ilk film olarak kabul edildi.
Sessiz sinema döneminin en parlak yıldızı olarak gösterilen Charlie Chapline ise 1914’te Keystone Stüdyolarında üretilen “Kid Auto Races at Venice” isimli filmdeki “Küçük Serseri” karakteriyle sinema dünyasına adım attı.
Bugünün sinema anlatımını başlatan kişi olarak gösterilen ABD’li yönetmen David Llewelyn Wark Griffith, bu dönemde 2 saati geçen, devasa dekorların kullanıldığı, bol oyunculu başyapıtlara imza attı.
“King Kong” filmiyle sinemada ilk kez çift kanallı ses kullanıldı
“Sessiz Sinema” dönemini sona erdiren “The Jazz Singer” filminin hemen ardından, Warner Bros tarafından 1928’de tamamı sesli film olarak çekilen “New York’un Işıkları”, yaklaşık 1 milyon dolar hasılatla dönemin gişe rekorunu kırdı.
Her ne kadar sesli sinemaya karşı bir direnç olsa da yeni bir sinema kavramının sorgulandığı bu yıllar daha sonra sesin sinemayı tamamlayan bir öge olduğu düşüncesine dönüştü ve 1933’de “King Kong” filmiyle sinemada ilk kez çift kanallı ses kullanılarak ses tasarımı yapıldı.
Dünya sinemasında sesin sağladığı gerçeklik duygusuyla toplumsal konulara değinen filmlerin yanı sıra birçok türde film, yapım şirketlerinin ürünleri arasına girdi. Bunların arasında kent argosunun ve çatışma sahnelerinin gerçeğe uygun biçimde kullanıldığı gangster filmlerinin yanı sıra ünlü kişilerin yaşamlarını ele alan biyografik filmler yer aldı.
Sesli sinemayla birlikte izleyici sayılarındaki artış, ABD’de büyük şirketlerin egemenliğini ve bu şirketlerin kitlesel olarak film çektikleri stüdyo sistemini güçlendirdi ve 1930-1945’te yaklaşık 7 bin 500 film stüdyo sistemi içinde çekilirken, yapım şirketleri de belli tarzlarda uzmanlaştı.
O dönemde uluslararası alanda en parlak gelişmeyi ise Rene Clair, Jean Vigo ve Jean Renoir adlı yönetmenlerle Fransız sineması gösterdi. Alman sineması da bu dönemde Hitler’in iktidarda olması sebebiyle Leni Riefenstahl’ın çalışmaları gibi propaganda filmlerine imza attı.
Sesli sinema dönemine en geç geçen Japonya da daha sonra sinema sanayisinde tekelleşmeye ve kitlesel film üretmeye başladı.
Sesle birlikte Hindistan’da da sinema sektöründe bir patlama yaşandı ve o dönemde çoğu mitolojik ve tarihsel konulan ele alan, sözlü, danslı ve şarkılı yaklaşık 230 film bir yıl içerisinde gösterime çıktı.
İlk Türk sineması 19 Mart 1910’da “Milli Sinema” adıyla kuruldu
Türkiye’de ise ilk kez sesli film gösterimi 25 Eylül 1929’da o dönemin en lüks sinema salonlarından olan Elhamra Sineması’nda yapıldı ve “Kadının Harbe Gidişi” isimli film seyircilerin beğenisine sunuldu.
Osmanlı’nın sinemayla tanışması ise ilk kez Lumiere Kardeşler’in “Bir Trenin La Ciotat Garına Varışı” adlı filminin 1896’da bir Alman Yahudisi olan Sigmund Weinberg tarafından, İstanbul Galatasaray’daki bir birahanede gösterilmesiyle oldu.
Türkiye’de sinemanın kurumlaşması 1915’te gerçekleştirildi
Halka açık sinema salonları gösterilerini, yabancı uyruklu ve Türkiye’deki azınlıkların egemenliğinde sürdürürken, ilk Türk sineması İstabul’un Şehzadebaşı’nda semtinde 19 Mart 1910’da “Milli Sinema” adıyla kuruldu.
Türkiye’de sinemanın kurumlaşması ise Birinci Dünya Savaşı döneminde gerçekleştirildi. Alman ordularının, filmleri bir propaganda unsuru olarak ve askerlerin eğitimi için kullandığını gören, dönemin Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı görevlerini sürdüren Enver Paşa, 1915’te Merkez Ordu Sinema Dairesi’ni (MOSD) kurarak, Türk Sineması’nın kurumlaşmasının temellerini attı.
MOSD’nin kurulması ve takip eden dönemde yapılan hikayeli filmler sinema tarihi için o yılların en önemli gelişmelerinden biri oldu. Aynı dönemde Fuat Uzkınay’ın çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı belgesel Türk Sineması’nın ilk eseri, Uzkınay da ilk Türk sinemacısı olarak kabul edildi.
Çeşitli kaynaklara göre 14 Kasım 1914’de gösterime giren ve 150-300 metre uzunluğunda çekilen ve Ayastefanos’ta (Yeşilköy) bir utanç abidesi olarak görülen Rus anıtının halk tarafından yıkılışını gösteren filmin hiçbir kopyası bugüne ulaşmadı.
Bazı kaynaklara göre birçok sinemacı ve tarihçi de Türkiye’de sinemanın doğuşunu 19. yüzyıl sonunda, Osmanlı uyruğu Manakis Kardeşler’in Balkanlar’daki yaşam üzerine çektikleri kısa belgesellere dayandırdı.
1922 – 1950 Yılları Arasında Türk Sineması
Sinemanın Türkiye’de yerleşiklik kazanması süreci ise 1922’de çekilen “Ateşten Gömlek” adlı filmle başladı. Muhsin Ertuğrul’un Halide Edip Adıvar’ın romanından uyarladığı yapım, Kurtuluş Savaşı’nı konu alan ilk film oldu.
Türk Sineması’nda 1922’den 1949’a kadar sivil yapımevleri bazında yapılandırılan döneme “Özel Yapımevleri Dönemi” adı verildi ve tiyatro kökenli çalışmalardan oluşan bu dönemde Türk filmlerinin yapımında Muhsin Ertuğrul aktif rol oynadı.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945’den sonra film üretimini artıran Türk Sineması’nda film yapıları seyirci tercihleri neticesinde yani ekonomik yansımalar sebebiyle belli bir form yakaladı.
1950-1960 dönemi
Türkiye’de uzun süreli bir sinema geçmişinin olmaması nedeniyle, bu sanat dalı tiyatro anlayışıyla sürdürülmeye çalışıldı ve bu tiyatro üslubu 1950’lerden itibaren kırılmaya başladı. “Geçiş Dönemi” adı verilen bu yıllarda yabancı filmler Türk sinemasında önemli bir yer tuttu ve bu filmler arasında özellikle ABD ve Mısır yapımları hakim bir konumda yer aldı.
Bu dönemde Türk Sinemasının ilk sesli kabul edilen Türk-Mısır-Yunan ortak yapımı “İstanbul Sokakları”nda adlı yapımın yanı sıra ilk kısa metraj filmler ile dönem filmleri bu tarihlerde çekildi.
Türk sinemasının 1931-1950’deki en önemli gelişmelerden biri de Türk Sineması Cemiyeti tarafından düzenlenen yarışma olarak gösterildi.
İzleyiciyle 1949’da buluşan “Çığlık”, ilk Türk korku filmi olurken, yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un üstlendiği 1953 yapımı “Halıcı Kız”, Türk sinema tarihinin ilk uzun metrajlı renkli filmi olarak kabul edildi.
Bu dönemde ayrıca Ertuğrul’un yanı sıra Faruk Kenç’le birlikte Şadan Kamil, Baha Gelenbevi, Turgut Demirağ, Şakir Sırmalı, Çetin Karamanbey, Aydın G. Arakon, Orhon M. Arıburnu gibi tiyatro dışından gelen yönetmenler sinema alanına girerek ilk filmlerini çekti ve Şehir Tiyatrosu dışından olan oyuncularla çalışarak yeni bir oyuncu kadrosunun oluşmasını sağladı.
Sinemacılar Dönemi
“Sinemacılar Dönemi” olarak da kaydedilen bu sürecin başlangıcı Ömer Lütfi Akad imzalı 1949 yapımı “Vurun Kahpeye” adlı film kabul edildi. Yaklaşık 20 yıl süren bu dönemde 2 bin 200 film çevrildi ve Osman Fahir Seden, Metin Erksan, Atıf Yılmaz ve Memduh Ün gibi usta yönetmenler ilk filmlerine imza attı.
Münir Özkul, Neriman Köksal, Muhterem Nur, Fikret Hakan, Belgin Doruk, Turgut Özatay, Öztürk Serengil, Ahmet Mekin, Ekrem Bora, Çolpan İlhan, Orhan Günşıray, Göksel Arsoy, Yılmaz Güney, Erol Taş, İzzet Günay ve Fatma Girik gibi isimler 1950’li yıllarda uzun oyunculuk kariyerlerine başlarken, 1951’de ilk filmini çeviren Ayhan Işık ise döneminin en büyük yıldızı oldu.
Senaristliğe 1957’de başlayan Safa Önal, çoğu başyapıt seviyesindeki filmin senaryosuna imza atmakla kalmayarak, dünya tarihinin en üretken senaristi oldu ve 400’ün üzerinde senaryoya imza attı.
1960-1970 yılları arasında Türk Sineması
Türk Sineması’nın üretim verimliliğinin en üst noktaya çıktığı yıllar olarak adlandırılan bu dönemde renkli filmler üretilmeye başlandı ve Metin Erksan’ın 1963 yapımı “Susuz Yaz” filmi, uluslararası alanda ödül alan ilk Türk filmi oldu.
Piyasa hakimiyetinin 1967’den itibaren hızla artan renkli filmlere geçtiği bu dönemde ayrıca Türk sineması, ABD sinemasının önüne geçti ve birçok yeni yapımcı ortaya çıktı.
“Yeşilçam” olarak da adlandırılan bu dönemde, 1966’da Türk Sineması 241 filmle, dünya uzun metraj film üretimi sıralamasında 4. sırayı aldı. Yapım, üretim ve dağıtım gücü açısından bu dönem, ayrıca Türk Sineması’nın altın çağı olarak belirtildi.
Ertem Eğilmez, Halit Refiğ, Tunç Başaran ve Türker İnanoğlu’nun adını duyurmaya başladığı 1960’lı yıllarda Filiz Akın, Ediz Hun, Hülya Koçyiğit, Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Selda Alkor, Serdar Gökhan gibi oyuncular da ilk filmlerine imza attılar.
1970-1980 dönemi
Genç Türk Sineması Dönemi olarak belirtilen bu dönemde de Ömer Kavur, Zeki Ökten, Şerif Gören gibi genç yönetmenler ve Tarık Akan, Kemal Sunal, İlyas Salman, Şerif Sezer, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Gülşen Bubikoğlu, Müjde Ar, Necla Nazır, Perihan Savaş gibi önemli oyuncular sinemaya giriş yaptı.
Sadık Şendil’in senaryolarıyla, Cahit Berkay ise film müzikleriyle öne çıktığı bu dönemde Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda, Halit Akçatepe ve İhsan Yüce gibi karakter oyuncuları, Arzu Film ekolü olarak da adlandırılan Ertem Eğilmez önderliğindeki samimi aile filmleriyle altın dönemlerini yaşadı.
12 Eylül darbe sonrası Türk sineması
Türk sinemasında 1980 darbesi sonrası toplumsal değişim ve karamsarlık sinemaya da yansıdı. Çekilen film sayısında düşüş yaşanırken, 1990’lı yıllarda sinema sektörü durma noktasına geldi.
1990-2000 Yılları Arasında Türk Sineması
Yaklaşık 500’ün üzerinde film çekilen bu 10 yıllık sürecin ardından 1990’lı yıllarda bugünün önemli yönetmenleri arasında yer alan Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Mustafa Altıoklar, Ömer Vargı ve Derviş Zaim gibi isimler sinemaya adım attı.
Yabancı romanlar ve yapıtların da Türkçe’ye çevrilerek filme dönüştürüldüğü bu dönemde ayrıca Toronto Sinema Vakfı ve Ottawa Elçiliği’nin desteğiyle Türkiye’de ilk toplu film gösterisiyle, Türk sineması küreselleşme konusunda ilk adımını atmış oldu.
Özel televizyonların açılması, 1995’ten sonra video, VCD ve DVD formatlarının yaygınlaşarak alternatif izleme alanlarının ortaya çıkması ile sinema sektöründe ayrıca bir düşüş yaşandı.
İzleyici profillerinin de değiştiği bu dönemde sinemacıların anlatımlarında belirgin değişiklikler yaşandı ve Türk filmlerinin teknik düzeyi dünya standartlarını yakalayarak, sinema okullarından yetişmiş eğitimli gençler sektöre hakim olmaya başladı. Türk filmlerinin bütçeleri milyon dolar, seyirci sayıları da milyon kişi seviyelerine ulaşırken, 2004’te çıkarılan 5224 sayılı “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması İle Desteklenmesi Hakkında Kanun” ile de Türk Sineması bir dönüm noktası yaşadı.
2000’lerden bugüne
Bu dönemde yerli sinemaya olan ilgi ciddi oranda artarak, Türkiye Avrupa ülkeleri arasında yerli yapımların en çok izlendiği ülke haline geldi.
Sektörde 2005’de 30 milyona yaklaşan seyirci sayısı, 2017’de 71 milyonu aştı. Aynı yıl sadece gişe gelirleri 863 milyon liraya ulaştı ve “Recep İvedik 5” filmi 7 milyon 437 bin 50 kişilik izleyici sayısıyla tüm zamanların en çok izlenen Türk filmi oldu.
Son yıllarda artan seyirci ve film sayısı, üretimdeki çeşitlilik ve uluslararası arenada kazanılan ödüller, Türk sinemasının yeniden canlanmasına neden oldu.
Ayrıca komedi filmlerinin rağbet gördüğü 2000’li yılların ortalarında, Cem Yılmaz’ın “G.O.R.A.” ve “A.R.O.G.” filmleri, Yılmaz Erdoğan’ın “Vizontele”, Ata Demirer ve Demet Akbağ’ın rol aldığı “Eyvah Eyvah”, Şahan Gökbakar’ın “Recep İvedik” serileri büyük ilgi gördü.
Aynı zamanda olgunluk dönemlerini yaşayan yönetmenlerden Zeki Demirkubuz “Kader”, Derviş Zaim “Filler ve Çimen”, “Nokta”, “Gölgeler ve Suretler”, Reha Erdem “5 Vakit, Korkuyorum Anne”, “Hayat Var”, Semih Kaplanoğlu “Yumurta”, “Süt”, “Bal”, Yavuz Turgul “Gönül Yarası”, “Av Mevsimi”, Sinan Çetin “Komser Şekspir”, “Kağıt”, Nuri Bilge Ceylan “Uzak”, “3 Maymun”, “Bir Zamanlar Anadolu’da” ve “Kış Uykusu” gibi ses getiren filmlere imza attı.
Bu dönemde Uğur Yücel, “Yazı Tura”, Mehmet Aslantuğ “Aşkın İkinci Yarısı”, Cem Yılmaz “Hokkabaz”, Yılmaz Erdoğan “Vizontele” ile oyunculuğun yanında yönetmenliğe başlayan isimler oldu.
Türk sinemasında 2000’lerin son döneminde ise “Çalgı Çengi” ve “Düğün Dernek” filmlerine imza atan ve gişe başarısı yakalayan Selçuk Aydemir’in yanı sıra şarkıcılıktan oyunculuğa ve yönetmenliğe geçiş yapan isimlerden Mahsun Kırmızıgül “Beyaz Melek”, “Güneşi Gördüm” ve “New York’ta 5 Minare” ile Özcan Deniz “Ya Sonra”, “Evim Sensin” ve “Su ve Ateş” ile ciddi gişe başarısı yakalayan isimler arasında oldu.
“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmiyle Ahmet Uluçay, “Mustafa Hakkında Her şey” ve “Babam ve Oğlum”la Çağan Irmak, “Yozgat Blues”la Mahmut Fazıl Coşkun, “Sınav”, “Yahşi Batı” ve “Aşk Tesadüfleri Sever” filmleri ile Ömer Faruk Sorak, dönemin dikkati çekici isimleri arasında yer aldı.