Yaşıyor muyuz, Çalışıyor muyuz

Kitap
İşimiz, hayatımız haline gelince, tembelliğimizi de biraz övmek gerekiyor. İşlerimiz hayatımızın kendisi haline gelmiş. O kadar çok çalışmışız, o kadar çok çalışmışız ki, çalışmadan geçecek günlerin h...
EMOJİLE

İşimiz, hayatımız haline gelince, tembelliğimizi de biraz övmek gerekiyor.

İşlerimiz hayatımızın kendisi haline gelmiş. O kadar çok çalışmışız, o kadar çok çalışmışız ki, çalışmadan geçecek günlerin hayalini kurmak bile "tatlı bir rüya" olarak tanımlanıyor. Kariyer basamaklarının başından en üst katlara kadar hep aynı dert: İşimiz hayatımız olmuş!

Kari Marx’a damat olmak kolay mı? "Tembellik Hakkı" adlı kitabın yazarı Paul Lafargue kendisinin damadı. Böylesine ulvi ve insani bir hakkın savunuculuğunu yapmış Lafargue. Bu manifesto gibi kitabın üzerinden yıllar yıllar geçti. Her yer plaza, herkesin hayatı iş. Öylesine ki; işsiz insan olmak Kendinizi kötü hissettiren bir sosyal durum halini almış durumda. Çalışmıyorsanız ve işiniz gücünüz yoksa, lafınızı, sözünüzü dinletmek bile oldukça güç. İşsiz olmak bir dert, iş sahibi olmak başka bir dert. Biz de Lafargue’ın izlerini sürüp, Pınar Öğünç’ün yeni yazdığı "İnce İş" (İletişim Yay.) adlı kitapla karşılaştık. Hayatı işi haline gelmiş, kendini işiyle tanımlayan metropol insanının hâllerini, dertlerini dinlemek için yoğun çalışan, krizden etkilenen, iş dünyasını yakından inceleyen, işi iş dünyası olan insanlara tembellik hakkını işkolik olmayı ve uzun bir tatilin düşünü sorduk. Tipine görüşler aldık…

Pınar Öğünç -Gazeteci "ince iş" adlı kitabın yazarı

Kitabınız için farklı mesleklerden insanlarla görüştünüz. Bu insanlar genel olarak kendilerini işleriyle mi tanımlıyorlar?

Hiç şaşırtıcı değil, evet öyle diyebilirim. Bu da memleketin ahvaliyle ilgili. İradeniz dışında şekillenen çalışma saatlerinin ötesinde, kendi kendinizin patronu bir es nafsanız dahi ekonomik mecburiyetlerden kepengi öyle istediğiniz zaman indiremiyorsunuz. Bir de işe ulaşmak için harcadığınız zamanı ekleyin, günün yarısını, seneler içinde ömrün yarısını verdiğiniz bir meşguliyetten söz ediyoruz. İnsanlar kendilerini işleriyle tanımlamıyor bunun neticesinde, işleri onları tanımlar hale geliyor. "İnce İş" kitabı için 80’e yakın kişiyle görüştüm. Hiç öncesini bilmediğim bu insanları dinlerken, yaptıkları işlerin onların mizaçlarını bile nasıl değiştirdiğini fark ediyorsunuz. Bir ambulans şoförünün ölümle kurduğu ilişkiyle bir ağdacınınki farklı. Ellerin, tırnakların biçimi, midedeki ülser, ciğerdeki kum, beldeki fıtık, bunların hepsini o işler ediyor insana.

Yine gözlemlerinizden yola çıkarak; tembellik etme isteği, boş zaman arzusu ne boyutta?

Rutin çok yapışkan, zehirli bir şey. Kana bir karıştı mı, tevekküle endeksli bir hayata dönüyor. Bir yorgancıya, işi dışında ne yaptığını sormuştum. "Evde televizyon izliyorum" dedi. "Başka? Kendiniz için bir şey?" dediğimde çok afalladığını hatırlıyorum. Gerçekten yoktu çünkü, bir sene evvel Boğaz’a inip denize baktığını söyledi bir saatliğine. 0 adamın tembelliğe ihtiyacı yok mu, var. Ama işte kendi evrim sürecinde tembellik organı kullanılmaya kullanılmaya yok olmuş sanki. 0 adamcağızı değil, tembellik hakkını elden alan sistemi suçlamak lazım burada.

» Kendi çalışma hayatınıza ilişkin durum nasıl? Gazetecilik yapıyorsunuz ve sürekli bir gündemle iç içe oluyorsunuz. Şöyle bir aylığına hiçbir şey yapmak istemediğiniz oluyor mu?

Benim ertesi gün işe gitmeyi istediğim zaman yok ki… Ben yine okurum, yine yazarım, heyecanlandığım bir yazı, kitap için çok da çalışırım. Mesele o değil. İçinde gerçek oksijenin olmadığı binalar, bipleyen kartlar, dönen bir sürü ertrikaya, lüzumsuz birsürü insana, üstelik emeğinizin tam karşılığı olmayan bir para için tahammül etme mecburiyeti bana çok koyuyor. Bakacağım bir çaresine…

» İşi olmayan insanlar toplumumuzda ayıplanıyor mu?

Sadece bizim toplumun değil, hangi aşamasında olursa olsun bütün kapitalist ülkelerin meselesi bu. İşsizlik kişisel bir yetersizlik nişanesi. Hatta kariyerinde yükselmek için yeterince arzu duymayan hırstan azade insanların da kendilerini eksik hissetmeleri için elinden geleni yapan bir sistem bu. Tembellik bunların ortasında bir lüks kalıyor. Bambaşka bir konu için söyleşi yaptığım Edirneli genç bir adama ne kadardır işsiz olduğunu sormuştum, üç aymış. "Daha önce ne yapıyordunuz" dedim "Aylaktım" diye cevap verdi. Çok şahaneydi… Böyle bir genişliğe ihtiyaç var belki…

Burçak Güven- Forbes Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

• Mesleğiniz gereği iş dünyasıyla içli dışlısınız. İşkolik olma durumu kariyer yükseldikçe artıyor mu?

İşkoliklik hem işadamlarında hem de yöneticilerde sık rastladığım bir durum. Yöneticinin unvanı ve pozisyonu yükseldikçe işkolikliği artıyor. Ama burada yumurta – tavuk hikâyesi var. işkolik olan mı yükseliyor yoksa yükselince mi işkolik oluyorlar, söylemek zor. İkisi için de makul sebepler var aslında. İş hayatında yükseldikçe, piramidin üst ama dar kısmına doğru geçtikçe kaybedilecekler ve riskler artıyor. Yönetici koltuğunu, dolgun maaşını, yan olanaklarını, iş dünyasındaki, toplumdaki ve ailesinin gözündeki statüsünü kaybetmekten daha fazla korkar oluyorlar. Çünkü başarı, güzel bir yaşam ve saygınlık getiriyor. Kaybedeceklerinin miktarı ve değeri artıyor. Bir de piramidin üst kısmında alternatifler azalıyor. Yani üst düzey bir pozisyondan düşünce, yapabileceği fazla iş kalmıyor. Çünkü kaç tane banka genel müdürü var ki? Ve de kaç banka yeni genel müdür arıyor ki kendisine? Ya da benzer bir pozisyonu kaybetmiş birini, kim bankasına genel müdür yapmak ister ki? Geri dönüp bir alt pozisyondan başlamak da kolay değil. Hatta birçokları için kabul edilebilir de değil. O yüzden birini işkolik yapmak istiyorsanız verin mevkiyi, iyi maaşı, bakın bakalım ne oluyor.

 İş adamlarında durum nasıl?

 İşadamları arasındaki işkoliklik ise biraz daha farklı. Birinci nesil yani işi akıl eden, kuran, geliştiren, büyüten, paraları kazanıp başarılı olan işadamı işkolik oluyor. İkinci kuşağa geçildiğinde durum aniden değişiyor. Çünkü genelde ikinci kuşak Batı’da eğitim alıyor ve oralarda iş-özel yaşam dengesi felsefesi önemli. Spor, aile hayatı vs. önem verilen kavramlar. Zaten ikinci kuşak zorluğa ve yokluğa da doğmuyor. Bu yüzden işkolik olması, yırtmayı istemesi gerekmiyor. Kanıtlaması gereken tek şey, babasının gölgesinde kalmayacağı oluyor ikinci kuşağın. Ama babanın gölgesinde kalınca da dünyanın sonu gelmiyor çünkü o zaman da imdada pahalı oyuncaklar, hobiler, şöhret vs. yetişip teselli ediyor. İkinci kuşakta işkolikliğin devam ettiği -benim bildiğim- tek ligiyle çok meşhur bir işadamı. Oğlu Murat Ülker -medyadan çok uzak durduğu için detayına hâkim değiliz ama yanılmıyorsam ve holdingin performansı gösteriyor ki işkoliklik konusunda babasıyla yarışabilir.

Siz görüştüğünüz, karşılaştığınız insanlarda bir yorgunluk ya da işten uzaklaşma isteği hissediyor musunuz?

Bu tip insanlarda yorgunluk ve işten uzaklaşma isteği gördüğümü söyleyemem çünkü genelde bu tip insanlar zaten işten, çalışmaktan, para kazanmaktan, başarıdan motive oluyorlar. Zaten bunlardan motive olmayan birini zorla işkolik yapamazsınız. Emeklerinin karşılığı da başarı olarak geldiğinde zaten bu, bir yaşam biçimine dönüşmüş oluyor. Tersine bu adamları işten uzaklaştırılanız esas o zaman çöküyorlar. Ya sağlıkları bozuluyor, hastalanıyorlar ya sudan çıkmış balığa dönüp mutsuz oluyorlar. Kalp krizi falan geçiriyorlar ya da koşa koşa işe dönüyorlar ve "Artık hayatımı yaşamak istiyorum, işten çekiliyorum" diyerek yerlerine getirdikleri profesyonelleri kovup eski hayatlarına geri dönüyorlar.

İşe bağımlılık sizce çalışan insanları tek tipleştiren bir durum mu?

İşe bağımlılık çalışanları tek tipleştirmi-yor bence. Çünkü bunların her biri son derece zeki, yetenekli ve yaratıcı insanlar. Sadece ilgi ve enerjilerini bir alana kanalize ediyorlar. İşim gereği bu tip insanlara yakından baktığımda büyük farklar ve ilginç hikâyeler görüyorum ve onları çok renkli buluyorum. Ama yakın çevreleri, aileleri olmak zor ve sıkıcı olsa gerek. Çünkü o mesafeden tek tip ve çekilmez olduklarına ve sürekli iş konuşup, düşündüklerine eminim, ki hu Ha çekilmez bir durum.