Röportaj: Arzu Erdoğral
Muhteşem Yüzyıl dizisi ile başlayan tartışmalarda birçok konu konuşulurken “Tarihimizi ne kadar iyi biliyoruz?” sorusu da gündeme geldi.
Bizlerde suni tartışmalardan sıyrılarak merak edilen birçok soruya cevap bulmak adına Tarihçi Yazar Talha Uğurluel ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Osmanlı padişahları için genel bir profil çizmek mümkün mü? Gençler kendi tarihini doğru bir şekilde öğrenmek için ne yapmalı? Gibi birçok sorunun yanıtı Uğurluel ile gerçekleştirdiğimiz röportajda…
Muhteşem Yüzyıl dizisi ile başlayan tartışmalar bize aslında üzerinde titizlikle durmamız gereken bir konuyu tekrar hatırlattı. Tarihimiz kimlerin elinde ve nasıl şekilleniyor?
Bu sorunun cevabını verebilmek için birkaç yüzyıl geriye gitmemiz gerekiyor. Çünkü Tanzimat sonrasında hem tarih hem de sanat tarihi olarak kendi kaynaklarımızdan ziyade yüzümüzü Avrupa’ya çevirmemiz gerekiyor. Ayrıca Avrupalı oryantalistlerinde bu anlamda çalışmaları bugünkü tarih ve sanat tarihi anlayışımızı şekillendirmiştir. Sanat Tarihi doktorası yaptığım dönemlerde başımızdaki profesörlerimiz, “bizim hocalarımızın hocaları Almanlar idi” diyorlardı. Gerçekten de 1800’lü yıllardan itibaren ülkemize araştırma için gelmiş, ne yazık ki buldukları eserleri kendi bakış açılarına göre yorumlamışlardır. Sonrasında bizlerde, üzerimizdeki Avrupa hayranlığı ile doğruyu onlarda aramış ve tarih bakış açımızı buna göre şekillendirmişizdir. Ne acıdır ki kendi topraklarımızdaki Topkapı Sarayımızı, saray teşkilatımızı, haremimizi bile onların gözünden görmeye çalışmak cahillik ve köksüzlük değildir de nedir? Tabi hadiseyi sadece bir Avrupa hayranlığı gibi yorumlamak eksiklik olur. Çünkü kökleri ile güçlü olan bu toplumun, O’nu güçlü yapan değerlerinden ve geçmişinden uzaklaştırılması adına da ciddi planların yapıldığı ve uzun bir süredir uygulamaya konduğu ortadadır.
Tarih temalı filmler için hazırlanan senaryolara baktığımızda tam anlamı ile tarihi bilgi ve belgelerden yararlanılmadığını görüyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Doğrudur. Daha düne kadar devasa Osmanlı arşivlerinin büyük bir kısmına girmek mümkün değildi. Şimdilerde daha rahat çalışma imkânı bulan araştırmacılarımız nice tarihi gerçeği gün yüzüne çıkarabilmektedirler. Olması gereken ana kaynaklara bakmaktır. İkinci üçüncü el kaynaklar gerçeği tam yansıtamayabilir. Ne yazık ki çevremizdeki nice tarihi tiyatro ve romanın ya yabancı kaynaklardan beslendiği ya da bizzat yabancılar tarafından kaleme alındığı görülmektedir. Bir kısım araştırmacılarımız da açıkçası yabancı kaynaklar ile birçok konuda tezat oluşturan ana kaynaklara bakmaktan çekinmektedirler. Çünkü burada yazanlar yaklaşık bir asırdır bize empoze edilen resmi tarihle uyuşmamaktadır.
Kişiye, tarihi kendi fantezileri ile şekillendiremeyecek kadar değerli olduğunu nasıl anlatırız?
Bence gezdirerek ve doğruyu okutarak… Gruplarla gerçekleştirdiğim Topkapı Sarayı turlarının sonunda birçoğunun hayretler içerisinde kalarak, biz sarayı kaşıkçı elması ve mukaddes emanetler vb. şeylerden ibaret sanıyorduk dediklerine şahit olmuşumdur. Çünkü gerçek saray ile yüzyüze gelenler, bu güne kadar duydukları fantezilerin ne kadar bayağı olduğunu görmektedirler.
İslam ve Osmanlı tarihi söz konusu olduğunda sizce neden oryantalist bir bakış açısı tercih ediliyor?
Çünkü bu konuyu işleyenlerin zihniyetine en iyi hizmeti bu bakış açıları veriyor. Neden yığınla vakanüvistin eserine bakmıyorlar? Yüzlerce hatıratı neden görmezden geliyorlar ? Hatta elimizdeki binlerce minyatürde Osmanlı Hanımlarının nasıl giyindiğini bile incelemiyorlar. Bir kere hiçbir Osmanlı saray hanımı taç giymezdi. Hotoz takarlardı. Hâlbuki son dizide hanımlar taçdan geçilmiyor. Çünkü bu projelerde yer alanlar hep yabancı kaynaklardan beslenmişler. Onlar için saray, Avrupa sarayı, yaşam kraliyet yaşamı.
Bazı sanatçıların “ben sanatçıyım tarihe uymak zorunda değilim” tarzındaki yaklaşımlarını bir tarihçi olarak nasıl okuyorsunuz?
Ben bu soruya tarihçi olma yanında bir Sanat Tarihçi olarak da cevap vereyim. Eğer yaptığınız çalışmanın adı Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan, Alaaddin Keykubat ya da Aslan Yürekli Rişar ise onlara ait tarihe sadık kalmak zorundasınız. Ama eğer kafanızdaki senaryoyu yansıtmak istiyorsanız hayali onbinlerce kahraman kullanabilirsiniz. Çünkü bu şekilde yapılan çalışmalar hem tarihe, hem de tarihteki o şahsiyetlere karşı büyük bir hakarettir. Çünkü herkes, bu yazıyı okuyan sizlerde, o karalamaları yapan proje sorumluları da, öldükten sonra iyi anılmak isterler. Arkalarından güzel şeyler söylensin arzu ederler. Bir kişi arkanızdan size hakaret etse ve sonra siz hesap sorduğunuzda da, ben sizin ile ilgili bu hakaretleri sanat adına yaptım dese ne derdiniz. Lütfen cevabı siz verin.
Bu önemli konuyu bilinçsiz olarak da olsa tekrar gündeme getiren "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde anlatılan Kanuni Sultan Süleyman ile tarihin bize anlattığı Kanuni Sultan Süleyman arasında nasıl bir fark var?
Bu sorunun cevabı bir kitap kadar sürebilir. Bir kere Kanuni Sultan Süleyman 46 yıllık saltanatında 17 sefere çıkmıştır. Her seferi 3 sene sürse 46 yılı geçiyor. Yani bu insan oradan oraya koşmaktan acaba eşlerini görmeye fırsat bulabilmiş midir? Her bir yere nice hayır eseri bırakan bu hayırsever insan, saray bahçesindeki ağaçlara musallat olan karıncaları bile ilaçlatacakken Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den fetva isteyen kişidir. Ölürken de bu fetvaların bir sandık içinde kabrine konmasını vasiyet eden kişidir. Mohaç Seferinden dönerken, “kalbine gurur girdi. Bu gece yatağımı dehlize serin” diyecek kadar da kendi nefsi ile cebelleşebilen bir kişidir.
Osmanlı padişahları için genel bir profil çizmek mümkün mü?
Tabiki elin tüm parmakları bir olmaz. Ama genel olarak hemen hepsi çok iyi ilmi ve ahlaki eğitim alırlardı. Muhakkak bir zanaatı iyi bilirlerdi. Sanatın birkaç dalı ile ilgilenirler ve hatta bu konuda devrinin en ileri kişilerinden olanları da vardı. Aralarında siyaseti az bileni, nefsine daha düşkün olanı, daha nahif, daha celalli olanı olabilir. Ama aralarında vatan haini yoktu. Ülkesini ve halkını hepsi çok sevmiş ve alimlere büyük hürmet göstermişlerdi.
Gençlere kendi tarihini doğru bilme konusunda ne tavsiye edersiniz?
Kendi ana kaynaklarına, bu toprakların yetiştirdiği insaflı tarihçilere kulak vermelerini tavsiye ederim. Konu eğer bizim tarihimiz ise konuyu en iyi biz anlayabilir ve anlatabiliriz. Bir yabancı sizi siz kadar iyi bilemez. Taht deyince ne geliyor aklınıza. Koltuk gibi kol yerleri olan bir şey değil mi? Osmanlı Sarayında hiçbir zaman böyle bir taht olmadı. Bizde tahtlar sedir gibi geniş oturmalı arkası minder dayanmalı ve bağdaş kurularak oturulan şeylerdi. Sarayda bugün gördüklerimiz tahtlar ise farklı zamanlarda yabancı devletler tarafından hediye gelmiştir. İşte bu nedenlerden dolayı kendi kaynaklarımızı öneriyorum. Ayrıca gezmelerini tavsiye ediyorum. Bizde meşhur bir söz vardır; “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” biz ne yazık ki yıllardır lafa bakıyoruz. Hâlbuki bu insanların yaşantılarını bize en güzel şekilde anlatan şey onların geride bıraktıkları eserleridir. Hürrem Sultanı mı yakından tanımak istiyoruz. Mekke’den Rodos Adası’na, Kudüs’ten İstanbul’a nice eseri sadece kendi parası ile yaptırmıştır. Eşine yazdığı edep ve sanat yüklü mektupları elimizdedir.(Topkapı Sarayı Arşivleri) İşte size gerçek Hürrem Sultan…
Not: Osmanlı’da Harem (Tarihçi Yazar Gülfidan Uğurluel ile yapılan röportajı yarın on5yirmi5’de okuyabilirsiniz)