Elif Bereketli
Bir e-kitap furyasıdır gidiyor. İlk sorulduğunda heyecan veren sorular, klişe sıfatını bileğinin hakkıyla kazanmış durumda artık: Bu minik canavarlar, e-kitap okuma cihazları, basılı kitapları kafasına vura vura öldürecek mi? Yayınevleri ölecek mi; yayıncılar limon satmak zorunda mı kalacak? Televizyon izleme oranının yüzde 94, kitap okuma oranınınsa on binde bir olduğu ülkemizin, tutkuyla kitap koklayan bireyleri, ülke tamamen e-kitaba geçince ne koklayacak? Güvenlik sağlanabilecek mi, bugün çok güvenli olan kitaplarımız e-formata geçtiğinde ne durumda olacak?
E-kitap geçen ay Türkiye’de birinci yaşını kutlarken, sorularımız genel olarak bunlar.
Kozmik olasılıklar
Yayıncılara sahip çıkmak gibi bir geleneği olan bir toplumun, “Yayınevleri ölecek mi yoksa?” türünden hassasiyetler geliştirmesini yadırgamıyorum elbet.(!)
Bana kalırsa yayınevleri, ekonomikideolojik programların ticarî yöntemlerle iç içe girdikleri girişimler olarak, başat konumlarını sürdürecekler; yayıncılıktaki etiket görevlerini daima ellerinde tutacaklar. Dağıtım ve depolama maliyetlerinin bir alternatifini oluşturmak bile başlı başına önemli bir adım.
Ne ki, öngöremediğimiz onca kozmik olasılık mevcut mu, mevcut. Dolayısıyla, “Öldürebilir, böyle bir olasılık mevcut” şıkkını işaretliyoruz. Yemekten zehirlenebilirim diye düşünüp yemek yemeyen biri, yayınevleri ölür diye e-kitap okumazsa anlarım, gerçekten…
Testiyi kırmadan
Peki “e-kitaplar basılı kitapları öldürecekmiş ey ahali, koşun kurtaralım eski dostu!” diyoruz da, derken neye benzediğimizi biliyor muyuz? Ellerinde papirüsler, “Parşömen, papirüsü öldürecek, bunu durdurmalıyız” diyen 3. yüzyıl insanına. Ey 3. yüzyıl insanı, gülünç görünüyorsun.
Kaldı ki, orman kanunu “Güçlü olan kazanır” demez mi? Üretimi için ağaç kesilmeyen, baskısı için matbaaya tonlarca para ödenmeyen, dağıtımı için emek/para harcanmayan, raf ömrü asla tükenmeyen, depolama maliyeti getirmeyen, dünyanın dört bir ucuna zahmetsizce taşıyabildiğin, dağıtım sorunu olmaksızın, dünyanın her yerinden tek tık’la satın alabildiğin bir teknolojiden söz ederken, “kitap kokusu” gibi mazeretler biraz eksik kalıyor.
70 milyon bibliyofil
Alışkanlıklardan vazgeçmek kolay değil, sayfa çeviremeden, elinde kitabı tutmadan kitap okuyamayacak olanları anlamamak imkânsız. Ama büyük çoğunluğumuzun bir bibliyofilcesine “kitap kokusu”ndan dem vurması inanılır şey değil.
Yine de, benim bu arkadaşlara önerim ekitap cihazının yanına bir basılı kitap koymaları. Arada koklarlarsa, illüzyon da olsa istedikleri aurayı yaratabilirler. Ya da, okuma köşelerine, yataklarına basılı bir kitabı uzun uzun sürterlerse hem okuma eylemlerini buram buram selüloz kokusu içinde sürdürürler hem de bonus olarak, bir çağdaş sanat eseri halini alabilirler.
Çorbanın en leziz baharatı
Gelelim güvenlik sorununa… Bu sorunun bu şekilde sorulabilmesi için, basılı kitabın güvenli bir yolla üretiliyor olması lazım bana kalırsa. Bu işe emek verenlerin bu kaygılarını küçümsediğim yok. Ama, uluslararası standartlara uygun onlarca şifreleme teknolojisi ile, kitabın tüm içeriğini matbaaya göndermekle kıyaslandığında; e-kitabın korsanı, basılı kitabın korsanından epey daha zor görünüyor.
Bir de “elektronik devrim”i, “konvansiyonel anlamıyla kitabı bir cihazdan okumak” ile karıştıranlar var ki, çorbamızın en leziz baharatı onlar… E-kitap dediğinizde, adbusters muhabiri kesilip bilgi kirliliğinden, internetin zararlarından söz ederler. Ağzınızı açamazsınız.
Bu kadar laf kalabalığının ardından aslen ne demek istediğimi, altkitap’la 10 yıldır bu işi yapan Yekta Kopan anlatsın: “Hâlâ, yeni bir okuma ortamının çoğaltıcı etkisini ve içeriğini değil de, “olur mu-olmaz mı” konusunu konuşuyoruz. Bu eşiği bir geçebilsek, hızla Türkçe içeriğin yaygınlaşması sürecine geçebileceğiz, dilerim ki. Benim için önemli olan, nitelikli bir içeriğin okura, hangi ortamda olursa olsun ulaşması… Sadece okuma oranının değil, okuma alışkanlıklarının da çoğalması… Bu açıdan, e-kitap kavramını her zaman destekledim.”
İlla ki, e-kitapla ilgili bir sorun bulmak istiyorsak işin profesyonellerinin en çok dile getirdiği, telif hakları, 18 olarak uygulanan KDV oranı, e-kitap sayısının azlığı ve fiyat yüksekliği mevzularına el atabilir; Maliye Bakanlığı’na, Kültür Bakanlığı’na şikayet mektupları yollar, Yayıncılar Birliği’ne “Niye bu kadar az yayınevi bu işin içinde” diye sorarız mesela. Yetmez, yayınevlerine gider “Bu fiyatları düşürün” diyebiliriz.
ABD’de ibre e-kitabı gösterirken, “Olur mu olmaz mı”da takılı kalmasak da, “Nasıl en güzel oldururuz” diye düşünsek? Bana güvenmek için hiçbir nedeniniz yok, ama siz yine de bana güvenin: Gelecek e-kitabın! [Taraf]