80 sonrası Türk edebiyatına damgasını vuran ünlü konuşmacılar, çarpıcı söylemleri ve Mungan’ın yeni kitabına dair ipuçlarıyla konuklara unutulmaz saatler yaşattı.
İstanbul Modern’in bahçesinde düzenlenen ‘Sözünü Sakınmadan’ konuşmalarının ilkinde eleştirmenler Semih Gümüş, Ömer Türkeş ve Kaya Genç’in konuğu ünlü şair, roman ve tiyatro yazarı Murathan Mungan’dı. Mungan’ın bu yıl yayımlanan son kitabı Şairin Romanı’nın ve otuz yıla yayılan yazarlığının konuşulduğu söyleşiye okurlar da sorularıyla katıldı.
“Şairin Romanı”nda “Rüyanın Parmakları” bölümünde, Zeheyra ve Agabu’nun sahnesini bir ay boyunca kurduğunu ve oynadığını belirten Murathan Mungan, “Oynamadan yazmam, açık söyleyeyim. Kendi tüylerim ürpermiyorsa; bir sahnenin yazımında okura geçirecek bir şeyim yok demektir. Oynamak derken, evde ayna karşısında yüksek sesle oynamayı kastetmiyorum. Neredeyse bir şizofren gibi yarılarak, onu hissederek… Sonra üç günde yazdım. Daha doğrusu ilk iki günde tamamı çıktı, üçüncü günden sonrası tezyin dediğimiz süslemeye giren kısmı. O süre içerisinde de içinizi hazırlıyorsunuz” dedi.
Mungan, eleştirmen Ömer Türkeş’in, “Benim okuduğum ilk Murathan Mungan metni Birikim’de ideoloji üzerine bir yazıydı. İkincisi AST’de oynayan “Taziye” oyunu, sonra hikaye, şiir, roman… Bütün bunların arasında yine de uzun dönem şair Murathan Mungan olarak kaldı. Bütün bu tarzlar arasında kendini en evinde hissettiğin tarz hangisi?” sorusuna da şu yanıtı verdi:
"Evimde hissettiğim olsaydı onu yapardım. Dünyada şair olarak duruyorum ama bunu söylerken mesleki anlamda şairlik, şairlik meslek değil de muradımı anlatmak için kullanıyorum. Bunlardan birini beceremediğime ikna etselerdi bırakırdım zaten. Ben tuhaf bir şekilde sadece şair olarak anılmanın dışında mesela bunu Sezen Aksu’yla da konuşmuştuk; “Bir albüme istediğin kadar şarkı koy, bir tane aşk şarkısı koyarsan sarımsak gibi en çok o kokuyor ve en çok o konuşuluyor” diyordu. Bir tane aşk şiiri yazmışsan o aşk şiirini konuşuyorlar. Öyle bir okur algısı var. Aşk her zaman baş roldedir."
Kendi verimini bir fabrikaya benzettiğini söyleyen Mungan, söyleşi boyunca kitabının yazım sürecinden editörüyle çalışma biçimlerine, şiirlerinin internette tahrif edilerek yayımlanmasından gelecekte yayımlamayı tasarladığı yeni kitaplarına dek pek çok konuya değindi.
Dört yüze yakın izleyicinin katıldığı söyleşide Mungan, daha önce roman sanatında kimsenin denemediği bir projeye başladığını ve bunun için özel bir kütüphane kurduğunu belirtti.
İstanbul Modern ve Sabit Fikir işbirliği ile sunulan sıra dışı söyleşilerin ilk üç aylık programı belirlendi: Murathan Mungan’ın ardından ağustos ayında Hakan Günday ve eylül ayında Küçük İskender konuk olacak.
Benzersiz bir tartışma ve paylaşım alanı oluşturan söyleşi dizisini Semih Gümüş şu sözlerle değerlendiriyor: “Okumanın kolay kazanılan alışkanlıklardan olmadığını biliyoruz. Hele burada. Kitap okuma oranının düşüklüğünden, kitap satışlarının azlığından oldum olası yakınılır, ama öyle görülüyor ki, bu sorunun nasıl çözüleceğini kimse pek bilmiyor. Herhalde uzun zaman gerekecek. Belki birkaç kuşak sonra yazarlar ve yayıncılar daha mutlu olacak. Onlarla birlikte, okurlar da. Ne var ki, bugün önümüzde duruyor. Ne yapmalı, sorusuyla birlikte. Okuma alışkanlığını çoğaltılması kadar, okuma biçiminin niteliğinin yükseltilmesi de önemli. Bir romanı, öyküyü, şiiri nasıl okumalıyız? Doğru bir okuma biçimi kazanmak için ne yapmalıyız?
Eleştirinin işlevinden söz edeceksek hemen, onun da yazarı ve okuruyla bütün bir edebiyatın sorunu olduğunu görmek gerekiyor. Okuduğu bir kitabı yalnızca “iyi ya da kötü” diye niteleyen okur da bir eleştiri yapmaktadır aslında. Yalnızca, üstünde pek düşünmeden. Biraz daha düşünmekte, sonra okuma biçimimizin niteliğini yükseltmekte sakınca yok. Onun yolu da daha çok okumaktan geçiyor. Eleştirinin işlevi de zaten bütün olarak okuma kültürünün düzeyini sürekli daha yukarı çekmesindedir. Yoksa ondan somut, elle tutulur bir karşılık beklemek doğru değil.
Sözünü Sakınmadan’da okuyup tartışacağız. Aramızda ve elbette konuklarımızla… Çoğu yazar, edebiyatçı, bazen de öteki kültür ve sanat alanlarından konuklarımız olacak. Değil mi ki bir resme bakmak, bir filmi izlemek de onların derin yapısına girmeyi gerektirir, aslında yaptığımız hep aynıdır. İlişki kurduğumuz edebiyat ve sanat yapıtını anlamak, başkalarına gereksinim duymadan, kendimiz yorumlamak. Sözünü Sakınmadan, katılan izleyicileriyle birlikte, bu yolda ilerlemenin yordamlarını elimize almamıza neden olabilir mi? Derdimiz bu…”