İlk şiir kitabı ‘Kuytumda’yı anlatıyor Gonca Özmen: "Elimde kitap. Öyle korkak ve ürkeğim ki… Ödül töreni oldu, dizlerim titredi, dilim tutuldu. Naiflik; hem şiirlerim hem benim için kilit sözcük. Editör falan yok. Kimse yok. Sorup gösterecek insan bile… Okuyorum akrabalara; bir tek yengem aferin diyor: "Aferin, aferin… Çok güzel olmuş." O da zaten öylesine, laf olsun diye…
Daha çok ‘Belki Sessiz’le tanıdığımız şair Gonca Özmen’in 13 – 18 yaş aralığında, memleketi Burdur’da yazdığı şiirleri çok eskiden, 2000 yılında, Hera Yayınları’ndan çıkmıştı aslında. 2000, Özmen için milattı bir anlamda. Yaşı 18 olmuş, üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gelmiş, ilk şiir kitabı yayımlanmış, ilk ödüllerini almıştı. O kitap, ‘Kuytumda’, uzun zamandır yoktu ortalarda. Daha yenice, iki ay kadar önce, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yeniden yayımlandı. Tam o günlerde yolda, Ordu’daki bir etkinlik dönüşünde, karşılaştık Özmen’le. Otobüste koltukları yan yana düşürünce kayıt cihazı için, "Peki, peki; aç…" dedi ve başladık.
Epey gezgin bir şair misiniz?
Etkinliklere katılmaya çalışıyorum, evet. Okurla doğrudan bir bağ kurulabiliyor. Önemli bu. Çünkü şiir okurunu bekler, onu bulunca yaşamaya başlar, çoğalır. Şiirinki öyle bir hayat. Şair tarafından yazıldığında değil, okur tarafından okunup içselleştirildiğinde başlıyor yaşamaya. Bir de edebiyatın zalim bir tarafı var. Yazdığını bir boşluğa fırlatıyorsun. O nereye gidiyor, kimin eline geçiyor, çöpe mi atılıyor, başucuna mı konuyor; o macerayı hiç bilmiyorsun. Bilmek bazen mutlu ediyor insanı. Ses verenler de oluyor o boşluktan.
‘Kuytumda’yı 11 yıl sonra gözden geçirerek yeniden yayımladınız. Gözden geçirme, orasını burasını düzeltme bir ihanet değil mi geçmişe?
Sadece iki şiiri çıkardım kitaptan. Bir kitap oluşturmak için yazılmamıştı bu şiirlerin hiçbiri. O iki şiir de bütüne tamamen aykırı idi. Gözden geçirerek yayımlamak, geçmişe bir ihanet değil kesinlikle. Unutulmuş bir noktanın koyulması, bir küçük harfin büyütülmesi, sarkan bir dizenin atılması gibi küçük değişikliklerden ibaret… ‘Kuytumda’, Türk şiirinin çıtasını yükseltecek çok iyi şiirlerin toplandığı, çok iddialı bir kitap değil. Burdur’da, taşrada yaşayan bir insanın, küçücük bir kızın, 13 ile 18 yaş aralığında yazdığı şiirlerden oluşuyor. İlk şiirim 1997’de Varlık Dergisi’nde yayımlanmıştı, o zaman 15 yaşındaydım. Burdur ve doğa, yanı sıra çocukluk… O çocuk dönemin kusurları var kitapta. Bu kitabı yeniden basmanın anlamı biraz da şu: Ben buradan doğdum, bu sözcüklerle başladım, bunlar benim ilk adımlarım demek. Çocuk sözcüklerim, çocuk aşklarım, çocuk özlemlerim, çocuk yalnızlığım… Şiirlerde hep ötekine değme ihtiyacı, biriyle konuşma isteği, bir şeyler paylaşma arayışı, uzağa bir özlem var. Onu, o uzağı anlatma telaşı var.
Burdur’un uzağını mı?
Bir tek Burdur’un da değil. İnsanın, kentin, ülkenin, sözcüklerin uzağını. "Uzağın yakıcı güzelliğinde" beklenen bir ses… Bir çatırtı… Bir patlama… Bir yeniliğin olmasını, bir başka şiiri, bir başka şairi bekleyen biri. ‘Düş Adam’ diye uydurduğum biri vardı mesela. Ona sevdiğim özellikler yüklemiştim. Bu durumda şöyle derdi ‘Düş Adam’, böyle düşünürdü filan deyip yalnızlığımı hafifletmeye çalışıyordum. Şiir düşlemektir de. Düşten bir adamdır da… Benim şiirimin temel derdi de bu aslında: Konuşmak, anlatmak, ötekine değmek… Bak burada önemli bir şey var, ben böyle düşündüm, bunları düşledim, bunları yazdım, bunları istedim, bunlar olsun diye bekledim demek… Kendimde olanı aktarmak… Üçüncü ya da dördüncü kitapta neler olacak, şiirler nerelere gidecek, bende neler birikecek bilmiyorum. Bakalım…
Çok büyük değişiklikler olacak mı acaba?
‘Kuytumda’ ile ‘Belki Sessiz’ arasında çok uzun bir süre, 8 yıl vardı. İki kitapta benzerlikler olduğu gibi ciddi farklar da var. Hem dilde, hem söylem biçiminde, hem de temalarda. Üçüncü kitapta ise daha keskin ayrımlar olacak sanırım. Mesela tekerlemeler üzerinde çalışıyorum bir süredir. Mehmet ve Mustafa gibi isimler üzerine yazdım. Sesi odağa alan şiirler… Bazı kavramlar üzerinde daha çok odaklandım: Devlet, erk, erkek ve iktidar gibi… Bu değişim normal. Kaçınılmaz. Zamanla her şey değişiyor. İnsan her gün hem eski hem yeni biri. Her gün yeni bir şiirle karşılaşıyorsun, yeni bir filmle, yeni bir görüntüyle… Enver Ercan’ın bir kitabının adı gibi, ‘Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman’. İnsanı da, sözcükleri de, şiirleri de öpüyor zaman. Ayrıca dünya giderek daha da vahşileşiyor. Bu da ucundan kıyısından yansıyor yazdıklarınıza. Bazen bir itiraz olarak. Bazen bir sessizlik. Büzülerek ya da hırçınlaşarak. Bunu süreç belirliyor. Hem kimindi o söz, "yol, yürüyüş öğretir."?
Zaman