İlk şiiri 12 yaşında yayınlanan ve 70 yıldır dur durak bilmeden yazan Türk şiirinin ‘Aksakal’ı Bahattin Karakoç’un eserleri ‘Seyran’la okuyucuyla buluşuyor. Şair bir ailenin geleneğini sürdüren Bahattin Karakoç , Anadolu türkçesini ve şiirdeki ses akışını en iyi kullanan üstatlardan birisi.
Söz şiirden açılınca kelimelerin birbirleriyle en uyumluları bir arının toplayacağı çiçek polenleri gibi şairin gönül ufkunda, gözün göremediği aklın düşünemediği uçsuz bucaksız ilham uzayına kapı açılır.
Şair ne kadar özgün kelimeleri bir piyanonun notaları gibi uyum içinde bir ses, ahenk, düşünce harmonisi haline getirirse şiir o kadar şiir olur.
Şiir öyle aklımıza ilk gelen kelimeleri yan yana alt alta öyle rast gele dizerek yazılsaydı bunun adı şiir olmaz başka bir şey olurdu.
Okuduğunuz bir şiirde ruhunuzda karşılık bulan bir dize, bir kelime dahi yoksa o şiire şiir, şairine de şair demezsiniz.
Babadan oğula şiir
Bir evde hiç şiir okunmuyorsa ve şiir bayramlarda, yarışmalarda bir dolgu malzemesi gibi okunuyorsa söz medeniyetinin prensi şiir sizin kaba yanınızı inceltmez.
Bir evde çocukların kulağına ninni söylenmemiş, masal anlatılmamışsa o evdeki çocukların ruh dünyasına bir şey katmamışsınız demektir. Siz çocuklarınızın yüreğine neyi ekerseniz ancak onu biçersiniz.
Babası şair olan ve soycak şair bir aileden gelen ve 12 yaşında ilk şiiri yayınlanan ve 70 yıldır dur durak bilmeden -tabiri caizse soluklanmadan- şiir yazan Türk şiirinin ‘Aksakal’ı Bahaettin Karakoç için ne yazılır ne anlatılır günlerce bunun hesabatını yaptım. Hem sürçü lisan etmemek hem de onu ve şiirlerini anlatmaya çalışırken haddimi ve hukukumu bilmek zorundayım.
Üç Karakoç’un açtığı yol
Şiire başladığım yıllarda Abdurrahim Karakoç, Bahaettin Karakoç ve Sezai Karakoç’un şiirleriyle tanıştım. Heceyi kusursuz kullanmayı, Anadolu Türkçesini ve şiirdeki ses akışını bu üç Karakoç’tan öğrendim. Her üçünün de bütün kitaplarını okudum. Bahatettin Karakoç ile özel bir hukukumuz oluştu. Ben her ne kadar da kendisini usta olarak gördüysem de o benim bir çocuğun düşe kalka yürüdüğü gibi uzaktan izleyerek hatalarımı gösterdi. Kendisiyle bir araya geldiğim zamanlarda şiirlerinin ilerde toplu şekilde yayınlanması için bana yetki vermesini istedim. Allah geçinden versin uçup giderse şiirlerini bir araya getirmek zor olacak diye düşünürken bir de baktım ki toplu şiirlerinden oluşan ‘Seyran’ çıkıp geldi.
Seyran, yedi cilt olarak yayınlanacak olan bütün şiirlerinin birinci cildi, beş yüz on iki sayfa. Nar Şiir yayınları arasında gönlümüze ve kitaplığımıza misafir oldu.
Seyran’ın araladığı kapı
Kitabın on beşinci sayfasından altmış birinci sayfasına kadar şiirle ilgili enfes poetik yazılar yer almakta. Ben bu yazıların bir kısmını ve buna benzer yazıları 1986 yılında çıkardığı Dolunay dergisinde büyük haz alarak okumuştum. Dolunay deyince biraz durmak gerek, Anadolu’da birçok gencin şiirin, hikâyenin, denemenin eşiğinden içeri adım attığı bir edebiyat dergisi oldu. Şu an bile aynı kaliteyi yakalayabilmiş bir edebiyat dergisi yoktur.
Sözümüzü Seyran’dan alıntıladığımız yazılarla sürdürelim: ‘1962’lere kadar onlarca dergide şiirlerim yayınlandı, 1962’lerde oturdum kendimle hesaplaştım, sonunda sıradanlığı bırakıp kendime has bir çizgi oluşturmaya karar verdim. Bunun için de benim şiir/sanat miladım, ilk şiir kitabın SEYRAN’dır. Seyran’dan önce yazıp yayınlattığım şiirlerin hiç birisini sonraki kitaplarıma almadım.’ Aksakal belki de bunun için toplu şiirlerinin ilk cildine bu adı vermiştir.
Tornadan çıkmayan şiirler
Bahaettin Karakoç şiirlerinde hiçbir zaman tekrara düşmeyen bir şairdir. Ben onun bütün kitaplarını okuduğumda bu kanıya vardım siz de toplu şiirlerini okuduğunuzda tornadan çıkmış gibi birbirinin izine basarak devam eden şiirleri göremezsiniz. Karakoç her kitapta kendini yenileyerek şiir serüvenini sürdürür. ‘Sığ sularda kürek çektiğimi, başkalarının gölgelerine bastığımı, söylemlerimde tekrarlara düştüğümü görenler varsa, buyursunlar tanıklık etsinler.’
Şair önce kendi putlarını kırmalı
Türk şiirinin Beyaz Kartalını ne kadar anlatmaya çalışsam eksiklerim o kadar çok olur. Zaten kendisi övülmekten haz alan bir şair olmadı. ‘Bir insanın, kendi içindeki putları kırmadan kendini anlatması kolay, ama ben putlarımı kıralı en az yarım asır oldu. Kendimi daha fazla anlatacak değilim, hele şiirlerimi hiç…’ diyerek de bize fazla söz bırakmıyor.
‘Şiir, Atinalı bir kurtizan, Japonyalı bir geyşa, Parisli bir fahişe mi ki kendisini her önüne çıkana satsın? Şair, manav mı, kasap mı, kabzımal mı, ne sanırlar yani?.. Şiir satmaz, çünkü şiir kutsal bir sebildir, Hak yolunda akar. Bir rahmettir; gönül topraklarını beslemek için yağar… Bir kanat sesidir, ruhun ilahi bir musikîye susadığı zaman duyulur. Renkli bir ışık cümbüşüdür, sessizliğin ululaştığı saatlerde başlar… Şiir, tek başına da bir hayattır, bir medeniyettir, aşılması mümkün olmayan bir atmosferdir. Daha nedir şiir?’
Sözü yine kendi sözleri ile bağlarken Seyran’ın yayımlanmasında emeği geçenlere minnettarım. Çünkü şiire yatırım yapmak akıl karı değil!
Medeniyetler Diyaloğu
Roger Garaudy
Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları
2011
256 sayfa
Yeni Şafak