Tarihi kişiliklerin İslamsızlaştırıldığına dikkat çeken şair Şaban Abak, Tarifi Bende: Bir İslam Aydını Olarak Nasreddin Hoca adlı kitabıyla Hoca’nın gerçek kimliğine işaret ediyor.
Tarihi şahsiyetlerin iki hayat hikayesi vardır. Biri gerçek kişiliğini öteki zamanla dönüşüme uğrayabilen menkıbevi kişiliğini anlatır. Hoca’nın menkıbevi kişiliği gerçek kişiliğinin önüne geçmiş.
Şair ve yazar Şaban Abak’ın son kitabı ‘Tarifi Bende: Bir İslam Aydını Olarak Nasreddin Hoca’ Nasreddin Hoca’nın bilinenin aksine bir din alimi ve ilim adamı kimliği olduğunu gündeme getiriyor. Abak’la Nasreddin Hoca fıkralarına yaptığı bu farklı okuma üzerine konuştuk.
Nasreddin Hoca’nın bir İslam aydını olduğunu vurgusuna neden ihtiyaç duydunuz?
Medeniyetimizin geçmiş parlak devirlerinin büyük şahsiyetlerini; bilimde sanatta, siyasette, askerlikte toplumun öncülerini doğru tanımamız gerekiyor ki onların eserlerinden, birikim ve tecrübelerinden gerektiği biçimde yararlanabilelim. Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Seyyid Mahmut Hayrani, Sarı Saltık Gazi gibi hemen akla gelen nice toplum önderimiz günümüzde bazı kesimlerce kasıtlı olarak çarpıtılıyor, kimlik ve kişilikleri adeta “İslamsızlaştırılıyor”, sonra bu “light” versiyonuyla yeniden pazarlanıyor. Böylece artık o büyük şahsiyetlerden öğreneceğimizi öğrenemez oluyoruz. Nasreddin Hoca da yukarıda adını andığım zatlarla çağdaş, hatta bazılarıyla yakın arkadaştır. Hanefi fakihi (hukukçusu)’dir. Aynı zamanda müderris; yani özerk bir yüksek okulun baş hocasıdır. Bunlar Selçuklu dönemiyle ilgili hemen bütün kaynaklarda ve arşivlerimizde belgesiyle sabittir.
Nasreddin Hoca’yı sadece fıkraları ve Türk mizahındaki yeriyle tanıdık yıllarca. Neden Nasreddin Hoca böyle bir kalıba sokuldu sizce?
Tarihî şahsiyetlerin iki hayat hikâyesi vardır. Biri gerçek olan tarihî kişiliğini, öteki ise zamanla değişime, dönüşüme de uğrayabilen “menkıbevî” kişiliğini anlatır. Nasreddin Hoca’nın menkıbevî kişiliği, onun tarihî kimliğinin o kadar önüne geçmiştir ki biz artık “gerçek Molla Nasreddin” i hiç tanıyamaz olmuşuzdur adeta. Bunun Hoca’ya bir haksızlık olduğunu ve kendisinin gerçek tarihî kimliğiyle, kişiliğiyle de bilinmeyi hak ettiğini düşünüyorum.
Bu kitap Nasreddin Hoca’yla ilgili ön yargıların aşılmasını sağlayabilecek mi?
Herhangi bir önyargıyla savaşmıyorum, buna güç yetmez zaten. Kitap okununca -ki herkesin bir solukta, yani kolayca okuyabileceği bir kitap- ne demek istediğim bir çırpıda anlaşılıyor. Şaşırtmıyorum fıkraları yorumlarken. Pek çok okuyucu da çarpıcı bulduğunu söylüyor. Özellikle samanlıkta iğne arama, göle maya çalma yahut ramazan hilâlini gözleme latifelerini yorumlayışım vasıflı okurlardan büyük beğeni alıyor. Ama aynı zamanda herkesin zaten bildiği fakat adeta kaybettiği bir hakikati onlara buldurmuş olduğum duygusunu da yaşıyorlar. Çünkü yazdıklarım kalbin ve vicdanın sesiyle örtüşüyor.
Nasreddin Hoca’nın bir Orta Asya gezisi yapmış olabileceğini söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Hoca, Moğol saldırıları sırasında 40’lı yaşlarında. Saldırılar sona erip bazı Moğol prensleri de Müslüman olunca Hoca’yı Asya içlerine misafir etmiş olabilirler. Çünkü Hoca hem İslam dinini ve hukukunu çok iyi biliyordu hem de latif üslubu, sempatik kişiliğiyle tebliğ görevinde yüksek başarı gösterebilirdi. Hocanın hayatında, yaşadığı dönemde gerçekleşmiş olaylarda ve kendi latifelerinde pek çok işaret var bu hususta. Zaten Orta Asya’daki büyük şöhretini başka türlü izah edemeyiz. Balkanlardaki şöhretini ise, Dobruca’dan Bosna’ya kadar bütün o bölgeye İslam’ı taşıyan ve Nasreddin Hoca’nın da yakın arkadaşı olan, evine gidip gelen meşhur Sarı Saltık Gazi’ye bağlayabiliriz.
MUHAMMED EMRE YAPRAKLI
Star Gazete