“25 yıldır bir yasağın kapısındaymışız…”

Kitap
“Ben hukuk fakültesinden mezun olalı 25 yıl olmuş. 25 yıldır bir yasağın kapısında bekliyormuşuz. Çözülerek, batarak, sinerek yaşamışız bu 25 yılı.” 28 Şubat döneminin yazar Sibel Eraslan&...
EMOJİLE

“Ben hukuk fakültesinden mezun olalı 25 yıl olmuş. 25 yıldır bir yasağın kapısında bekliyormuşuz. Çözülerek, batarak, sinerek yaşamışız bu 25 yılı.” 28 Şubat döneminin yazar Sibel Eraslan’daki karşılığı bu. İşte Sibel Eraslan ile ‘Saklı Kitap’ romanı üzerine bir röportaj…

28 Şubat’a bugünden bakınca ne görüyorsunuz?

28 Şubat aslında belki de 1920’lerden beri oluşturmaya çalıştığı ‘uluslaştırma projesinin’ fay hatlarından birisi. 27 Mayıs’la, 12 Eylül’le, 2007’deki e-muhtırayla akrabalığı olan derin kırıklardan biri. O kırığın en derin izleri kadınların ruhunda saklı.

İkna odaları nasıl bir iz bıraktı?

Büyük bir hayal kırıklığıydı. Hayal kurmaya izin vermiyordu. 28 Şubat’ın üniversitelerle, sermayeyle, medyayla yakın bir alakası vardı ama ben kendi şahit olduğum alanı, kadınlar dünyasında bıraktığı izleri yazıya taşımak istedim. Bir kadın korkusu olarak gördüm ben o günleri. Başörtülü kızlar düşünülmeyen, hesap edilmeyen kızlardı. Rejimin münasebetsiz bulduğu kadınlar ortaya çıktı. O kadınlar üzerinden insanları cezalandırmak çok daha kolaydı. Odağında kadın vardı ama kadının yanındaki erkekler de nasiplerini aldı.

Kitapta saçını kazıtarak başörtüsünden vazgeçen kızlar var…

Çok kolay değildi yaşananı taşımak. İzlerini hâlâ yaşıyoruz. Pek çok arkadaşımı kaybettim. Sağlığı bozulanlar, ülkeyi terk edenler oldu. Belki bu süreç olmasaydı o kadar çok farklı sesi duymayabilirdik. Bir adalet dili oluşturmamızı sağladı.

‘Bir safra gibi gördüler’

Refah Partisi iktidardayken böyle bir sürecin yaşanacağını tahmin edebilir miydiniz?

Türkiye’nin genel demokrasi tecrübesine baktığınızda baskıcı bir tavır var zaten. Cumhuriyet her an bu kadar kurucu bir dille tanımlanıyorsa elbette onun içinde kuran gücün refleksleriyle karşılaşacaksınız. O yüzden Ergenekon ve Balyoz davalarını önemsiyorum. Her ne kadar tutukluluk sürelerinin çok uzun sürmesi ve çok genelleştirilerek insanların mağdur edilmesi gibi bir eleştirimiz var ama yine çok önemli. Türkiye’deki mütedeyyin kesim hiçbir zaman devletle karşı karşıya gelmek, bir şiddet üzerinden tavır geliştirmek yöntemini tercih etmedi. Müspet mücadele yöntemini benimsediler. Devletin kavram olarak altını boşaltacak bir eleştiri geliştirmedi. Biri Ermeni, Alevi, Kürt olduğu için üniversiteye alınmasa bütün dünya ayağa kalkar, hepimiz tepki duyarız. Başörtülü bir kız için okulun kapanması, otobüsten indirilmesi gibi şeyler korkunçtu. İnsanların beyninin zonklaması gerekirdi bununla karşılaşınca fakat öyle olmadı. İslami kesim içinde de bir safra gibi görülmeye başlandı. “Türban sorunu” dendi dendi en sonunda sorun oldu.

Peki nasıl atlattı bu kızlar o süreci?

O zaman Anadolu’dan İstanbul’a okumaya gelmek kolay değildi. Bizim dört beş yıl sonramızda bu çember kırıldı insanlar yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Bu bizim de sosyolojimizi değiştirdi. Şimdi bizim çocuklarımız için dünya çok küçük bir yer. Bizim için çok büyüktü.

Röportajın devamını okumak için tıklayınız!

Radikal