Umran dergisinin 224. sayısı çıktı
Umran dergisi nisan ayında 224. sayısını yayınladı. Türkiye ve Ortadoğu’da yaşananların değerlendirildiği bu sayıda neler var birlikte göz atalım…
Türkiye ve Ortadoğu’daki değişim/dönüşüm süreçlerinin farklı bir evreye geçtiği görülüyor. PKK’nın silah bırakma kararı, İsrail’in Mavi Marmara saldırısından dolayı Türkiye’den özür dilemesi, Suriye’de muhalefetin geçici başbakan tercihi bunlardan birkaçı. Hararetli olanbu süreçlerin tümü aynı zamanda Türkiye içi dengeleri de etkileyecek. Muhalefetin söyleminde milliyetçi ton biraz daha artacak gibi. Buna karşın başbakanın temkinli bir biçimde hareket etmesi süreç içinde yaşanabilecek bazı aksamaları göğüslemenin zorluğundan kaynaklanıyor olsa gerek.
Umran’ın bu sayısı, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin değerlendirilmesi ile başlıyor. Dosya konumuz ise geçmişin hatırlanma biçimleri üzerine. Andre Gide, ‘Hatıra yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır’ der. Alacakaranlık yıllarda ve onun ardından yayımlanan hatıralar bir yanıyla Türkiye’nin modernleşme sürecinin hangi evrelerden geçtiğini ortaya koyan, bir yönüyle de bu süreçte inşa edilen toplumsallıkları ve cemaat bağlarını yenileyip canlandıran bir etkinlik oldu. Gerek söyleşilerde gerekse kitap düzleminde karşılaşılan hatırlama biçimlerine yakından bakıldığında hesaplaşma ile menkıbeler arasında gidip gelen bir söylemin baskın olduğu hemen fark edilecektir. Önemli siyasal ve toplumsal değişimlerin yaşandığı iki binli yıllarda yayımlanan hatıraların bir kısmının söyleminin varolan siyasi tartışmalarla çakışmasından dolayı da geçmişin hatırlanmasının siyasi veçhelerini gözler önüne serdi. Zaten geçmişi hatırlama ve anlatma deneyiminde şimdiki zamanın hegemonyasının olmaması düşünülemez. Bu yüzden Italo Svevo “Bugün, geçmişi orkestra şefinin müzisyenleri yönettiği gibi yönetir” sözü bu gerçeği çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. Geçiş koşulları baş gösterince hatıralar üzerinden söylemler de kamusal dolaşıma girdi.
Türkiye’nin önemli dönüşümler yaşamaya başladığı 1950’li yıllardan bu yana birçok tecrübe birikti. Biz bugün bu tecrübenin bir kısmıyla, sayının sınırlarının elverdiği ölçüde hemhal olma arzusundayız. Hatıraların gözünden Türkiye’nin toplumsal meselelerini ele almak niyetimiz. Hatırat yazmak demek, gerçekte bir hesaplaşmaya girişmek demektir. Burası açık. Kişi kendisiyle/geçmişiyle hesaplaşırken, tabiatıyla başkalarının (meselâ hasımlarının) hesabını da görmek ister. Bu yüzden son dönem hatıratlarının önemli bir kısmının açıklamalarla örülü olması üzerinde dikkatle durulmalıdır. Hepsinde entelektüel bakış açısı olmasa da kamusal alanda önemli sonuçlar doğuran süreçlerin eşlik ettiği hatıralar; aynı zamanda yakın tarihin bazı çatışmalı alanlarını da görünürlük kazandırmasından dolayı yeni bir tartışma ortamı da üretti. Fakat hatıraların hatırlama biçimleri üzerinde yeterince durulduğu söylenemez. Hatıraların Türkiye’nin yeniden Müslümanlaşma süreçlerini gözler önüne sermek kadar bu süreçteki tartışmalı ve çatışmalı hususları belirginleştirmesi onları doğal olarak tarih yazımının hammaddesi haline de getiriyor. Tek partili yılların sebep olduğu sarsıntı, insanların dilsizleşmesi, yıkım, şok, çekilen acıların anlatılarını inşa etmenin zorluklarını da düşündürüyor.
Geçmişi hatırlamak, ortak olan hususlar kadar bireysel olanların kaydedilmesini sağladığından dolayı ahlaki ve politik bir eylemdir. Elbette bu, anlatılan her şeyi hakikat olarak telakki etmeyi gerektirmez. Türkiye’deki İslâmi mücadelenin nereden gelip nereye gittiğini görmek bakımından hatıratlar büyük önem arz ediyor. En iyi biçimde tarihin yeniden kurulması olarak adlandırılabilecek özgül bir pratikten söz ediyoruz. Bu sayımızda hafızayı bireysel olmak kadar yazılı kültürel bir depo olarak da gördüğümüzden hatırat kitaplarının bu yönü üzerinde durmayı gerekli bulduk.
İletişim: www.umrandergisi.com
TÜRK EDEBİYATI DERGİSİ 474. SAYISIYLA KARŞINIZDA
Türk Edebiyatı dergisi nisan ayında yayınladığı 474. sayısı ile okuyucularıyla buluştu. Beşir Ayvazoğlu bu ay Türk Edebiyatı dergisinde hangi konuları okuyacağınızı şöyle anlatıyor….
Bu sayımızdaki ilk metin, çoğunuzun yakından tanıdığını zannettiğim Bayram Bilge Tokel’le yapılmış bir röportaj… Arkadaşımız Selçuk Karakılıç’ın sorularına değerli sanatçının bir bağlama virtüözü ve musiki üzerine düşünüp yazan bir entelektüel olarak verdiği cevaplar herhâlde ilginizi çekecektir. Şu cümlelerin altını sizin için çizdim: “Türküler çağlar boyu olduğu gibi, bundan sonra da tarihî uzun yürüyüşüne devam edecektir. Yakanı, havalandıranı, çalanı, söyleyeni ve dinleyeni hep olacaktır. Tabii içinden çıktığı hayatın ve toplumun değişmesiyle birlikte değişerek ve yenileşerek, ama bütün bu değişime rağmen Tanpınar’ın deyimiyle, hayatımızın değişmeyen, ya da en az, en ağır değişen yanına hitap ederek…”
Röportajı, Gürkan Yavaş’ın “Çankaya Köşkü’nde Türk Musikisi” başlıklı yazısı takip ediyor. Birkaç ay önce Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun bu isimle Çankaya Köşkü’nde verdiği konser vesilesiyle yazılanların bir değerlendirmesi ve eleştirilere cevap niteliği taşıyan bu önemli yazıya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bu sayıda Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman’la da kısa bir röportajımız var. Kahraman, 18-21 Nisan tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilecek olan All Arts Sanat Fuarı’nın genel koordinatörüdür. Contemporary İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı tarafından düzenlenen bu fuarın diğer sanat fuarlarından farkı, klasik Türk sanatlarını da kuşatacak olması. Böyle bir fuara niçin ihtiyaç duyulduğu, klasik sanatlarımızın bugüne kadar niçin ihmal edildiği ve bu sanatlara çağdaş bir anlamın nasıl yüklenebileceği konularında sorduğumuz sorulara kuşatıcı cevaplar veren Kahraman’ın görüşleri önemli.
Arkadaşımız Sezai Coşkun da Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun son hikâyelerinden oluşan Rüzgâr Avı adlı yeni kitabını değerlendirdi.
Bu yıl Sâmiha Ayverdi’nin vefatının yirminci yılı. Bu vesileyle, Zeynep Uluant, büyük yazarın, genç yaşında ölen yazar ve felsefeci Semiha Cemal’le çocukluklarında başlayan sarsılmaz dostluklarını anlattı.
İbrahim Öztürkçü ise Süleyman Nazif’in nüktedanlığı üzerinde duruyor. Onun Bağdat valiliği sırasında kendisinden telgrafla on bin okka şekerle bin okka çay isteyen Hafız İsmail Hakkı Paşa’ya gönderdiği rivayet edilen ünlü cevabî telgrafın gerçekliğini arşiv belgeleriyle ispat eden Öztürkçü’nün yazısını acı tebessümlerle okuyacaksınız.
Cengiz Aytmatov, ölümünün 5. yılı dolayısıyla bu yıl Kazakistan’da çeşitli programlarla anılıyor. Biz de bu vesileyle büyük yazarla yapılan ve Anız Adam dergisinin Haziran 2011 tarihli sayısında yayımlanan son röportajı sizinle paylaşmak istedik. Bu röportaj, Ömer Küçükmehmetoğlu tarafından Türkiye Türkçesi’ne çevrildi. Ayrıca Kazak besteci Mukan Tölebayev hakkında kısa bir yazı okuyacaksınız. TÜRKSOY, bu değerli sanatçının ölümünün 100. Yılı dolayısıyla 2013’ü “Tölebayev Yılı” ilan etti.
Elinizdeki sayı, Yadigâr Türkeli Sanlı’nın ilgi çekici bir yazısıyla devam ediyor. Bu yazıdan, 17. Yüzyılda bir yangında mahvolan Londra’nın Mimar Christopher Wren yönetiminde bir ekip tarafından yeniden nasıl inşa ve ihya edildiğini öğreneceksiniz.
Ayşe Kasap da “Satılık Kütüphaneler” başlıklı yazısında, çok değerli eserlerden oluşan bazı özel kütüphanelerin bazen yaşadıkları ekonomik zorluklar yüzünden sahipleri, bazen da mirasçılar tarafından nasıl elden çıkarıldığını, bu yüzden bu önemli kütüphanelerin nasıl dağıldığını anlatıyor. Mehmet Samsakçı’nın yazısını okurken çok duygulanacağınızı tahmin ediyorum. Yazarımız, Manastırlı büyük bir âlim olan İsmail Hakkı Efendi’nin Sultan Mehmed Reşad’la Kosova Ovası’nda kılınan cuma namazından önce, isyanı, ayrılığı ve düşmanlığı önlemek amacıyla verdiği vaazı değerlendiriyor. Yazıda bu vaazın metnini de bulacaksınız.
D. Mehmet Doğan’ın umre intibalarını da içiniz yanarak okuyacaksınız. Doğan, Mekke’nin tarihî ve tabiî dokusunun nasıl tahrip edildiğini, Kâbe’nin gökdelenlerle nasıl kuşatıldığını renkli üslûbuyla uzun uzun anlatıyor.
Bu sayımızı Tekin Şener ve Hayrettin Durmuş kısa denemeleriyle; Hatice Bilen Buğra, Kâmil Yeşil ve Deniz Özbeyli hikâyeleriyle; Cengizhan Orakçı, Mustafa Özçelik, Servet Gündoğdu, Mehmet Aycı, Nazım Payam, Muhammed Hüküm, Suavi Kemal Yazgıç, Tuncay Günaydın ve Asena Gülsüm Güneş de şiirleriyle zenginleştirdiler. Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu…
Yedikıta: Mimar Sinan olmasaydı Ayasofya olmazdı
Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi, Nisan sayısında Mimar Sinan’ın yapıları ve hayatı üzerinde araştırmalarıyla tanınan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Suphi Saatçi ile yapılan röportajı kapağına taşıdı. “Mimar Sinan olmasaydı Ayasofya olmazdı” başlığı ile verilen röportajda Mimar Sinan’ın yapıları ve hayatı ile ilgili önemli bilgilere yer verildi.
Mimar Sinan’ın mimari yönünün dışında mühendislik tarafının da çok güçlü olduğunu yer hareketlerini ve yer fiziğini çok iyi bilen bir kişi olduğunun belirten Prof. Dr. Saatçi, “Aksi takdirde mimarlıkta başarılı olamazdı. Mimar Sinan sadece mimar değildi, çinicisini de vitraycısını da hattatını da yönlendiren bir yeteneğe sahipti.” diye konuştu.
Sinan Bir Osmanlı Dehası
Mimar Sinan’ın etnik kimliğinin tartışılması gibi bir tartışmanın yanlış olduğunu anlatan Prof. Dr. Suphi Saatçi, “Mimar Sinan bir Osmanlı dehası olduğunu söylüyorum. Çünkü onu Osmanlı yetiştirmiş. Devşirmiş, okutmuş ve büyük çapta mimar yapmış… Bir çocuğu alıyor, etnik kimliğine bakmadan ‘Sinan’ yapıyor. Bundan daha muhteşem, bundan daha önyargısız bir yönetim var mı? Osmanlı’nın en güçlü yanlarından birisi, insanları çok iyi kazanmak ve yetiştirmekti.” şeklinde konuştu.
“Ayasofya Kubbesi Sinan’ın İşi”
Ayasofya kubbesinin Mimar Sinan’ın kubbesine benzediğini söyleyen Prof. Dr. Suphi Saatçi önemli bir iddiada bulundu:
“Dikkatli bakıldığında Ayasofya’nın kubbesi Mimar Sinan’ın kubbelerine benziyor. Çünkü bu Ayasofya o bildiğimiz Ayasofya değil. İlk ahşap olarak yapılmış, sonra yanmış yeniden yapılmış. O da depremle yıkılmış. Bizim gördüğümüz en son şeklidir. Mimar Sinan olmasaydı günümüzde Ayasofya da olmazdı. Onun restorasyonu sayesinde, arkadan masif payandalar, sonrasında kalın iki tane minare, hatta belki de bu kubbe de Sinan’ın işidir diye düşünüyorum.”
Diyarbakır ve Bir Kermes
Yedikıta dergisinde yine Diyarbakır ile ilgili ilginç ve bir o kadar da önemli bilgilerin verildiği “Peygamberler ve Sahabiler şehri Diyar-ı Bekir” başlıklı bir yazıya yer verilmiş. Fatih Oktay’ın kaleme aldığı makale dikkat çekici kaynak bilgiler sunuyor. Derginin “Diyarbakır’da Bir Osmanlı Kermesi” konulu bu ayki ekine paralel olarak hazırlanan yazıda bünyesinde en fazla sahabe bulunduran üçüncü şehir olduğuna dikkat çekilmiş.
Yedikıta dergisinde ayrıca, Robert Koleji’nin Amerikalı misyonerler tarafından Rumeli Hisarı üstünde nasıl kurulduğunu anlatan Doç. Dr. Mustafa Gündüz’ün kaleme aldığı makale “Robert Koleji’nin İlginç Kuruluş Öyküsü”, başlığıyla verilmiş. Doç. Dr. Mustafa Güler’in “Haremeyn Hizmetkârları Memlûklüler” başlıklı makalesi, Dr. Abdülhamit Avşar’ın Hazar Denizi Bakü açıklarında bulunan Nargin Adası’ndaki dramı anlatan “Nargin Adası’ndaki Esir Türkler” başlıklı yazısı ilgiyle okunacak makaleler arasında yer alıyor.
İletişim: www.yedikita.com.tr
İTİBAR’IN NİSAN SAYISI ÇIKTI
İtibar’ın Nisan sayısı çıktı. Derginin 19. sayısında Hattat Savaş Çevik’le hat sanatı üstüne ve şair Said Yavuz’la şiir görüşüyle ilk kitabı etrafında yapılmış kapsamlı iki söyleşi de yer alıyor.
İtibar’ın 19. sayısı olan Nisan sayısı Hasan Aycın’ın imzasını taşıyan bir çizgiyle açılıyor. Ardından Süleyman Çobanoğlu’nun “Amasyalı Uzman Çavuşun Semiz Eşkıyaya Şöyle Bir Baktığıdır” şiiri geliyor. Bu sayıya şiirleriyle katılan diğer isimler ise Tuba Kaplan, Fatma Şengil Süzer, Nurettin Durman, Adem Turan, Murat Sözer, Nadir Aşçı, Halil İbrahim Polat, Orhan Özekinci, Belya Düz, İsmail Kılıçarslan, Esra Elönü, Mehmet Efe, Dilek Kartal, Senai Demirci ve Ahmet Edip Başaran.
Bu sayının öykü sayfalarında Cemal Şakar’ın “Kendisi Bir Upuzun”, Kâmil Yeşil’in “Gözyaşımın Rengi”, Aykut Ertuğrul’un “Yok Kimse Yok” ve Akif Hasan Kaya’nın “Nusret” adlı öyküleri yer alıyor.
Hat Sanatı ve Şiiri Merkeze Alan İki Söyleşi
İtibar’ın Nisan sayısında iki söyleşi yer alıyor. Hattat Savaş Çevik’le yapılan, “İslam Sanatı Daima Soyut Güzelliğin Peşinde Olmuştur” başlıklı söyleşi gelenekselden moderne hat sanatını merkeze alıyor. Geçtiğimiz ay yayınlanan ilk şiir kitabı Yüzümün Çocukluğu’yla dikkatleri üzerine çeken şair Said Yavuz ise derginin diğer söyleşi konuğu. Yavuz, “İnsan Şiire Ne Kadar Yetenekli Olursa Olsun, Yaralanmadan Yazamaz” başlığını taşıyan söyleşisinde samimi bir dille şiir serüvenini ve poetikasını ortaya koyuyor. Ayrıca Ahmet Edip Başaran’ın “Yüzümün Çocukluğu” yazısı da Yavuz’un şiirine dair çekilen fotoğrafın netleşmesini sağlıyor.
Düşünce ve Edebiyat Yazıları
Nisan sayısının düzyazı sayfaları Hüsrev Hatemi’nin “Şiirimizde Ubeydullah Efendi Belki de Ölmemiştir” başlıklı renkli yazısıyla açılıyor. Yazılarıyla ilk kez İtibar’da yer alan Ömer Lekesiz “Mustafa Kutlu’nun Üç Deseni”, İhsan Fazlıoğlu ise “Meta-Fizik’e Durmak” yazılarıyla bu sayının öne çıkan isimlerinden. İbrahim Paşalı, Neşe Kutlutaş, Berat Demirci, Lütfi Bergen, Atasoy Müftüoğlu, Ercan Yıldırım, Furkan Çalışkan, Suavi Kemal Yazgıç ve Abdullah Harmancı, bu sayıya yazılarıyla katılan diğer isimler.
İletişim: www.itibardergi.com
İLİM VE İRFAN DERGİSİ’NDEN KUTLU DOĞUM ÖZEL SAYISI
Nisan bütün İslam dünyası için Peygamber Efendimizin “kutlu doğum”u olması sebebiyle baştan sona bahar ve mevlid olarak idrak edilmektedir. İlim ve İrfan dergisi bu aya özel bir dosya ile, Resulullah Efendimizi gönüllerde yaşamanın ve yaşatmanın heyecanıyla dolu dolu bir sayıyla okuruna sunuluyor. Kainatın, hayatın ve tasavvufun merkezinde yer alan âlemlerin sultanı Resulullah Efendimize olan hissiyat, “Bahar O’nun adının değdiği yerdir.” muştusuyla dergide anlam kazanıyor.
“O ki, O’nun için varız” üst başlığıyla dokunan yazıların her bir satırı Efendimizi hayatından çizgileri bugüne taşıyor. Dosya kapsamında usta kalem Ahmet Taşgetiren, İsmail Acarkan, Hamza S. Toprak, Selim Haşimoğlu ve Saadettin Acar’ın yazıları yer alıyor.
Orta sayfada İrfan Kaynağı köşesinde Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi dosya çerçevesinde “Bizi Bizden Çok Seven Bir Kutlu Peygamber” başlıklı yazısında “kutlu nebinin” ashabına ve ümmetine olan sevgisini anlatıyor. “Hazret-i Peygamber bu ümmet için bir nimettir. O bu durumu şuna benzetir: “Benim ve sizin haliniz şu adamın durumuna benzer. O adam bir ateş yakmış, bu ateşe kelebekler ve çekirgeler düşmeye başlamış, o da onları ateşten uzaklaştırmaktadır. Ben sizi belinizden tutup ateşten alıyorum, sizse elimden kayıyorsunuz.” Kutlu nebinin ashabına, ümmetine verdiği bu örnek, bizi uyarmak, sakındırmak; Allah’ın haramlarını işlemekten ve günaha düşmekten korkutmak içindir.” diyen Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi doğru yola iletilmemiz hususunda Efendimizin şefkat ve merhametine vurgu yapıyor.
Ahmet Taşgetiren ise, “Kur’an’la Resulullah’la Dirilmek” başlıklı yazısında mü’minin hayatının, bütün varlığının, her an Rabbi ile birliktelik idraki içinde ve Resulullah’ı temessül ederek biçimleneceğini ortaya koyuyor.
Geniş bir irfan havzası
İlim ve İrfan, dosyanın yanında özgün yazı ve incelemeleriyle göz dolduruyor. Hüsnü Geçer, Nakşibendi-Haznevi yolunun kurucusu büyük meşale Şeyh Ahmed Haznevi’yi (ks) hizmetleriyle bugüne taşırken; Muhammed Uysal okuru Pakistan’ı besleyen bereketli topraklara, Lahor’a götürüyor. “İslam sevgi ve aşk medeniyeti ise bu medeniyetin tuğlalarıdır zikir… Zikreden insanlar çoğaldıkça yeryüzünde nur halelerinin sayıları artacak, hatta bu haleler iç içe girecek demektir.” diyen Mehmet Çetin, kâinatın zikir halinde oluşunu hatırlatıyor. Mona İslam’ın kaleme aldığı “Gökkuşağını Merdiven Yapmak” yapmak başlıklı yazı, son derece renkli üslubuyla çokluktaki birliğin güzelliğini gözler önüne seriyor. Selahattin Yıldırım ise, sahabeyi yücelten iyilik duygusunu bizlere hatırlatıyor.
Ailemiz sayfalarıyla da anne, baba ve çocukların gözdesi haline gelen İlim ve İrfan, ellerden düşmeyecek bir sayı ile okurunun gönlüne hitap ediyor.
İletişim: www.ilimveirfandergisi.com
Kün Edebiyat’ın 5 Sayı Dosyası Medeniyet ve Şehir
Her medeniyetin çeşitli bileşenleri vardır. Bizim medeniyetimiz, genel olarak ilim ve irfan gibi iki ana hattın etrafında, bir çok tali unsuru da içerir. Özellikle irfan boyutu, bizim medeniyetimizin alamet-i farikasıdır. Bu boyut, insan denen varlığın aklına hükmetmenin yanında gönlünü de fethetmek gibi yüce bir gaye ile ikmal edilmiştir. Bunu yaparken de şiir, musiki, mimari gibi güzel sanatları ön planda tutmuş, eskilerin deyimiyle- bir zevk-i selimin, yüksek bir estetik algının neticesi olan sayısız eseri insanlığın kültür hafızasına katmıştır.
Zamanın değişmesi, teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlemesi, medeniyet algısını da etkilemiştir şüphesiz. Bugünün medeniyet algısı, büyük ölçüde gelişmişlik, kalkınmışlık ve güç etrafında şekilleniyor artık. Pekala medeniyet bu gün gerçekten de bunlarla mı ifade edilmelidir? Ekonomik refah, medeniyeti besler mi? Uluslararası siyaset stratejileri paralelinde milli sınırlar içerisinde birer medeniyetten bahsedilebilir mi? Savaş uçaklarının, tankların, bombaların gölgesinde yeni bir medeniyet kurulabilir mi? Sanat, edebiyat, estetik, zerafet, nezaket ve bunların cümlesi olarak irfan, bu günün medeniyet projelerinin neresinde, ne ölçüde yer alıyor? Bizim medeniyetimiz, geçmişe dair hüzünlü bir iç çekişin muhatabı olarak mı kalmıştır yoksa kaldığı yerden devam mı etmektedir?
Kün dergisi 5. sayısında işte bu gibi sorulara cevap aramaya çalışıyor. “Şehir ve Medeniyet” başlığıyla bir dosyanın yer aldığı sayıya çok önemli isimlerin destek verdiği göze çarpıyor. Hilmi Yavuz, “Dinler, Medeniyetler, Kültürler ve Diller”, Nazif Gürdoğan, “Kale Dünyada Her Şehir Bir Kültür Merkezidir”, Hüseyin Akın, “Dönüşünü Sevdiğimin Ankara’sı”, Recep Garip “Şehir ve Medeniyet”, Bilal Kemikli “Şehri İnşa Etmek”, İhsan Kurt, “Kentlere Yenilen Şehirler”, Bedri Gencer, “İlahi Ekonomi Olarak Din”, Dursun Ali Taşçı, “Ruhunu Kalıba Dökebildiğin Yerin Adıdır Vatan”, Yavuz Güneş, “Şehrin ve Kentin Aylağı”, Mehmet Ali Çakır, “Ayrışan Şehirler”, Siyami Yozgat, “Bir Şehrin Ölümü”, Mustafa Uçurum, “Kentlere Yenilen Şehirler” adlı yazıları keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Ercan Köksal’ın hocaların hocası Prof. Dr. Sadettin Ökten ile yaptığı söyleşi de sadra şifa olacak türden…
Sayının diğer yazıları; Aydoğan Yavaşlı, Celal Kapusuzoğlu, Senem Gezeroğlu, Hasan Efe, Oğuzhan Yavuz, Hüseyin Akbaş, imzalarını taşıyor.
Bu sayının öykücüleri; Ahmet Yozgat, Ahmet Öztürk , Ercan Köksal, Halit Emre, Mustafa Çiftçi, Nazmi Şimsek, Üzeyir Süğümlü, Vicdan Efe
Şiirde; Sıtkı Caney, Ali Tavşancıoğlu, Ahmet Yozgat, Payidar Zaraman, Ömer Faruk Ünalan, Celal Kapusuzoğlu, İlhami Bozok, Murat Koparan, Emir Arslan Karapaça, Emre Kaya, İhsan Kurt, Hüseyin Hilmi Arslan…
GENÇ’TE BAHAR BİR BAŞKADIR
Genç dergisi nisan sayısını yeni ve taze heyecanla okuyucularıyla buluşturdu. İşte Mehmet Emin Gül’ün kaleminden bu ay Genç dergide okuyacaklarınız…
Nisan’da sizi neler mi bekliyor? Buyurun:
Dizi izlemeyeniniz var mı? Vardır illa ki, onlar şöyle bir dursun, bizim seslenişimiz izleyenlere: Bu ayki kapak konumuz; Dizini Kır da Gel!
Editörümüz ise şöyle sesleniyor: Ânı Yaşa Değil, Ânı Kazan!
Dünya Gündemi yine karışık. Beytullah Demircioğlu, Rusya’nın yoldaşlarından Macar evsizlere, Irak’taki mezhep çatışmalarından Mısır’a gündemi çözümlüyor.
Ülkemizin maşallahı var, her günü geçtik, her dakika gündem değişiyor. Takip edenler hatırlamak isteyecektir, edemeyenler içinse İbrahim Özkahyaoğlu Türkiye Gündemi’ni yazıyor.
Nisan sayımızda kapak konumuzun diziler olduğunu söylemiştim. Peki, bu ay Dosya bölümünü kim mi hazırladı? Mehmet Köprülü’nün kaleminden dizi kavramı, dizi bağımlılığı Genç Nisan sayısında!
Klinik Psikoloğumuz Mehmet Dinç, “İnsan Sevdiğinden Hiç Kaçar mı?” sorusunu yanıtlıyor.
Ayşegül Genç de, kendine has üslubuyla dizileri ve dizi bağımlılığını yorumluyor.
Sıra dışı adam Ömer Öztürk, maziyi yazmaya devam ediyor. Mazi sayfasında bu ay, dizilerin tarihini ele alıyor.
Sevilay Kösebalan, “Çocuklarınızı Televizyon Büyütmesin” uyarısında bulunuyor. Zehra Aydoğdu ise “Temiz Medya Temiz Toplum” teklifinde bulunuyor.
Fatma Ünal, tiyatro dünyasından önemli bir haberle Nisan sayımızda karşınızda…
Mehmet Lütfi Arslan, “Dört Dörtlük Adam’ın” tarifini veriyor. Kaçırmayın derim!
Geçtiğimiz Mart ayı içerisinde üzücü bir haberle karşılaşmıştık. Afganistan’dan yüreklerimizi dağlayan bir bomba patlamıştı. Bu hadise karşısında Mehmet Köprülü’nün kaleminden dökülenler Dağarcık sayfamızda.
Ali Can, Memleket Hâlleri sayfasında teknolojik gelişmeleri hangi bağlamda değerlendirmek gerektiğini açıklıyor. Başlık ise: “Süt Kardeşler Ay’a Çıkabilir mi?” Ayrıca zamanın kullanılmasına dair öğütleri de var Ali Can’ın.
Ölümü ne kadar düşünürsünüz? Ya da şöyle sorayım; ölümü nasıl düşünürsünüz? Sinan Özgenç’in Teşekkür-ü Mevt başlıklı yazısını okuduktan sonra ölüme dair düşüncelerinizi tekrar yoklayacağınızdan emin olabilirsiniz.
“Sözünü Tutmayanlar Unutulmaz ve Uyutulmaz” ve “Kökümüz Sağlam, Korkmayın!” Süleyman Ragıp Yazıcılar’ın Nisan için seçtiği başlıkları.
Âdem Ergül, “Manevi Kişiliğin İnşası” hususunda yol göstermeye devam ediyor. Bu ayki başlığı: “Öz Disiplin Şuuru.”
Geldik orta sayfaya… Genç’in Nisan sayısında Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, “Müslümanların Gayr-i Müslimlerle Münasebetleri” konusunda ne gibi hassasiyetlere riayet edilmelidir sorusunu cevaplıyor.
Alican Tatlı’nın Can Damlaları ise dört ayrı başlıkla karşınızda: “Îtiraf ve İstiğfâr, Ruhumu Feda Edeceğim O Genç, İki Zıt Tecelli ve Dualarımız Neden Kabul Olmuyor?”
Her ay tarihten farklı sîmâları karşımıza çıkaran Yusuf Temizcan, Nisan’da Said Halim Paşa’yı anlatıyor. Başlığı; “Tespitleri Hâlâ Geçerli Bir İtidal İnsanı.”
Ölümsüz olmak ister misiniz? Modern zamanlar nihayet ölümün de çaresini buldu. Merve Kurtoğlu ise bu duruma tepkili. Tepkisini şu başlıkla dile getiriyor: “Hadi, Artık Ölün.”
İletişim: www.gencdergi.com
GENÇ DOKU: SORUNUMUZ SORUMSUZLUK
Gençdoku dergisi, Nisan ayında yayınlanan 47.sayısıyla, enerji harcadıkça tüketilen bir gençliğe meydan okuyor bu ay. Sorumluluk üstlenmekten önce, sorumluluk bilincine sahip olmanın önemini vurguluyor ve nasıl bir iradeyle hangi vazifeleri üstlenmemiz gerektiğini ele alıyor.
İşte bu ay Genç Doku’da okuyacaklarınız…
Abdülaziz Yılmaz Hoca, “Adamlığa Motive Olmak” başlıklı yazısında bu ay sorumluluk kavramını psikolog gözüyle değerlendirdi.
Hayati Kaan Özer, emaneti yüklenme sorumluluğumuzu yine asil kaynaklardan inceledi. Melih Kahramanlar, “Sonranın Hiçliği”nde kaybolan sorumluluk erteleme gayretlerimizi rafa kaldırdı. Nureddin Yıldız Hoca “Sen senin değilsin ki dilediğin gibi yaşama hakkın olsun” diyerek hayati sorumluluklarımızı hatırlattı.
Salih Beşir de kimin neyden sorumlu olduğunu sorguladı bu ay. Samet Öztürk, düşünce üretiminin kime ait bir sorumluluk olduğunu ele aldı. Üretilip hazır olarak önümüze sunulmuş olan düşüncelerin yanı sıra, onları da toptan yok saymadan kendi iradelerimizin gerektirdiği düşünme sorumluluğuna değindi.
Ayrıca bu sayıda birbirinden değerli iki söyleşi de yer alıyor. Prof.Dr.Kemal Sayar, gençliğin sorumluluk algısı ile üzerine yapılan söyleşiyi mutlaka okumanızı öneriyoruz.
Bir diğer söyleşi de Abdurrahman Dilipak ile gerçekleştirilmiş. Yıllar boyunca kuşaklara hitap eden kitapları üzerine oldukça keyifli bir sohbet okuma fırsatını yakalayacaksınız.
Ayrıca bu aykı Genç Doku’nun dosya konusu “Kutlu Doğum”. Nedendir bilinmez, yıllardır gitgide yaygınlaşan bir program halini aldı bu organizasyon. Nereden çıktı, kim çıkarttı, neden var? soruları üzerine bir sorgulama yapılıyor.
Mehmet Nezir Gül, Salih Eğridere ve Mustafa Furkan, kutlu doğum programlarıyla neler kaybettiğimize değindiler. Yüce değerlerimizin günlük/haftalık sevgilerle nasıl metalaştığını yazdılar. Bu konuda tarafsız olma yalanına hiç bulaşmadan, olumlu eleştirileriyle bu konuda taraf oldukları için bize bir sorumluluğumuzu hatırlatıyorlar.
İletişim: www.gencdoku.com
TEMRİN MART-NİSAN SAYISIYLA YİNE DOPDOLU
Temrin dergisi mart ve nisan ayından 58. sayısını yayınladı. İşte Temrin’in son sayısında okuyacaklarınız…
Yayıncılık; sorumluluk ve titizlik gerektiren bir meslek… Günümüzdeki bilgi kirliliğinin temelinde aslında yayıncılık kirliliği ve zevksizliği yatmakta. Cılız çıkan gazeteler, çamur gibi çıkan dergiler, kes yapıştır tarzı kitaplar hep bu zevksizliğin doğurduğu bir sonuç. Bir yanda “edebiyatta devrim yapacağız” deyip üç sayı sonra sesi soluğu giden dergiler, diğer yanda sosyal medyada “dergimizi bekleyin, geliyoruz!” diye günlerce gürültü koparıp sonra doğum değil düşük yapanlar, “okura nitelikli kitaplar sunuyoruz” deyip de gazete kupürlerinden derlenen haberleri iki kapak arasına sıkıştırıp okura sunmalar, hep bu kirliliğin doğal bir sonucu… Bu cümleler şunun için: Temrin, 2013 yılına girerken iki aylık periyoda döndü. Bunun en büyük nedeni, edebi niteliği düşürme endişesi taşımamız idi. Zamanın daha hızlı akmaya başladığı çağımızda daha nitelikli yazılarla daha nitelikli okur kazanmayı hedeflememiş olsaydık, elbette bizler de kör topal devam ederdik. Derginin iki aylık periyoda dönmesiyle birlikte ufak tefek rötuşlar yapacağız. Bahara girerken gözlerimizin pasının silinmesi, doğayla birlikte zihinlerimizin de canlanması için buna gerek duyuyoruz. Bu sayıda okurlarımız dergideki küçük dokunuşların farkına varacaklar. Derginin sayfaları arasına profesyonel fotoğrafçılar tarafından çekilmiş sanatsal değeri olan fotoğraflar serpiştirdik. Onlar da kendi başına birer şiiri haykırır nitelikteler. Dergide sesini ilk defa duyacağınız yeni kalemler var. Ahmed Doğan, Erdi Demir ve Hakan İlhan Kurt o yeni sesler arasında. Daha önce hiçbir matbu dergide herhangi bir çalışması yayınlanmamış olanları “gözağrısı” köşemizde ağırlıyoruz. Bu köşenin bu ayki konuğu Ahmed Doğan. Bu kalemlerin yanı sıra şiirine yer verdiğimiz Vefa Lök de yeni bir isim… Gelecek vadeden güzel çalışmalarını sizlerle paylaşmak istedik. Özkan Dursun artık Temrin okuru tarafından tanınmaya başladı. Bu sayıda da bir şiiri var. Artık özel takipçilerinin oluştuğunu gördüğümüz “seyr-i fuad” isimli sinema köşemizden bu ay okura seslenen yazarımız Bilal Habeş Evran. Vefa Taşdelen’in ise bu sayıda da nefis bir değerlendirmesini okurun beğeni ve istifadesine sunduk. “Öztürkçecilik” isimli yazımız, “Sürmeli Türkçe”nin kaynağından akan yazı halkasının devamı niteliğinde… Ayşenur Tezcan, ilk kez derginin sayfalarında yer alıyor. İyi bir yazı ile giriş yapmış oldu, okunası bir yazı olduğuna dikkatinizi çekmek isteriz. Bu sayıda dört isimden keyifle okuyacağınızı düşündüğümüz tanıtım yazıları var: Birgül Balkıs, Emine Aridici, Şeref Yılmaz, Yasemin Altıntaş… Temrin’in kitap tanıtım ve eleştiri yazılarına daha fazla yer vermek istediğini hatırlatmış olalım. “Kitap tanıtım ve eleştiri dergisi” adı altında özgünlüğü yakalayamamış dergiler her ne kadar var ise de bu alanda boşluğun hâlâ doldurulamadığını söyleyip geçelim.
Vesile ile Nevruz ve Şiir bayramımız kutlu olsun!
İletişim: www.temrindergisi.com
Film Arası Dergisi’nden Kürt sineması özel sayısı
Film Arası Dergisi, hazırladığı kapsamlı bir özel sayı ile Kürt Sinemasını masaya yatırdı. Çok sayıda önemli ismin konuştuğu dergide çarpıcı tespit ve eleştiriler var.
Aylık sinema dergisi Film Arası, arşivlik bir özel sayı ile okurlarının karşısına çıktı. Bu kez Kürt Sinemasını masaya yatıran dergi, çok sayıda usta ve genç kuşak sinemacıya Kürt Sinemasını sordu. Halil Ergün, Füsun Demirel, Genco Erkal, Reis Çelik, Hüseyin Karabey, Ayça Damgacı, Kazım Öz, Zeynel Doğan, Mizgin Müjde Aslan, Miraz Bezar ve çok sayıda kısa filmci, görüşlerini sinemaseverlerle paylaştı. Sinemacıların eleştirisi ortak: “Türkiye sineması olabilseydi, Kürt sinemasına gerek kalmazdı.” Sinemacıların ortak ümidini ise, yönetmen Hüseyin Karabey dile getirdi; “Bir gün hepimiz Türkiye Sineması yapacağız.”
Kürt Sinemasının ele alındığı makale ve film eleştirilerinin de yer aldığı özel sayıdaki bazı röportaj başlıkları şöyle:
GENCO ERKAL: “SANSÜR HEYETİNE ‘HAKKÂRİ’ ADI YETTİ”
Sansür heyeti Hakkâri’de Bir Mevsim’i seyretmeden, sırf adında ‘Hakkâri’ geçiyor olması sebebiyle çok önyargılı izlediler. Ve en ufak sempati dahi göstermediler bana karşı. Bütün pencereler kapalıydı. Önceden belliydi, onların kulakları bükülmüştü herhalde. Ben ortamı ne kadar yumuşatmaya çalıştıysam da hiçbir şekilde yeşil ışık yanmadı ve zaten hemen karar verdiler oy birliğiyle. Sansürden geçmesine imkân olmadı.
HALİL ERGÜN: “YENİ KÜRT SİNEMACILAR TURİSTİK GÖZLE BAKIYOR”
Özellikle yurt dışında yaşayan Türkiye kökenli Kürt sinemacılar, Kürtlük bilincine eriştikten sonra filmler çekmeye başladılar. Gelip burada biraz da turistik bir gözle bakıyorlar. Bir Kürt oryantalizmi var bence. Ama bunu da çok yararlı buluyorum. Kendi tarihine, kendi kültürüne adım atma meselesidir bu. Önemsiyorum. Belgeseller yapıyorlar. Kürtlerle ilgili, Dersim’le ilgili, kadın sorunlarıyla ilgili filmler çekiyorlar. Bugün gençlerin yaptığı sinema bizim eski mirasın üzerine oturuyor. Yani o yüzden yararlı. Esas mesele bu.
FÜSUN DEMİREL: “ÖLÜM LİSTESİNDE ADIMIZ VARDI!”
“Biz Mem u Zin filmini 6 haftada çektik. Ailelerimiz bizden çok zor haber alabiliyordu. Cep telefonu falan, hiçbir şey yoktu. Bitirdik, İstanbul’a geldik. Aradan bilmiyorum ne kadar zaman geçti. Gazeteci bir yakınım büyük gazetelerden birinin patronuna bir liste iletildiğini, bu ölüm listesinde Mem u Zin de görev aldığımız için bizlerden bazılarının da adı olduğunu söyledi. Liste elime geçti sonra. Ürpermiştim o an. Bunu da ilk kez açıklıyorum.”
REİS ÇELİK: “TÜRKİYE SİNEMASI OLABİLSEYDİ, KÜRT SİNEMASINI KONUŞMAZDIK”
Hiçbir zaman ‘Türkiye’ sineması olamadı ki! Hep ‘Türk’ sineması oldu. Zaten öyle olsaydı bugün ‘Türk’ – ‘Kürt’ sineması gibi şeyleri konuşmazdık. Çünkü her şey ‘Türk’ ibaresiyle ifade ediliyor. ‘Türk sineması’, ‘Türk futbolu’… Belki devlet fotoğrafı şeklinde Türkiye devleti deseydik, altını da doldurmuş olsaydık, o zaman kimse bundan rahatsızlık duymazdı. Çünkü o, Türk derken Kürdü dışlamış oluyor. Şimdi Türkiye sineması diyoruz, (artık onu demek zorundayız) çünkü bir kesimde ciddi bir şekilde kendini var etme ve kendi varlığını kabul ettirmenin metodu olarak da bu işin adını koyma arzusu doğdu. Haklı bir arzu bu.
HÜSEYİN KARABEY: “BİRGÜN HEPİMİZ TÜRKİYE SİNEMASI YAPACAĞIZ”
Bence hepimiz bir gün Türkiye sineması yapacağız. Ben Türkiye’de sinema yapıyorum ve Türkiye sinemasının bir parçası olmaktan da gocunmuyorum ama Kürdüm ve kimsenin de artık bunu sorgulamasını istemiyorum. Bu ülkede Kürtçe de Lazca da sokakta ne konuşuluyorsa filmlere bunların yansımasının bu ülke kültürünü zenginleştireceğine inanıyorum.
KAZIM ÖZ: “KÜRT SİNEMASI HENÜZ ÖZGÜN BİR DİL OLUŞTURAMADI”
Kürt sineması bir estetik dili, ya da özgün bir anlatım dili oluşturabilmiş değil, bunun oluşum aşamasına tanık oluyoruz. Şuan mevcut Kürt sineması prodüksiyoner olarak artan ama bulundukları ülkelerin dilinden, estetiğinden, düşüncesinden etkilenen biraz karmaşık bir sinema. Şuan çok kimlikli bir Kürt sinemasıyla karşı karşıyayız. Çok dilli, çok coğrafyalı bir Kürt sinemasından bahsedebiliriz. Bu örmeğin bir Fransız sineması gibi dil, üslup ve sinematografi açısından bir bütünlüğe sahip değil. Bu durum Kürt sineması açısından da bir sorun.
AYÇA DAMGACI: “BASKILAR ‘KÜRT SİNEMASI’NI ZORUNLU HALE GETİRDİ”
Kürtçe konuşmak politik bir eylem. Bu önemli bir tercih, dilini konuşmak ben Kürdüm diyebilmek. Peki, su içmek, oksijen solumak kadar doğal bir edim niye politik olsun bir yandan? Çünkü devlet tarafından bu kadar büyük bir milliyetçi baskı olunca karşılığında, “ben Kürdüm, Kürtçe konuşuyorum, Kürt sineması demek” zorunlu hale geliyor.
ZEYNEL DOĞAN: DERDİ OLAN İÇİN SİNEMA, KENDİNİ İFADE ARACI
Bizim gibi dertli büyüyenler açısından sinema sadece sinema olarak kalmadı. Kendini anlatıyorsun, kendinle ilgili çözümler de arıyorsun. Politik olarak bir tavır koyuyorsun. Ve aynı zamanda yaşıyorsun da. Dolayısıyla sinema kendini ifade aracına dönüşüyor.
Röportajların tamamı ve Kürt Sinemasına dair çok sayıda makale, film eleştirisi, röportaj ve özel dosyalar, Film Arası Dergisi’nin Kürt Sineması Özel Sayısı’nda.
İletişim: www.filmarasidergisi.com
Haksöz: “Yeşeren Barış Umudu Kardeşlik Temelinde Yükselir!”
Nisan 2013 tarihli 265. Sayısıyla okurlarının karşısına çıkan Haksöz Dergisi, Kürt sorununda esen barış rüzgârlarını manşete taşıdı. “Kur’an’ın aydınlığına doğru” şiarıyla aylık yayınını sürdüren Haksöz Dergisi, 2013 Nisan sayısıyla aylık yayın çizgisinde 23. yılına girdi.
“Yeşeren Barış Umudu Kardeşlik Temelinde Yükselir!” manşetiyle çıkan dergi, İmralı görüşmeleri sonrası girilen çözüm sürecinin yanı sıra Mavi Marmara özrü, Suriye’deki son gelişmeler ve tartışmalarla ilgili güncel analizler içeriyor. Dergide Kur’an çalışmaları da bu sayıda önemli bir yekûn tutarken kültür-sanat içerikli yazılar dikkat çekici…
Öcalan’ın Nevruz’da okunan mesajının değerlendirildiği Gündem, Kürt sorununda yeşeren barış umudunun nasıl yükselebileceğine ilişkin tespitler içeriyor. Konuyla ilgili yazısında Murat Koç, Kandil’den BDP’ye, Hükümetin tutumundan halkın beklentilerine, CHP’den MHP’ye helalleşme sürecinde tarafların tutumunu tahlil ediyor.
Rıdvan Kaya, İsrail’in Mavi Marmara özrünün ne ifade ettiğini farklı açılardan analiz ettiği yazısında özrün, Siyonist çete ile işbirliğinin mazereti olmaması gerektiğini vurguluyor.
Ramazan el-Buti’nin Suriye’de öldürülmesi ve sonrasında özellikle Türkiye’de konuya ilişkin yaşanan tartışmaları ele alan Musa Üzer, ulema-iktidar ilişkileri bağlamında Buti’nin pozisyonunu ve kimi Müslüman kişi/çevrelerin şehadet yakıştırmasındaki tutarsızlıklarını gözler önüne seriyor.
Florence Aubenas, Hasan Hassan ve Glenn E. Robinson’dan yapılan çevirilerde Suriye muhalefetinin özgürleştirdiği topraklardaki adalet/yargı sistemi, İhvan hareketinin etki alanı ve İslamcı savaşçıların kazanma ihtimalleri değerlendiriliyor.
Mustafa Siel, özellikle tevhidî duyarlılığa sahip İslami şahsiyet ve camia/yapılara dönük olarak iman ve ahlaki zafiyetlerle ilgili temel meselelere dikkat çektiği yazısında zaafları gidermenin nasıl mümkün olduğunu sorguluyor.
Halil Balçık, fıtratullah ve sünnetullah üzerine kaleme aldığı uzunca yazıda, bu kavramların Kur’an’daki karşılıklarının yanı sıra hayatta neye tekabül ettiklerini, salih amel, cemaat ve devlet boyutunda ne anlam ifade ettiklerini analiz ediyor.
Garip Tanyıldızı, “Trajik Başarı: Türk Dil Reformu” kitabını değerlendirirken, Gülşen Demirkol Özer “Bir Çocuğun Gözünden 28 Şubat” kitabının kendisinde bıraktığı izleri paylaşıyor.
Bünyamin Doğruer ve Nurettin Durman’ın birer şiirlerinin yayınlandığı dergide Ali Değirmenci’nin “Bir Muştu Bırakarak Gitmek” başlıklı ve “Filistin’in Hansa’sı” Ummu Nidal ile “Suriyeli Mücahidlerin Şeyhi” Ebu Tayyib Dede’ye atfen yazdığı denemesi dikkat çekici.
Derginin arka kapağı 80 yaşına rağmen Baas güçlerine karşı Halep sokaklarında savaşan ve geçtiğimiz günlerde şehit düşen Ebu Tayyib Dede’ye ayrılmış.
GEZGİN’DE BU AY NELER VAR?
Gezgin dergisi 74. sayısını yayınladığın nisan sayısıyla yine dopdolu… İşte bu ay Gezgin dergisinde okuyacağınız konular…
Yeniden Doğmak Zamanı: Sakura Zenzen
Zulu Memleketinde Macera
Rüyaların Kenti Venedik
Sinbadın’ın ülkesi, filler ve çaylar diyarı
Batı Afrika’nın huzur adası Senegal
Mevsimler geçtikçe ninniler, masallar ve insanlar değişiyor
Hangi Seksenler?
Bir tüketim kültürü olarak fotoğraf
Nisan’da Çanakkale’ye gidilir
Tüm bu konular ve daha fazla Gezgin dergisinin nisan sayısında. Keyifli okumalar dileriz.
İletişim:www.gezgindergisi.com
BİLGEADAMLAR DERGİSİ: KAYIP KITA: ENDÜLÜS
Bilgeadamlar Dergisi’nin 32. sayısı “Kayıp Kıta: Endülüs” başlığıyla çıktı. İşte bu sayıda okuyacağınız konular…
Röportaj: Prof. Dr. Mehmet Özdemir ile “Endülüs” Üzerine…
Adnan İnanç: Kayıp Kıta Endülüs
Bayram Ali Çetinkaya: Ortaçağ Bilim ve Tefekkür Merkezi Endülüs Medeniyeti
Ercan Çağlayan: Hoşgörü Retoriği, Romantizm ve Nostalji Arasında Endülüs
Bahri Sakin: Hikmetin Dönüşü ve Endülüs’ün Rolü
Fatih Erkoçoğlu: Endülüs’ün Fethi
İhsan Süreyya Sırma: Endülüs’ün Düşündürdükleri
Fazlı Arslan: Endülüs Musiki Mirası Üzerine
Şirin Gül: Yitik Cennet Endülüs’te Yalnız Bir Fakih: İbn Hazm el-Endelusi
Mesut Doğan: Düşlerin, Sanatın ve Hüznün Son Sığınağı: Elhamra
Mehmet Sılay: Endülüs: Ümmetin Unutulmaz Hatırası
Mustafa Hizmetli: Endülüs’te Muhtesibin İmajı
İsmail Hakkı Atçeken: Endülüs Gezisi Notları
Ali Koçak: Endülüs’ü Okumak
Hatice Yılmaz Aslan: Lisan’ül Gayb Hafız-ı Şirazi
Adnan Güneş: İbn Haldun’un Mukaddimesinde İnsanın Tahlili
Mazhar Osman Başak: Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi (kitap tanıtımı)
İletişim: www.bilgeadamlar.net
MOSTAR “MESLEK, İŞ Mİ? İŞGAL Mİ?” DİYE SORUYOR
Mostar dergisi nisan ayında yayınladığı 98. sayısında meslek konusunu ele aldı ve işin hayatımızı işgal edip etmediğini sorguluyor. “Meslek: İş mi? İşgal mi?” isimli kapak yazısını Mehmet Raşit Küçükkürtül yazdı.
Bu ayki sayıda Davut Bayraklı, Kemal Özer ile “Helal Gıda” üzerine ilgi çekici bir söyleşi yaptı. Necmettin S. Şahin Hollywood sinemasını ikinci yazısıyla irdelemeye devam ediyor. Emre Baştuğ “Kaçış Çemberi: Bir Türkmen Mültecinin Dramı” başlıklı araştırma röportaj yazısıyla, Mümin Munis “Fatih Tabutlar”, İbrahim Aksu “ Divan Edebiyatı”, Muharrem Yeşilyurt “Korkunç Türk: Koca Yusuf”, Sulhi Ceylan “Yunan Vali”, Kenan Aydın “Demokrasi”, Argun Cevher “Teknik Gezmek!” yazılarıyla sizlerle buluşuyor.
Derginin en önemli bölümü olan “Tezgâh” bu ay sizlerden gelen bir şiir ve iki mektupla biraz daha hareketleniyor.
Gündelik hayatın, sosyal konuların, genel kültürün ve mizahın geniş yer tuttuğu yazılar da zevkle okuyacağınız bir bölüm oluşturuyor. “Gençliğin Gündemi”, “Çorba”, “Kitap”, “Külliyat”, “Öğrenci Günlüğü”, “Bilişim”, “Rahle”, “Kırkambar”, “Tarih Diyalogları”, “Çizgi Hikâye”, “Çizgili Düşler” ve “Zaman Zaman İçinde” bölümleri de ilginizi bekliyor.
İletişim: www.mostar.com.tr
BÂB-I ŞEFKAT DERGİSİ’NİN YENİ SAYISI ÇIKTI
Çocuk, engelli ve yaşlı bakımında 118 yıldır hizmet üreten T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Darülaceze Müessesesi çıkarmış olduğu Bâb-ı Şefkat dergisinin yeni sayısıyla kutlu yürüyüşüne devam ediyor.
Çıkmış olduğu bu yolda bir arı misali usta kalemlerden aldığı yazılarıyla insana hizmet profilini yükseltmiş bulunuyor.
Darülaceze İdare Meclisi Başkanı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin yazdığı önsöz yazısında devletimizin merhamet elinin nasıl yaş grupları, din ve bölge ayırımı yapmaksızın Darülaceze pratiğinde binlerce insana ulaştığını belirtiyor.
Darülaceze İdare Meclisi İkinci Başkanı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Müsteşarı Ahmet Zahteroğulları Darülaceze’nin nasıl dünyada eşi görülmemiş bir medeniyet projesi olduğu üzerinde duruyor.
Darülaceze Müessese Müdürü Nevzat Bayhan, şefkat üzerine geliştirdiği etkileyici edebî yazısında Darülaceze kurumunun kuruluş sırrını ifşa ediyor.
Yazar Nevzat Özkaya kurumun banisi Ulu Hakan için Darülaceze’de düzenlenen vefa günlerine dikkat çekerek kuruma bir vefa borcumuzun olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Darülaceze İdare Meclis Üyesi Zehra Sevingen Sağır yazısında toplumun yapıtaşları olan her bireyle kucaklaşmanın ve bunda sevginin gücüne vurgu yapıyor.
Ahmet Rasim’in gözünden Darülaceze’yi anlatan bir yazının olması dergiye büyük bir zenginlik katıyor. Aynı şekilde usta kalemlerden Prof. Dr. İskender Pala’nın bir çalışmasından alınan yazı “adalet ancak böyle olur” dedirterek Darülaceze’nin adalet misyonuna dolaylı bir vurgu yapıyor.
Derginin uluslararası hinterlandını gösteren yerinde yaşlanmak ve huzurevlerinde kültür değişimi konusunda bir röportaj da Uygulamalı Gerontolog Dr. Şerif Esendemir tarafından Kuzey Teksas Üniversitesi Uygulamalı Gerontoloji Doktora Programı Başkanı Prof. Dr. Stanley R. Ingman ile yapılmış.
Darülaceze’nin sakinlerinin sesine verilen önemi gösteren iki röportaj bulunuyor dergide. Biri Darülaceze Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü Selda Taş tarafından MariTütünçiyan’la yapılmış, diğeri de Orhan Akman tarafından Darülaceze Sakini Nazmiye Özkul’la.
Psikolog Neslihan Arıkan yazısında Darülaceze’nin huzur evinden öte modern bir yaşam merkezi olduğuna vurgu yaparak, Darülaceze’nin menba-ı imalethaneleri okuyucunun düş dünyasına nakşediyor. Aile Hekimi Turay Selçuker İstanbul’daki Darülaceze’nin varlığına dikkatleri çekiyor. Araştırmacı-Yazar Nermin Taylan’ın Darülaceze izlenimleri kuruma yönelik çalışmaları zenginleştiriyor.
Dergi sadece kurumun değil aynı zaman tüm toplumun dergisi olduğunu gösterircesine farklı konulara da el atmış. Örneğin, Darülaceze Gönüllüsü Rabia Christine Brodbeck mütevazılık, Magistra Sümeyye Beyza Abay sosyal hizmetler, Yazar İSKİ Abone İşleri Daire Başkanı Yusuf Tosun dostluk ve Diyetisyen Melda Demiröz beslenme alışkanlığı üzerinde durmuş yazısında.
Hülasa, bu sayıda da Darülaceze’nin kültür ve sosyal etkinlikleriyle ve ziyaretçi defterine yapılan yorumlardan örneklerle muhteşem bir çalışma olmuş.
Müze dergisinin 9. sayısında neler var?
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla üç ayda bir yayınlanan “Müze” dergisi, 2013 yılının ikinci 3 ayında yayınladığı 9. sayısıyla sanatsever okuyucularına güncel sanat olayları ve müzeler hakkında derinlemesine bilgi vermeye devam ediyor.
Müze dergisinin bu sayısında;
Dünyanın yeni yedi harikası
Antalya… Venedik… Safranbolu… Kyoto
Türkiye’nin ilk özel müzesi: Sadberk Hanım Müzesi
Hacıbektaş Arkeoloji Müzesi
Van Gogh’un Ayçiçekleri Soluyor konularını okuyabilirsiniz.
İletişim:www.muze.gov.tr
On5yirmi5