Her aşk sonsuza dek sürer diye bir kural yok, maalesef ayrılıklar kaçınılmaz çoğu zaman. Ancak, yollar ayrılırken bunu da usulünce yapabilmek büyük meziyet. Sevdiğimiz yazarların ayrılık mektupları belki bize yol gösterebilir biraz, karşımızdakini kırmamak adına, birlikte geçirilen zamanın kötü hatırlanmaması adına…
Simon de Beauvoir’dan Nelson Algren’e, 1950
Simone de Beauvoir, Algren’le 1947 yılında Chicago’da tanıştı ve ikili birkaç sene boyunca uzaktan da olsa ilişkilerini sürdürmeyi başardılar. Ancak Algren için mesafe büyük sorundu, De Beauvoir’ı daha sık görmek istiyordu. Simone de Beauvair bu mektubu, sevgilisini görmek için gittiği Paris gezisi dönüşünde kaleme almış, Nelson Algren’in ona ne kadar soğuk ve çekingen davrandığını fark ettikten sonra.
Soğuk öfkeden çok kuru bir üzüntü duyuyorum, şu zamana dek gözlerim dahi ıslanmadı, kupkuru. Ancak kalbim, yumuşak, bir muhallebi kıvamında.
(….)
Üzgün de değilim sanırım. Daha çok şaşkınlık içindeyim, kendimden çok uzakta, senin bu kadar uzak ve aynı zamanda bu kadar yakın olabildiğine şaşırdım. Ayrılmadan önce sana iki şey söylemek istedim, bundan sonra da konuşmayacağım bununla ilgili, söz veriyorum. Birincisi; seni bir gün yine görmeyi çok umut ediyorum, çok istiyor ve buna ihtiyaç duyuyorum. Ancak şunu unutma lütfen, seni görmeyi hiçbir zaman istemeyeceğim senden- bu gururdan değil, ki zaten sana karşı gurursuzum biliyorsun, ancak sen istersen buluşmamız gerçekleşebilir. Yani, bekleyeceğim. Sen dilersen, söylemen yeterli. Aşkını kaybettim belki ama seni kaybetmek istemiyorum. Nasıl olduysa, bana o kadar çok şey kattın ki, bunların geri alınması mümkün değil. Şefkatin ve arkadaşlığın benim için öyle değerliydi ki hala mutlu ve minnettar hissediyorum bunun için. Bunu söylemek beni utandırıyor ama; seni, beni artık eskisi gibi istemeyen kollarına atıldığım anda ne kadar çok seviyorsam, hala öyle seviyorum. Ancak bu senin üzerinde herhangi bir baskı yaratmasın canım, hiçbir zaman bir görev bilinciyle mektuplar yazma bana. Sadece canın istediğinde yaz ve beni mutlu ettiğini bil.
Neyse, kelimeler aptalca geliyor. Bana çok yakın, çok yakın duruyordun, sana yaklaşmama izin ver. Ve lütfen, eski zamanlarda olduğu gibi, bana kalbimi geri ver.
Senin Simone’un
Edith Wharton’dan W. Morton Fullerton’a, Nisan 1910
1907 ve 1908 yıllarında Wharton ve Fullerton oldukça ciddi bir ilişki yaşadılar, ancak Wharton Amerika’ya dönünce, Fullerton’ın mektupları gittikçe seyrekleşmeye başladı.1909 yılında Wharton, sevgilisinin başka bir kadınla beraber olduğunu öğrendi ve bu mektup da işte tam o sıralarda yazıldı.
Dün söylediğin gibi ‘öfkeli’ olduğumu düşünme sakın, yalnızca kelimelerin ötesinde bir hüznüm ve şaşkınlığım var. Buna devam edeceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun!
Buraya geri döndüğümde, en azından senden ara sıra haber alırım diye düşünmüştüm. Ama sen her gün yazdın bana, üç sene öncesinde yazdığın mektuplar gibi! Ve bu mektuplar da beni sana geri yazmaya teşvik etti, bana yüreğimdekileri yazmamı öğütlüyorsun sandım.
Ve daha sonra, ne bir ses, ne bir nefes. Üç gün oldu ve senden hiçbir şey yok. Eğer senin içindeki bir duyguya yaslayabilsem kendimi, güzel ve sadık bir arkadaşlık, en azından! En azından o zaman bir şeylere tahammül edebilirim, yazabilirim, hayatımı düzene sokabilirim. Ne istediğini bilmiyorum, kim olduğumu bilmiyorum!
Bana aşığınmışım gibi mi yazıyordun, yoksa herhangi biri gibi mi? Hangisisin, ya da ben neyim?
Herhangi biri değil herhalde ama bir arkadaş olmam muhtemel. Hayatım seni tanımadan önce çok daha iyiydi. Yani bu hadise, kötü geçen bir senenin kötü bitişi oldu.
Agnes von Kurowsky’den Ernest Hemingway’e, Mart 1919
Birinci Dünya Savaşı sırasında Milano’da asker olan Ernest Hemingway, yaralanıp hastaneye kaldırıldığına, orada tanıştığı hemşire Agnes’e aşık olur. Onunla evlenmek ister ama o sıralar 26 yaşında olan Agnes, 18 yaşındaki Hemingway’i reddeder. Hemingway savaştan sonra da ona yazmaya devam eder, ta ki Agnes von Kurowsky’den gelen bu mektuba dek.
Ernie,
Bu mektubu, uzun uzun düşündükten sonra yazıyorum sana ve korkarım ki seni üzeceğim. Ancak vereceğim hasarın kalıcı olmayacağına eminim.
Sen buradan ayrıldıktan sonra, kendimi, bunun bir aşk ilişkisi olduğuna dair ikna etmeye çalıştım çünkü sen bu konuda çok ısrarcıydın ve ben kendine bir şey yapmandan ürktüm.
Ancak şimdi, senden uzak geçirdiğim birkaç ayın ardından, sana hala düşkün olduğumu biliyorum, fakat bu bir aşığınkinden çok bir annenin çocuğuna beslediği hisler gibi. Ve evet, senin için hala Kid (Kurowsky ve Hemingway arasında bir takma isim) olduğumu biliyorum, ancak aslında öyle değilim ve gün be gün bundan uzaklaşıyorum.
Yani, Kid (sen benim için her zaman Kid olarak kalacaksın), bir gün beni affedebilecek misin acaba? Kötü biri olmadığımı ve sana zarar vermek istemediğimi biliyorsun. Belki de hatayı en başında yaptım ben, ancak ben senden çok yaşlıyım ve bu değişmeyecek.
İleride senin adını çok duyacağımı biliyorum, seninle gurur duyacağımı ama canım, her ne kadar bu gün için sabırsızlansam da, kariyerini aceleye getirmeni asla istemem.
Lütfen bunu haber verirken, benim için de ani bir gelişme olduğunu bil: yakında evli bir kadın olacağım. Beni affedeceğini ve harika bir kariyerin adımlarını atarak, ne kadar harika bir adam olduğunu herkese göstereceğini ümit ediyorum.
Dostun,
Aggie
Anais Nin’den C.L. (Lanny) Baldwin’e, 1945
Nin ve Baldwin, her ikisi de evliyken bir ilişki yaşamışlar, ve Baldwin’in bir şiir kitabının basımı aşamasında ilişkilerini devam ettirmişlerdi. Daha sonra ise C.L. Baldwin ani bir kararla karısına ve çocuklarına geri dönmüş ve Nin’e yazdığı bir mektupta onu “Tüm erkeklerin ayaklarının dibine çökmelerini ve sadece onun olmalarını istemekle” itham etmişti. Şimdi isterseniz Anais Nin’in gönderdiği mektubu okuyalım…
Zavallı Larrycik, ne kadar da körsün! Bir kadın, ancak hiçbir şeye sahip değilken kıskançlık edebilir, ancak ben, tüm kadınlar arasında en çok sevilenim. Neden ötürü kıskançlık hissedeyim ki? Seni uzun zaman önce bıraktım, karşıma geçip ağladığında seni reddettim. Sadece arkadaş olabileceğimizi söyledim çünkü ölü ilişkilere ayıracak vaktimyok benim. Senin de içinin ölü olduğunu keşfettiğim an, seninle ilgili ilüzyon yokoluverdi aklımdan. Çok istesen dahi, hayatıma girmen mümkün değil artık. Henry Miller gibi ‘harika bir yazar’ haline getirdiğim genç erkekleri kıskanman saçma, çünkü onların aşk dolu dünyaları var ve kitaplar yazıyorlar, filmler çeviriyorlar, şiir, resim, müzik içinde geçiriyorlar hayatlarını.
Ben sevilmek için ısrar etmiyorum. Ben zaten sevginin içinde boğuluyorum ve bu nedenle mutluyum, güçle doluyum. Seninle birlikte olmak ise, bir rahiple beraber olmak gibiydi. İkimiz arasındaki sıcaklık farkı bile çok fazlaydı. O zavallı Amerikalı kadından gördüğün kıskançlığı bende asla göremeyeceğini bilmen gerekirdi.
Anais
Virginia Woolf’tan, kocası Leonard Woolf’a, Mart 1942
Bu mektup söz konusu olduğunda, ‘ayrılık’ kelimesinin anlamı biraz değişiyor. Virginia Woolf’un yazdığı bu mektup, intiharından önceye dayanıyor ve aslına bakarsanız, kocasından ayrılmasının yanısıra, kendinden ve kendi deliliğinden ayrılması anlamına da geliyor.
Canım,
Yeniden delirdiğimi hissedebiliyorum. Artık bu kötü zamanları atlatamayacağımı da. Bu sefer iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım ve işime konsantre olamıyorum. Bu nedenle de, yapabileceğim en doğru şeyi yapıyorum. Sen bana, yaşatabileceğin en büyük mutlulukları yaşattın. Her açıdan. Bu hastalık yakama yapışıncaya dek, iki insanın beraber tadabileceği en büyük mutluluğu tattık. Daha fazla savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvediyorum, biliyorum, ancak bensiz de hayat devam edecek. Hayata devam edeceksin, biliyorum. Görüyorsun ki bu mektubu bile düzgün yazamıyorum. Okuyamıyorum.
Söylemek istediğim şey; hayatımdaki bütün mutlulukları sana borçluyum. Bana karşı her zaman çok destekleyici ve iyiydin. Bunu herkes biliyor. Eğer hayatımı kurtarabilecek biri olsaydı, bu sen olurdun. Ben her şeyimi kaybettim ama senin iyiliğin hep benimle olacak. Yaşamını daha fazla cehenemme çeviremem. Hayatta kimsenin, bizim mutlu olduğumuz kadar mutlu olabileceğini sanmıyorum.
V.
Doğacan Dilcun Doğan
Sabitfikir.com