Yeni anayasayı hukuku, kurumları yaratma faaliyeti olarak niteleyen Doç. Dr. Osman Can, vatandaşlık tanımı yapılmaması gerektiğini savundu: Anayasalardaki kırmızı çizgiler Türkiye’deki barışı yok etti
Eski Anayasa Mahkemesi Raportörü, AKP MKYK üyesi Anayasa Hukukçusu Doç. Dr. Osman Can, anayasa çalışmalarıyla ilgili AKŞAM’a konuştu. Yeni bir anayasa yapmayı ‘tanrıcılık oynamaya’ benzeten Can, şöyle dedi:
Bir anayasal düzeni bırakıyorsunuz, yeni bir anayasal düzene geçmeye çalışıyorsunuz. İkisi de demokratik bir anayasal düzense zaten çok fazla bir çatışma olmaz. Önceki düzen demokratik değilse, antidemokratik yapılar içeriyorsa o anayasadan kurtulup, yeni bir anayasal düzene geçiş çatışmalı bir geçiştir. Bu noktada geleneksel refleksler, insanların alışık olduğu kırmızı çizgiler devreye giriyor.
Anayasa halka ait olan bir karardır. Dolayısıyla halkın bu toplum olmaktan kaynaklı taleplerinin okunmasıyla elde edildiyse başarı sağlanmış, toplum sözleşmesi bir anayasayı inşa etmiş oluruz. Ama kırmızı çizgiler (geçmişe ait olanı diyorum) devreye girdiği andan itibaren o barışı yapamazsınız. Çünkü Türkiye’de o barışı zaten o kırmızı çizgiler ortadan kaldırdı. Tabi ki bundan sonra da kırmızı çizgiler olabilir. Her toplum kendi kırmızı çizgisini ortaya koyabilir. Zaten anayasa bir kırmızı çizgidir. Toplum sözleşmesinin bozulmaması, insan onuruna dokunulmazlık bir kırmızı çizgi olur. Bu kez kırmızı çizgiler böyle olur.
TÜM KURUMLARI YENİDEN YARATMA
Anayasa Mahkemesi varlığını yani meşruiyetini anayasadan alan bir kurum. Anayasa değişiyorsa, anayasa mahkemesi değişikliği neye bakarak denetleyecek. Zaten o, anayasanın kendisi. Mantık gereği yapamaz. Yeni anayasa ülke sınırları içinde hukuku, kurumları yaratma faaliyetidir. Bir devlet telakki ediyorsunuz, o devletin temel yapı unsurları ilkeleri, DNA’sı genetiği ne varsa bunları ilk defa tayin ve tespit ediyorsunuz. Siz yeni bir anayasa yaparken, Anayasa Mahkemesi diye bir kurum yoktur. Parlamento diye bir kurum yoktur, Silahlı Kuvvetler diye bir kurum yoktur. DSİ, üniversiteler vs. yoktur. Bu anayasayı yaratmakla adeta burada bir tanrıcılık oynuyorsunuz.
Devlet tanımlamamalı koordine etmeli
Vatandaşlık konusundaki tartışmaların da ahlaki bir şekilde yürütülmediğini düşünüyorum. Çünkü insanlar kendilerini nasıl tanımlayacaklarını; kültürel ve sosyal hayat içerisinde zaten ortaya koyar. Devletin vatandaşı tanımlama yetkisi asla olmamalı. Tanımlama yetkisi varsa, bu durumda ne olduğuna karar verme yetkisi de ortaya çıkar. Siz bu durumda yeniden devleti, devlet otoritesini kullananları vatandaşın kimliğini belirleme gücüyle donatmış oluyorsunuz. Bu çok tehlikeli ve yanlış bir şey. Türkiye tarihinde bunun yıkıcı sonuçlarını da gördük. Dışlamaya, asimilasyona izin veriyor.
Tanımlama din, vatandaşlık, etnik kimlik, dil meselesi… Bir resmi dil filan olur. Bir iletişim kurmanız, ortak bir irade kurmanız gerekiyor. O yüzden resmi dil olacak. Ama uluslararası bir toplum olarak kendinize bir bayrak olarak tarif edersiniz, sanırım Türkiye’de bir bayrak konusunda bir problem yok. Yani ay yıldızlı bir bayrak Türk etnisitisinin bayrağı değil. O, bu coğrafyanın ürettiği bir bayraktır. İstiklal Marşı’nda tek bir tane etnisitiye vurgu yoktur. 255 tane kelime vardır. Türk kelimesi geçmez. Ama millet kelimesi bol bol geçer mesela. Yani bütün bunları ortak değerler olarak kabul edebilirsiniz. Tüm bunları yapabilirsiniz. Ama tek bir tanesine referans verdiğiniz zaman öteki sürekli olarak dışarıda kalmaya mahkumdur. Devlet aygıtını kullananlar davranışlarını onunla meşrulaştırmaya başlarlar. Bu da Türkiye açısından iyi olmaz. Yarın bunların üzerinden bir çatışma her zaman çıkabilir. O yüzden bu konularda devletin mümkün olduğu kadar tanımlama yetkisinin olmaması lazım. Devletin en fazla koordinasyon yetkisi olmalı.
İLK 3 MADDE KEMALİST VE ETNİK MİLLİYETÇİ
İlk 3 madde üzerinden yürütülecek bir tartışma, meşru değil. Onların kırmızı çizgileri, beridekilerin yokluğu üzerine inkârı, onlara bir kimliğin dayatılmasının meşrulaştırılması üzerine inşa ediliyorsa o kırmızı çizgiler meşru değil. Orada Kemalist bir ideolojinin parametreleri ile etnik milliyetçiliğe referans vardır. ‘Dokundurtmam’ çabası darbeci bir ideolojiye, asimilasyonasit bir ideolojiye dokundurtmama çabasıdır.
550 vekil kabul etse de…
Anayasa yapmak için milleten yetki alıyorsunuz, milletin taleplerini aldığınızı söylüyorsunuz. Ardından ona uygun olarak biz milletin taleplerine göre bir anayasa yaptık diyorsunuz. İsterse yüzde yüz, 550 milletvekilinin tamamıyla kabul edilmiş olsun müsaade edin de buna millet karar versin. Son karar yine millete aittir. 367’yle kabul edilse dahi milletin buna karar vermiş olmasında yarar var. Ama hangi oyla kabul edilmesi konusunda bir kural yok. Yani mevcut anayasa, parlamentoya geldi, nasıl görüşülecek, kaç oyla kabul edilir filan buna ilişkin hiçbir hukuk kuralı yoktur.
Başlangıç geleneği darbelerin ürünü
Başlangıç, anayasayı ortaya çıkaran koşulları, anayasayı yapanların beslendiği temel siyasal, kültürel ve tarihsel arka planı anlatmaya bununla birlikte hedefini ortaya koymaya çalışır. Bütün anayasalarda başlangıç yok ama önemli bir kısmında var. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 1921 Anayasası’nda başlangıç diye bir kısım yok. Çünkü mantığı gereği zaten olmaz da. 1924’te de yoktu ama 1961 ve 1982’de var. Yani başlangıç geleneği bizde darbeyle başlamış olan bir gelenek.
Başlangıçtı, değiştirilemezdi şuydu buydu vs. bütün bu tartışmaları yaparken kimlerle paralelde olduğumuzu görmek ve hatırlamak her zaman doğru bir davranıştır. Yani siz bir şeyi savunurken cuntacılarla mı yoksa demokratlarla mı paralel duruyorsunuz buna bakmak lazım. Başlangıç kısmının Türkiye’de tarihsel serüvenine baktığımızda her zaman bir darbeciliği, bir antidemokratik bir hareketi meşrulaştırma ihtiyacı var.
Haberin devamını okumak için tıklayınız!
Akşam