Yazar Sibel Eraslan Radyo 7’nin konuğu oldu ve programda Hz. Hatice‘nin hayatını konu aldığı kitabından bahsetti. Aynı zamanda kadın haklarından siyasete, başörtüsü sorunundan günümüzdeki güncel konulara kadar tüm merak edilenleri de cevapladı…
Sibel Eraslan, yeni çıkan kitabı ‘Çöldeyiz’de, Hatice’nin hayatını ve bu eksende İslam’da kadının yerini işlediğini belirtiyor.
Başörtüsü yasağıyla engellenenin örtünün değil, İslam olduğunun söyleyen Eraslan, Haydi Çocuklar Okula kampanyasında da başörtülü kız çocuklarının görmezden gelindiğini söyledi.
Bize yeni kitabınızdan bahseder misiniz?
Kitabın ismi Çöldeniz. Hz. Hatice ile ilgili bir kitap. Daha önce Hz. Fatma ve Hz. Meryem ile ilgili çalışmalarım olmuştu. Tarihin içerisindeki kadınsı beyitleri gün yüzüne tekrar çağırmak ve çağımızın diliyle onları edebiyatın dolayımında tekrar dillendirmekti gayem. Hz. Hatice olunca tabii bunun bereketi bambaşka oluyor. Son Peygamberimiz (S.A.V)’in, kâinatın efendisinin eşi.
Hz. Hatice’ye projektörü tutmak kolay değildi. Çünkü yanında kâinatın efendisi ışıl ışıl parlıyor bir güneş gibi. O güneşin yanındaki bir yıldıza doğrultmak kadrajı çok kolay değildi. Ama bu büyüklerimizi, dünya tarihine yön veren kutsal kadınları hemen hemen 10 yıldır okuyorum. Hz. Hatice ile kesişen u yolum için Cenab-ı Allah’a öncelikle şükrediyorum.
Kadınlar iş hayatında ne kadar özgür? Objektiflerini ne kadar yapabiliyorlar?
Benim uzun yıllarım kadınların eğitim ve çalışma haklarıyla ilgili mücadelelerle geçti. Başta eğitim hakları engellenen ve eğitim hakları imkânından uzaklaştırılan kız çocukları için mücadele ettim. Arkasından da eğitimini almış, yeterliliğini kazanmış kadınların toplumun içerisinde hak ettikleri statüyü bulamayışları ilgili sorun üzerine hep mücadele ettik. Başörtülü arkadaşlarımın uzun yıllara dayalı mağduriyetleri var. Bende üniversite son sınıfta başımı örttüm ama ondan sonra hayatım değişti ve zorlaştı.
Çünkü hem eğitim konusunda bize bir sürü engeller çıkartıldı. Sadece kadın olduğunuz için bir giysi yüzündendi yaşadıklarımız dışarıdan bakıldığında. Ama bu bir düşünceyi de, inancı da aynı zamanda çepeçevre kuşatmak anlamındaydı. Sadece bir kadın giysisi gibi görünse de kadın giysileri üzerinden bir düşünce, bir inançtı aslında mahkûm edilen. Uzun yıllar bu eğitim konusunda kız çocukların eğitime erişebilirliği konusunda mücadeleler yaptık.
Daha sonra bu kız çocukları mezun oldular, meslek sahibi oldular, bu sefer toplum içerisinde mesleki güvenlikleri yoktu. Mesela ben avukatım, hukukçuyum ama başörtülü olduğum için duruşmalara giremiyorum. Veya hekim arkadaşlarım doktorluklarını yapamıyorlardı. Devlet dairelerinde çalışamıyorlardı. Hatta 28 Şubat döneminde, velisi olduğunuz çocuğu almak için okula gittiğinizde bahçeden dışarı çıkartılıyordunuz. Bunun gidi sosyal ve özel hayatın içine de milim milim girmiş bir, bunaltıcı bir durumla karşı karşıyaydık. Şimdi nispeten aşılmış durumda ama yine başörtü yasağı bazı okullarda, fakültelerde devam ediyor.
Haydi Kız Çocukları Okula kampanyasını yürütüyoruz ama bir tarafta da bazı kız çocukları okumasın diyoruz. Halbuki annenin okuması, kadının okuması aynı zamanda toplumun aydınlanması demek Ben kadınlarımızın hem okuma yazma öğrenmelerini hem de okul dünyasıyla dünya hakkında bilgi sahibi olmaları, birtakım yaşama tecrübeleri edinmeleri, birtakım sanatları öğrenmeleri, meslekleri edinmelerini çok önemsiyorum. Çünkü kadın sadece çocuğunu doğurmuyor.
Kadının asli işi çocuğuyla birlikte toplumu yeniden dünyaya getirmek. Toplumsal bozuklukları konuşurken suç patlaması deniliyor. Suç patlamasını konuşurken bizim aslında o suçluların çocukluk günlerine gitmemiz gerekiyor. Nasıl bir evde yaşadılar, nasıl bir anne tarafından eğitildiler, hangi koşullarda yetiştiler buna bakmamız gerekiyor. Bu koşulların çerçevesi çizilirken de anne çok önemlidir. Tasavvuf büyükleri “Çocuk babanın sırrı annenin devamıdır” derler. Bir şekilde annelerimizin kaderini bizlerde yaşıyoruz. Tolumun özünde anneler, kadınlar var. Onların kıymetini bilmemiz gerekiyor.
Günümüzdeki örtünme biçimleri hakkında neler söylersiniz?
Kadının olduğu her yerde güzellikle ilgili, modayla ilgili bir konuşma alanı doğar. Çünkü kadınlar hangi şartlarda olurlarsa olsunlar güzel görünmek isterler. Fakat şimdiki gençlere baktığımızda bizlerde daha arklı bir şekilde örtünüyorlar. Yalnız bizde doksanlı yıllarda örtündüğümüzde bizden önceki büyüklerimiz gibi örtülü değildik. Bizler bunu bir kimlik problemi haline getirmiştik. Bizler geleneksel bir örtü içerisinde değiliz İslami çerçeve içerisinde örtünüyoruz diyorduk. Bugünkü gençlerin bu örtünme stillerini ben bir arayış olarak görüyorum.
Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen Türkiye’nin başörtüsü gibi bir sorunla karşılaşması Türk demokrasisini kaçıncı sıraya getirir?
Tabii demokrasi kriterleri içerisinde yaşanmaması gereken durumlardır bunlar. İnsanların inançlarından, kimliklerinden, düşüncelerinden dolayı bir şekilde yasaklara maruz kalmaları demokrasiyle bağdaşmayacak bir durumdur.
İnsanlara has temel hak ve hürriyetlerin en önemlisi yaşama hakkıdır, düşünme hakkıdır ve bütün diğer hürriyetler bu iki anaç hürriyetten çıkarlar ama eğer ifade hürriyeti yoksa bu kavşak hürriyettir. Çünkü bütün bu haklar ve hürriyetler buraya dayanır. Eğer ifade edemiyorsanız o hürriyeti, o hürriyetin anayasalarda zikredilmiş olması hiçbir şey ifade etmez.
Bizim anayasamız da yaşama, inanç ve düşünce hürriyeti var der ama uygulamalara baktığınızda uygulamalara baktığınızda ifade hürriyeti olmadığı için herhangi yaşamsal değeri olmayan hürriyetlerdir bunlar. Avrupa birliği kriterleri çerçevesinde, demokratikleşme paketleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Gönül isterdi ki dış baskılar olmadan, demokratik evrelerimizi kendi öz tecrübelerimiz ışığında yaşayabilelim.
Avrupa’da böyle bir sıkıntı var mı?
Avrupa’da genel olarak bir eğitim konusunda Fransa dışında böyle bir yasak yok. Fransa’da da devlet okullarında var. Avusturya da Almanya da hele ki İngiltere’de kara Avrupası ülkelerine göre hukuken daha ileri bir noktada olduğu için Anglo Sakson tecrübesi İngiltere’ye çok önemli bir insanlık deneyimi kazandırmıştır. Hatta başörtülü kız öğrencilerin avukatı Bayan Blair’di.
Avrupa’da kolay elde etmemiştir kadınların emekleri karşılığı hakkını. Çok ağır ve zorlu deneyimler yaşamışlardır. Avrupa’nın da özgeçmişinde kolay bir yol haritası yok. Kadınlar bugün elde ettikleri hakları alın teri ile elde ettiler. Maalesef bizim böyle bir özgeçmişimiz yok. Belki de bu başörtülü kızların eğitim hakkında verdikleri mücadele Türkiye’deki kadın cinsinin hikâyesini yazmaya dair çok önemli bir süreç. Çok ciddi bir kadın grevi yok.
Osmanlı döneminde kadın dernekleri bugünkü dernek sayısından çok daha fazlaydı. Fakat her hak hukukta mücadele edilerek kazanılır. Bizde tabii günümüzdeki zorluklara tahammül edeceğiz, sabırlı olacağız. Demokrasi dediğimiz, bir peri kızının sihirli değneği değil ki! Birisinin başına vuracak ve her şey güllük gülistanlık olacak. Avrupa ülkeleri bugünkü demokratik kriterlerine ulaşıncaya kadar çok zorluklar çekmiştir. Bitmeyen iç savaşlar, mezhep savaşları yaşamışlardır. Bütün bunların arkasından demokrasi anlamlı bir değer haline gelmiştir. Ben hukuk mücadelelerinin uzun süreli olduğuna inanıyorum. 1968’den beri devam eden 42 yıllık uzun bir süreç var ama bu uzun süreçlerle yerleşecek bir evrensellik söz konusu. Yeter ki biz ses çıkarmaya, hukuk konusunda azimli şekilde yürümeye devam edelim.
Demokrasiyi geride bırakanlar kendilerini vatanperver olarak görüyorlar. Hem vatanı geride bırakmak, hem de vatanperver olmak. Bu nasıl bir çelişkidir?
Ülkemizde bu tür çelişkiler hep iç içe zaten. İfade ettiğinizin içeriğine baktığınızda onunla tamamen zıt olduğunu görüyorsunuz. Bir tarafta ulus sevgisi, öbür tarafa çok sevdiğinizi söylediğiniz bu millete yapmadığınız hakaret, baskı kalmıyor. Bir tarafta demokrasi diyorsunuz, diğer tarafta başbakanı asıyorsunuz. Bir tarafta özgürlük diyorsunuz, bir tarafta insanları hapse atıyorsunuz. Bir tarafta edebiyata saygı diyorsunuz, bir tarafta düşünce suçlusu ilan ediyorsunuz.
Korkunç ikilemler ve tezatlar ülkesi. Türkiye’de ki demokrasi Pinokyo’nun uzayan burnu gibi. Her seferinde yalanlarla biraz daha uzuyor. Biz bu yalanlardan bıktık ve usandık. Biz bu toplu sözleşmeyi yakmışız. Devlet ile hukuk çerçevesinde sözleşme yapmışız. Vatandaşlık görevlerimiz neyse onu yerine getiriyoruz. Karşısında beklediğimiz de, devletin kendi görevlerini yerine getirmesi, hiç değilse insanlar baskı yapmaması. Hukuk istiyoruz hürriyetin yandayız. Aynı zamanda bizim de göstereceğimiz performans ile ilgili aynı zamanda. Bizler devletten bekliyoruz her şeyi. Hukuk ve hürriyet bireylerin, insanların problemidir. Biz insanları duyarlı olmaya haklarını arama çağırıyoruz.
Önümüzdeki günlerde Türkiye’de gündem nasıl etkiler sizce?
Şarkı sözü gibi olacak ama her şey daha iyi olacak diye düşünüyorum. Bunu ümit ediyorum. Çünkü bu demokratik açılım olsun, insanların barışa dair gösterdikleri bu sevecenlik olsun gerçekten bizim günümü aydınlatıyor. Artık bu iç savaş dursun. Çocuklarımızı tabutlarla göndermek dursun. Devletin zoruyla demokratik açılım olmaz. Kopenhag kriterlerinin zoruyla, bu zorlamalarla olmaz. Biz bunu kendimi istemek zorundayız. Türkiye’de yaşayan tüm insanlar bu barışı istemezsek, bu kan dursun demezsek bizim yarına dair bir umudumuz kalmıyor. Bu bizlerin de borcudur, insan olmanın borcudur. Bu ülkeyi vatan kılmanın borcu, bir arada yaşamamın sırrını bulmaktan geçiyor. Bu da hukuka dayalı bir düzenden geçiyor. Hukuk olmazsa barış olmaz.