Röportaj: Yüsra Mesude ARSLAN
Kendisini ısrarcı, meraklı ve sorgulayan üslubuyla tanıdığımız Nuriye Akman çeyrek asırdır siyaset, magazin, kültür, sanat, spor ve iş dünyasının ünlüleriyle yaptığı röportajları ile gündem oluşturuyor. Milliyet, Hürriyet ve Sabah gazetelerinde çalıştığı yıllarda yüzlerce röportajı gazete sayfalarına taşıdı. Daha sonra Sabah’tan Zaman’a geçti. TRT için İnci Avcısı, SkyTürk için “Empati” adlı programları hazırlayıp sundu.
Röportajlarından bir kısmını; Üzümünü Ye Bağını Sor, Mebus Burcu, Kalabalıklar, Yüzleşme, İnci Avcısı, Elli Kelime, Mayın Tarlası, Başka Sorum Yok, Gurbette Fethullah Gülen adlı kitaplarda topladı. Nefes ve Örtü adlı iki roman yazdı. Halen Zaman gazetesinde yazıyor. Usta bir röportajcı olarak tanınan Akman, sorulmayanları sorarak diğerlerinden sıyrılmayı başarıyor. Ve üzümü yiyen ama bağını da soran kişiliğiyle muhatabını zorlasa ve onu terletse de sorularından vazgeçmiyor. İlginç olan da şu ki, hemen hemen görüştüğü herkes onun bütün sorularını samimiyetle cevaplıyor. Muhatabının siyasi bir lider, medya patronu, ya da göz önünde bir sanatçı olması onun gizli kalmış yanlarının açığa çıkmayacağını göstermiyor.
Okurları ise Nuriye Akman‘ın onları her seferinde bir kez daha şaşırtacağını biliyor. 1998’de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (T.G.C) röportaj dalı başarı ödülü, 2007`de Yazarlar Birliği`nin roman ödülünü alan Akman, 2009’dan beri “ Nuriye Akman İletişim Atölyesi”nde bilgilerini öğrencilerine aktarıyor.
Akman’la hayata bakışı, röportajları ve kitapları üzerine konuştuk. İtiraf etmek gerekir ki, onu metinlerindeki sesten dolayı daha sert ve soğuk bekliyordum. Aksine sıcaklığı, tevazusu ve samimiyeti beni çok şaşırttı. Sanki karşımda duran cesur ve tutkulu sorularıyla insanları “sıkıştıran” Nuriye Akman değildi de, uzun süredir tanıdığım bir yakınım ya da ablam gibiydi. Herkese sorular soran bir röportaj ustasına soru sorma fikri en başından beri beni tedirgin ediyordu ve onun yanındayken yılların birikmiş tecrübesinin ağırlığını fazlasıyla hissettim. Ancak sandığımdan daha sıcak bir söyleşi yaptık. Ona tüm sıcaklığı, sohbeti, kendi eliyle yaptığı kahvesi, fotoğrafları ve takdim ettiği hatıra için teşekkür ediyorum.
Nuriye Akman, NA olmak için özel bir çaba sarfetti mi?
‘Ben bir marka olayım.’ diye yola çıkmak yaptığın işi sahih olmaktan çıkarır. Benimkisi, işini iyi yapmaya gayret etmek. Bu da zaten senin genetik formasyonunun sana dayattığı bir şey olsa gerek. Kimisi averajı hedefler, kimisi yaptığı işin en iyisini yapmayı hedefler. Verili şeylerle doğuyoruz. Ben üzerimde çok fazla katkım olduğunu düşünmüyorum. Sadece bana verilen rolü iyi oynamaya çalışıyorum. NA formülü ise Şule yayınlarındaki grafiker arkadaşın bir fikriydi. Özel olarak tasarlanmadı, kendiliğinden çıktı. Sabah’tayken yoktu.
Kimseyle görüşmeyi kabul etmeyen insanlar, sizinle röportajı kabul ediyorlar. Sizdeki tılsımın, farkın adı nedir?
Farkı söylemek çok ayıp olur. Herkesin bir diğerinden farkı var. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı. Bu farkları bence başkalarının söylemesi lazım. Bence beni kabul ederek lütfediyorlar. Çünkü onlar kabul etmese ben bu rolü oynayamam. Ben aslında kendimle, onlarla ve hayatla ilgili çok şey öğreniyorum onlardan.
İyi bir röportaj yazarı olmak niyetiyle mi gazeteciliğe başladınız?
Ben bu mesleği isteyerek seçtim ama sırf soru sormak üzere seçtim. Bu mesleğe girmek, iyi bir röportaj yazarı olmanın tek yoluydu. Ama mezun olduktan 10 yıl sonra bana bir röportaj sayfası verildi. O zamana kadar da değişik alanlarda yazdım, okudum, çizdim. Gazetelerin değişik yerlerinde çalıştım. Arşivden bildiğiniz klasik idari sekreteryaya kadar her yerde çalıştım. Senin dışında gelişen bir şeyler var, hayatın kendine has bir zamanlaması var. Ben bu mesleğe 31 yaşımda başladım ama 33 yaşımda kendime ait bir sayfam vardı.
Kadın röportajcı olmanın avantaj veya dezavantajları var mı?
Ben kadın röportajcı deyimini hiçbir şekilde kabul etmiyorum, reddediyorum. Çünkü erkek röportajcı diye bir kavram yok. İşini iyi yapan insanlar var, kişiliği buna uygun olan insanlar var. Olmayan insanlar da var. Ben sırf kadın olduğum için kabul ediliyor değilim. Kadın olabilirdim ama işimi iyi yapamıyor olabilirdim. İnsanları sigaya çekiyorsun, biraz imalı, muzır sorular soruyorsun ama herhalde kişiliğimde bunu dengeleyen yumuşak yanlar var ki, karşı taraf seni kabul ediyor. Bunun bir kişilik sorunu olduğunu düşünüyorum. Ama öyle sorular vardır ki, kadınların rol yapma becerileri ya da şapka değiştirme esneklikleri daha fazladır. Erkeğin birdenbire çocuksu bir dile bürünmesi zor olabilir. Kadın, daha çocuksu bir dille sorabilir. Yahut anaç bir dil kullanabilir. Ben kendi kişiliğim açısından değişik rollere rahat girip çıkabildiğimi, bazen bir hakim gibi sorgulayabildiğimi, bazen bir psikolog, bazen anne gibi davranabildiğimi biliyorum. Ben tüm enstrümanlarımı kullanma konusunda cesurum.
Ben aslında yazılarınızın dilinden ve renginden sizi biraz daha sert bekliyordum.
Herkes öyle bekliyor. Bizler hayata siyah beyaz bir mantıkla bakıyoruz. Ya sertsindir, ya yumuşaksındır. Aslında en sert kelimeler bile yumuşak bir ses tonuyla gülümseyerek sorulabilir. İnsanlar bunu düşünüp akıl edemiyorlar. Doğru, metindeki ses biraz sert ve sorgulayan bir ses ama hepsinde değil. Tamamen yumuşak bir tonda yaptığım röportajlar da var. İnci Avcısı ve Empati programında olduğu gibi televizyonda hep daha romantik yönüm ortaya çıkıyor.
Merkez medyadan Zaman’a geçtikten sonra dindarlaşma sürecine girdiğinize dair haberler çıktı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dindar olmak suçlanmanın, damgalanmanın bir enstrümanı olarak kullanılabiliyor. Gazeteci kimliğinizle aslında bunu çok fazla ortaya koymamanız gerekir. Fırsat olmadı belki bu yanımı göstermeye. Benim Zaman’a geçmemle ortaya çıkan bir şey yok. Kaldı ki, şu anda ortaya çıkan nedir?
Kurumsal kimliğinden veya ideolojisinden dolayı Zaman’a geçmekten çekinmediniz mi?
Beni damgalayacaklarını tahmin ettim. Bunu yapmaya çalışanlar oldu ama kısa sürdü. Ama önemli değil, ben benim. Ne olup ne olmadığım zaten daha önce yaptığım işlerden belli. Zaman’da da aynı çizgiyi korudum. Değişen bir şey olmadı.
Meraklı ve sorgulayan bir insansınız. Gurbette Fethullah Gülen kitabınızda Fethullah Gülen’in talebelerini zorladığınız yazıyor. Onların özel derslerine, sohbetlerine katılmak istemişsiniz, başka hangi konuda zorladınız onları?
O ilk röportajdaydı, ikincisinde o kadar olmadı, odasına fotoğraf çekinmek üzere girdiğimde kadın olmamın getirdiği bir şeyle etrafta bir direniş oldu. Biraz ayıplayanlar oldu. Ama hiçbirini de umursamadım. İşimi yaptım. Etrafta benden başka kadın yoktu, onlar başka evlerde aşağı katlardalardı. Buna üzüldüm. Kadınlar neden onunla aynı mekanı paylaşıp onu dinleyemiyorlar? Ben de Nuriye Akman olmasaydım belki ben de oraya gidemeyecektim.
Yoğun ve uzun bir röportaj oldu. Röportaj bitiminde Fethullah Gülen’in sizde oluşan portresi nasıldı?
Fethullah Gülen zor bir insan, hayalleri büyük ama gerçekler dar, “Aradaki mesafeyi Allah kapatsın.” diye bir duası var. Ben o duayı onun için ediyorum.
Peki siz Fethullah Gülen’de nasıl bir izlenim bıraktınız, bunun geri bildirimini aldınız mı?
Çok kibar bir insan. Kişisel konularda çok zorlamadıkça söylemez. Bana karşı her zaman bir hüsn-i zannı vardır. Ben onu 10 yıl önce Sabah yazarı olarak “ sıkıştırdığım” zaman bile gayet mültefitti. Ama onun çevresindekilerin pek alışık olmadığı bir üsluptayım, onlara göre değişik bir insanım. Bilmiyorum, bunu kendisine sormak gerekir.
İnsanın önce soru sorulmayı haketmesi mi gerekir?
Herkese soru sorulur, soru sormak sadece gazetecilerin tekelinde olan bir şey değildir. Ama gazetecilik bağlamında tabi ki kitlelerin önüne geçmesi gerekiyor. Gazete röportajlarındaki soruların okuyana bence en önemli faydası okuyan kişiyi bilgi sahibi yapması değil, kendi çevresinde olan bitene dair yeni sorulara kışkırtmasıdır. O da damla damla biriken bir şeydir.
Siz ya da muhatabınız tarafından yarıda bırakılan röportajlarınız var mı?
Habertürk’ün patronu Ufuk Güldemir ve Adalet Bakanı Oltan Sungurlu ile olan röportajlar yarıda kaldı. Şevket Kazan 10. dakikada bıraktı. Mehmet Ali Yılmaz söyleşisinde öyle bir an yaşandı ama yarıda kalmadı. Ali Şener söyleşisi yarıda kalmak üzereydi. “Böyle giderse yarıda bırakırız, keseriz” dendi ama virajı döndük. Bir defasında da hiçbir soruma cevap verilmedi ama on beş gün sonra gidip onu tekrarladık.
“Çok ağlak bir insanım.” diyorsunuz, röportaj yaparken hikayeden etkilenip ağladığınız oluyor mu?
Genelde haberlerde acıklı bir şey olduğu zaman ağlayabiliyorum. Ya da güzellik bazen bana acı veriyor. Uçan bir kuşa bakıp ‘kanadı ne kadar güzel’ deyip ağlayabiliyorum. Nasıl bu kadar güzel olunabileceği bir yerinizi acıtıyor. Çünkü sınırlı bir şeysiniz, karşınızdaki ise sınırsız. Onu hafsalanız almıyor, kavramakta aciz kalıyorsunuz, sizi ağlatıyor. Röportajlarımda ağladığım olmuştur. O kadar da kontrol altında tutmuyorum. Ağlayacaksam da ağlıyorum, n’olcak ki.. Ayıp mı ağlamak? Münevver Arınç söyleşisinde biraz duygulanmıştım. Muhatabım ağlıyorsa elini tutuyorum, yanağını okşuyorum. Bu, kadın olursa daha rahat oluyorum tabi.